Bilim ve sanat aynı yerde
Her zamankinden daha yoğun (Akdeniz’in tuz yoğunluğunda) politik bir duruş sergileyen bu bienalin katılımcıları arasında Charles Darwin de var, Charles Bukowski de. Bedri Rahmi Eyüboğlu da var, Troçki de, Wes Anderson da, Orhan Pamuk da. İnanmazsanız sanatçı listesine bakın. Göreceksiniz.
Bu iyi kürate edilmiş ve “daha uzun sürse keşke” dediğimiz bienalde, tüm bunları yapabilmeniz elbette sanat aracılığıyla olacak ancak eserleri yaratanların sadece sanatçılar olmadığını bilmekte fayda var. Denizi olmayan başkentimizin en önemli eğitim kurumlarından ODTÜ’de Deniz Bilimleri bölümünde “fiziki okyanus bilimi” profesörü olan Oşinograf Emin Özsoy’un “Sualtı Nehirleri” baskısı ile başlıyor Tuzlu Su temasını anlatan bienalin ilk adımları. Yani aslında bu bienal sanat değil, bilimi temel alıyor bir noktada. Bir dönem UNESCO bursu ile Harvard Üniversitesi’nde konuk profesör de olan Özsoy, Kanal İstanbul projesinin İstanbul’un sonu olacağını, iklimi dahi değiştireceğini belirtiyor ve Boğaz’a bambaşka bir açıdan, yalılardan, erguvanlardan ve köprülerden öteye bakmamızı sağlıyor.
‘MEDENİYET NEHİRLERLE VAR OLDU’
Sadece Emin Özsoy da değil; Leeds Üniversitesi profesörlerinden Jeffrey Peakall da sualtı nehirleri üzerine çalışan bir bilim adamı. Kendini çevreye, doğal gelişimlere ve bunun yanı sıra endüstriyel sistemlerin doğa üstündeki etkisine adamış biri. Yaptığı işlerin detayları arasında okyanusların altına girmek de var. Çoğumuzun hayal edemeyeceği derinliklere. Bu derinliklerdeki nehirler onun oyun alanı. “Nehirler hayati öneme sahiptir. Medeniyet nehirlerin çevresinde oluşmuştur tarihte. Sadece yeryüzünde değil, yer altında akan nehirler de mevcut ve galaksimizi etkiliyor” diye anlattığı nehirlerle ilgili çalışmaları dünya ile sınırlı değil. Diğer gezegenlerdeki magmamsı nehir akışlarını da inceliyor. Bienale ise bu nehirler hakkında yaptığı bir video ile katılıyor.
NÖROBİLİMCİLERLE SANAT
Nörobilimciler de eksik kalmamış tüm sanat dallarının arasında. Zaten sanatın olduğu yerde sinesteziden yani birleşik duyudan (örneğin sesleri kokularla aynı hissetmek, renkleri notalar halinde görmek gibi) söz etmemek mümkün değil. Bir hastalık olarak kabul edilen bu durum, çoğu dâhi sanatçıda mevcut. Neyse ki Daria Martin’in 16 mm’lik film ve ses enstelasyonu sayesinde siz de kısa bir süreliğine dahi olsa, bu iki duyuyu aynı anda hissetmenin tadına varabileceksiniz. İnsanların sizin aynanız olmasını deneyimleyeceksiniz çünkü Daria Martin aslında filmler yapıyor gibi görünse de aslında nörobilimcilerle dirsek temasında çalışıyor ve filmleri de bunun sonucunda bilimsel birer araştırmaya dönüşüyor.
Bilimin sanatla, sanatçının bilim adamıyla karıştığı bu bienalde, bir eseri anlamaya çalışırken ne sadece duygularınıza kulak verin ne de sadece mantığınıza. Biraz kitap karıştırmaya, biraz fizik bilgisi tazelemeye, biraz tarih okumaya, bolca da hayal dünyasında yüzmeye davetlisiniz. Tadını çıkarın.