Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

HİÇ şüphesiz, futbol maçlarının oynandığı stadyumlar en kalabalık sosyal etkileşim alanlarıdır. Her türlü üst ve alt kimliklerine, sosyal statü, gelir ve eğitim düzeylerine, siyasi görüşlerine bakmaksızın, kolektif şekilde bireyin takımlarına olan aidiyetinin, dinamik ve coşkulu şekilde dışa vurulduğu yerlerdir tribünler.

Öncelikle iki şeyi birbirinden ayırmamız gerekir, futbol ve siyaset farklı bir şeydir, futbol ve anarşi farklı bir şey. Futbol, kuruluş amacı itibari ile siyasal bir argüman olarak ortaya çıkmış ve yayılmıştır. Türkiye'de futbol kulüpleri her dönemde, her ideolojideki her hükümete yanaşarak büyümüş, hatta bizatihi siyasal partilerin temsilcileri tarafından yönetilmiştir 80'lerin ortalarına kadar.

12 Eylül öncesi Türkiye'yi bölerek, anarşi ve terörün kucağına atanlar, darbe sonrası apolitik nesiller yetiştirme idealleri doğrultusunda, futbol stadyumlarının bu müthiş çekiciliğinden faydalanarak, sokaktaki anarşiyi tribünlere sığdırmaya çalışmışlardır.

Bugün hala Fenerbahçe ve Galatasaray tribünlerindeki etkin grupların liderlerinin "Reis" olarak anılması, 12 Eylül sonrası milliyetçi damarın etkisindendir. 90'11 yılların ortalarından itibaren büyümeye başlayan Çarşı, önce Süleyman Seba'yı küfürle iktidarından indirdikten sonra, Türkiye'nin en çorak bırakılmış alanlarından aktivist hareketin baş aktörlerinden biri olmaya başlamıştır.

Toplumsal ortak hassasiyetler üzerinden yaptıkları eylem ve söylemlerle ben de dâhil taraflı tarafsız herkesin sempatisini kazanarak bir alt kimlikten, üst kimliğe dönüşmüştür. Bu dönüşüm süreci aynı zamanda Beşiktaş'ta tarihin en kötü günlerinin yaşadığı ve yaşatıldığı döneme denk düşer ters bir orantı ile.

Küfür ve hakaretlerle iktidardan indirdikleri Süleyman Seba sonrası, önce Serdar Bilgili sonra Yıldırım Demirören'in başkanlıkları döneminde, yönetimlerin kendilerine sunduğu imkânlarla Beşiktaş tribünlerindeki hâkimiyeti tamamen ele geçirmişlerdir. Her şeye karşı olan Çarşı'nın bir tek Yıldırım Demirören' e karşı olamaması, Süleyman Seba gibi bir başkana "S... ol git" diyenlerin, Demirören'e sadece "Yeter" diyebilmelerinin sebebi de budur.

Çarşı, toplumsal karşılığı, medyanın bazı kesimlerinin sempatisi, dünya çapında örgütlenmesi ve "lisanslı" ürünleri ile en az Beşiktaş kadar büyük bir marka olmuştur. Bu markanın büyümesinde, anarşist tavrın yanında, kulüple girdiği ilişkilerin ve elbette Çarşı'nın içindeki ve ardındaki stratejik aklın da etkisi vardır.

Dünya'da birçok takım siyasallaşmıştır. Marjinal küçük kulüpler olarak kalan St.Pauli, ' Livorno, orta büyüklükteki Lazio ve Bilbao ve en büyük örneği Barcelona. Barcelona'yı ayrı tutmak lazım çünkü onlar 'Katalan'ların milli takımı.

Çarşı'nın siyasal duruşunu bu örneklerle bağdaştırmak, en hafifinden futbol, sosyoloji ve siyaset cehaletidir. Beşiktaş, Gezi'nin takımı değildir, iktidarın veya muhalefetin takımı olmadığı gibi. Çarşı, Gezi'nin sembolü olabilir, hiç itirazım yok ama formaları çıkarıp, kendi lisanslı ürünleri ile protestolara katılırlarsa.

Çünkü Beşiktaş gibi hiçbir alt ve üst kimliğe, ideolojiye angaje olmamış, toplumun tamamını kapsayan, içinde her kesimden aşığı bulunan bir kulübe, siyasi ya da ideolojik tanımlama yüklemek önce Beşiktaşlılara haksızlıktır.

Çarşı, kendini istediği gibi tanımlayabilir, hatta isterse "Anarşist Futbol Birliği"ne katılabilir, Amerika'daki Arsenal, Riot ve Swarm takımları gibi ama ne Beşiktaş'a ne tribünde önüne, ardına başka bir isim koymayan Beşiktaşlılara zarar vermeden.

Beşiktaş, son 8 sezonda 24 maçı yani yaklaşık 1,5 sezonu seyircisiz oynadı. Bunun kulübe verdiği maddi ve manevi zararları umursamayanlar, on binlerce biletsiz giriş için kapıları "patlatanlar", toplu bilet karşılığı "mezar senetler" verenler, Kartal Yuvaları'nı yağmalayanların Beşiktaş sevgisi ancak "Öldüresiye Sevmek" olarak açıklanabilir.

Zapruder Filmi

22 Kasım 1963 günü, Amerikan Başkanı JFK'ye yapılan suikast, Lee Harwey Oswald'a yıkılacaktı büyük ihtimalle. Jack Ruby de onu öldürünce dosya kapanacaktı. Başkan'ın geçişini amatör kamera ile kaydeden Abraham Zapruder'in çektiği görüntüler adli kanıt kabul edildi ve bu görüntüler sonucunda JFK Suikasti'nin büyük bir KU-DE-TA olduğu anlaşıldı tüm dünyada.

Geçtiğimiz hafta Olimpiyat Stadyumu'nda Oliver Stone yoktu, Beşiktaş-Galatasaray maçı sonrası köşemde bunun net bir siyasi provokasyon olduğunu yazdım. Şimdi daha da eminim çünkü maçın "Zapruder" filmini izledim. İzlediğim görüntüler, Doğu Üst Tribünün'den, Çarşı'nın yanından çekilmiş. Görüntülerin üzerinde Türkiye'nin en büyük haber ajanslarından birinin logosu var.

Olayları farklı tribünlerden veya televizyonlarından seyredenler, tüm olup biteni bir de ters açıdan izlemeli. O zaman duyacak ve anlayacaklardır "Her yer Taksim, her yer direniş"in sahaya girmek için beklenen parola olduğunu. Haber ajansı bu görüntüleri acilen kamuoyu ile paylaşmalıdır. Kimin ne için, ne amaçla bu işin içinde olduğunun daha iyi anlaşılması için.

Bir de Çarşı'nın "Ya Allah Bismillah Allahu Ekber" diye bağırmayacağını söyleyen safdiller var. 11 Mayıs 2013 günü İnönü'deki son maç öncesi, kapalıya sızmak için bariyerleri yıkarken nasıl bağırıyorlardı bir araştırın veya bu olaylardan bir saat, Gezi eylemlerinden 20 gün önce Dolmabahçe'de bulunan Başbakanlık Ofisi önünde atılan slogan ve küfürlerin, yirmi gün sonra Taksim'de nasıl koro halinde tekrarlandığını da.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar