Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CHP’nin boykot ettiği kanalda ‘makbul muhalif’ kontenjanından programlara katılan kamuoyu araştırmacısı Hakan Bayrakçı, Canan Kaftancıoğlu’nun geçmiş tweetlerinde PKK’ya ve Ermeni soykırımına destek verdiğini iddia ederek, görevden alınması gerektiğini söylemiş.

        Bunun üzerine Kaftancıoğlu en iyi savunma hücumdur taktiği uygulayarak Bayrakçı’nın gelip kendisiyle çalışmak istediğini, reddedilmesi üzerine de Genel Merkez’den iş koparabilmek için ‘ahlaksız bir süreç’ tarif edip “Bari buna yardımcı olun” dediğini iddia etti.

        Aslında bu tartışma iki isim arasındaki sıradan bir polemik değil. Buz dağının arkasında CHP'deki ekol farklılıkları ve son zamanlarda ana muhalefet partisine karşı bu farklılıkları kaşıyarak yürütülen strateji yatıyor.

        CHP içinde ulusalcı-Kemalist kanadın yanı sıra, muhafazakâr partiler ile ittifaka hayır demeyen sağ görüşlü ve HDP ile ittifaka sempatik bakan sol görüşlü kanatlar olduğu herkesin malumu…

        Genel Başkan Kılıçdaroğlu bir yandan parti içindeki bu üç kanadı bir arada tutmaya çalışırken öte yandan muhalefet arasında geniş tabanlı bir ittifak inşa etmeye çalışıyor.

        İşte Kılıçdaroğlu’nun bu çabasını zayıflatmanın yolu CHP’yi HDP ve Abdullah Gül üzerinden sıkıştırarak, ulusalcı-Kemalist kanadın tepkisini yükseltmekten yani partiyi içeriden bölmekten geçiyor.

        REKLAM

        CHP’yi HDP ve Gül üzerinden eleştiren isimler iktidara yakın medya tarafından da çaktırmadan destekleniyor. Örneğin Muharrem İnce’ye gösterdikleri teveccühün arkasında bunun izdüşümleri var.

        İşte Kaftancıoğlu’na vurmak da son dönemde bu stratejinin bir parçası haline geldi…

        Çünkü Kaftancıoğlu’nun pozisyonu sol kanadı memnun ederken hem Kemalist hem de sağa yakın isimleri rahatsız ediyor. Kaftancıoğlu da bu tartışmalara malzeme vermekten geri durmuyor açıkçası…

        İşin özü şu, CHP kendi içinde bir toparlanma yaşamazsa bu tür polemiklere daha çok şahit olacağız.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        İstanbul'a duvar peyzajı mı yoksa grafiti mi yakışır?

        İstanbul'a duvar peyzajı mı yoksa grafiti mi yakışır?
        0:00 / 0:00

        İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ana yolların kenarlarındaki peyzaj çalışmalarının kaldırılıp yerine duvarların sanatçılar tarafından boyanması için bir karar almış. Gerekçesi de ‘dikey bahçe’lerin oldukça masraflı bir uygulama olması.

        İBB Genel Sekreter Yardımcısı “Betona doğal olarak tutunamayan kök salamayan saksılar ölüyor. Sürekli yeniden para ile alınıyor, milyarlar harcanıyor” diyor.

        AK Parti Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen ise “Sökülen bitkiler sadece doğa dostu bir peyzaj değildi. Trafik gürültüsü ve egzoz gazını emmesi için bilimsel bir yaklaşımla yapılmıştı. Sökülüyor, yerini kimyasal boya ve duvar alacak” diyor.

        Duvarların sanatçılar tarafından boyanması fikri ilk anda kulağa sevimli gelse de seçilecek sanatçıya ve yapılacak grafitilere göre karışık ve uyumsuz görüntülere de neden olabilir. Ayrıca boyalar zaman içinde solacağı için düzenli bakım gerektirecektir muhtemelen.

        Öte yandan büyük bir masrafa neden oluyorsa duvar peyzajlarına da gönlüm razı olmuyor.

        Uzun ömürlü ve az masraflı bir peyzaj uygulaması bulunamaz mı acaba?

        Babacan'ın Diyarbakır ziyareti

        Geçen hafta detaylarını yazmıştım, tekrar edeyim; gelecek seçimde AK Parti muhafazakâr Kürtleri hepten kaybedebilir. Bugüne kadar PKK’ya tepkili ve inanç kimliği, Kürt kimliğinin önünde duran muhafazakâr Kürtler AK Parti’ye oy veriyordu. CHP’nin ve İYİ Parti’nin içinde yer aldığı seküler-milliyetçi ittifak onları cezbetmiyordu. Fakat AK Partiden koparak kurulan iki yeni parti bu durumu değiştirebilir.

        Ali Babacan’ın Diyarbakır mitinginde verdiği mesajlar da Deva Partisi’nin PKK’nın yöntemlerini benimsemeyip yeni bir çözüm süreci arzu eden tüm Kürt oylarını almayı hedeflediğini teyit eder nitelikteydi.

        Güven nasıl artar?

        ‘Vaka sayısı’ – ‘hasta sayısı’ karmaşasından sonra Sağlık Bakanı haklı olarak eleştirildi. Eleştirenler arasında ben de vardım, pozitif çıkan test sayısının net olarak açıklanması için çağrıda bulundum. ‘Ulusal çıkar’ gibi hamasi söylemlerin ülkeye daha çok zarar verdiğini söyledim.

        Yeri geldiğinde eleştirdiğimiz gibi doğru kararları da takdir etmemiz lazım.

        Bakan Koca, Ertuğrul Özkök’e verdiği röportajda "Bu ayın 15'inden itibaren bütün rakamları açıklayıp bildireceğiz. Bundan sonra yapılan kesitsel taramaları semptomu olmasa da paylaşacağız. Bunu da Dünya Sağlık Örgütü’ne bildireceğiz” demiş.

        İşte yapılması gereken de buydu.

        'Kesitsel tarama' gibi teknik uygulamalardan bağımsız olarak yapılan tüm testlerden pozitif çıkanların sayısı açıkça paylaşılmalı. Bunun yanı sıra semptomlu hasta sayısı da verilirse salgına karşı gerçekçi bir yaklaşım geliştirebiliriz.

        Dahası hem Bakan Koca’ya hem de devlete karşı güven artar.

        Diğer Yazılar