Bankaları hırpalamayalım ama birileri de 'aynaya' bakmalı
Rekabet Kurumu'nun geçtiğimiz cuma günü açıkladığı bankacılık sektörüne yönelik rekabet ihlali kararı, esasen 2001 Krizi sonrası, Türkiye'de oturtulmaya çalışılan Anglo-sakson kültürüne paralel yeni Ekonomi ve Ticaret Hukuku'na, henüz mantalite olarak hazır olmadığımızı gösterdi. Sektörlerimizin bir çoğunda, yoğun rekabet içinde çalışan şirketlerimiz arasında, geçmişten gelen bir haberleşme ve bilgi alışverişi alışkanlığı var. Bu tür fikir alışverişleri, kötü niyetli olmasa da, var olan rekabet hukuku kültürüne göre suç sayılıyor. Daha önce buna benzer bir gelişmeyi otomotiv endüstrisi yaşadı. Bugün, gündemde olan sektör bankacılık.
Muhakkak ki, sektör temyize gidecek. İlgili mahkemeler bu kararı gözden geçirecek. Bununla birlikte. Rekabet Kurumu'nun, rekabet hukuku açısından yeni bir kültürü, anlayışı oturtmak adına, cezalarda dikkatli, özenli davrandığını söyleyebilirim. Sektörlere, Türkiye'nin geçmişinden gelen bazı alışkanlıkları bırakmaları adına, bir fırsat tanınıyor. Bu nedenle, Rekabet Kurumu'nun acımasız davrandığı yönündeki değerlendirmelere kesinlikle katılmıyorum.
REKABET KURUMU KARARI CUMA AÇIKLAYARAK DOĞRU YAPTI
Karar cuma akşamı açıklandığında, iki rahatsız edici görüş dile getirildi. Bunlardan birisi, kararın niye cuma akşamı saat 18.00'de açıklandığı. Rekabet Kurumu kararı cuma akşamı saat 18.00'de açıklayarak eleştirilmek yerine, tebrik edilmeli. Çünkü, Türk bankacılık sektörü açısından, piyasalarca dikkatle takip edilen bir kararın, mutlaka hisse senedi borsada işlem gören bankaların hisse senedi fiyatlarına da, genel anlamda piyasadaki yatırım araçları fiyatlandırmasına da bir etkisi olacaktı. Bu nedenle, söz konusu kararın cuma günü açıklanması ile verilen cezaların bankaların mali yapısı açısından ne anlam ifade ettiği, çoktan banka hisselerine yedirilmiş beklentiler ile uyumlu olup olmadığı netleşmiş oldu.
İkinci bir sıkıntılı algı ise söz konusu kararın önceden piyasa profesyonellerine sızdırıldığı ve bu nedenle İMKB 100 Endeksi'nin cuma günü ciddi bir çıkış gerçekleştirdiği. Her şeyden önce, İMKB'deki
yükselişin en önemli gerekçesini, o gün küresel piyasalardaki iyimserlik oluşturuyordu.
Konunun bir başka yönü itibarıyla, Rekabet Kurumu'nu, böyle bir bilginin sızdığı bir kurummuş gibi telakki etmek, böyle bir imada bulunmak da hayli sıkıntılı. 1990'lı yıllardan, 2001 Krizi'nden gelen kötü alışkanlık ve anılarla mı olsa gerek, hâlâ kurumlarımıza böyle tatsız ve haksız yakıştırmalarda bulunuyoruz. Bu nedenle, bu iki konudaki yaklaşımın ne kadar gereksiz, yersiz bir algı olduğunu piyasanın yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.
SEKTÖR, İĞNEYİ BAŞKASINA ÇUVALDIZI KENDİSİNE BATIRACAK
Peki, bankacılık sektörü bugünü kadar bozulan imajı, gerileyen repütasyonu için ne yaptı? Bir
sektör, tüketicilerin geniş bir kesiminden yükselen rahatsızlığa, şikâyetlere bu kadar kayıtsız kalabilir ki? Sektör, rekabet hukuku boyutunda, üst, orta ve alt kademe yöneticilerini ne kadar eğitti?
Tüketicilerin rahatsızlıklarına yönelik, şikâyetlerine yönelik tek bir araştırma, tek bir çözüm, ekonomi yönetimi ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'yla pozitif ve çözüme odaklı diyalog konusunda hiç mi adım atılamazdı?
Bankacılık sektörümüz, bankaları güçlü ve bankaları tüketici lehine yaratıcı olmaya zorlayan bir rekabetten çekinmek ve bu konuda dertleşmek yerine, kendi algısını düzeltmeye yoğunlaşmalıydı. Türk bankacılığında, rekabetin standartlarının şeffaflaştırılmasına yönelik ve tüketici şikâyetlerinin minimum düzeye indirildiği bir yapı oluşturulmalıydı. Ne bankalar, ne de Türkiye Bankalar Birliği, sektörün repütasyonundaki erozyonu önlemeye yönelik somut ve tutarlı bir çalışma ortaya koyamadı. Bu tutumları ile kamu otoritesinin de işini zorlaştırdılar. Bankalar, bir dertleri var ise doğru bir üslup ve iletişim yöntemi ile dertlerini kamuoyuna düzgün bir şekilde anlatmanın yollarını bulmalıydılar. Bankacılık sektörü muhafazakârdır; ama, bu durum, imaj erimesine, algı bozulmasına sessiz kalınmasına sebep olmamalıydı.