Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni Ekonomi Programı Eylem Planı kapsamında yer alan istihdam projeleri içerisindeki “Bir Milyon Yazılımcı” konusu en fazla ihtiyaç duyduğumuz ve duyacağımız bir alana işaret ediyor. Sadece istihdam olarak bakılmaması gerekiyor. Gelecekte değil, bugün bile hayatımızın birçok yeri dijitalleşti ve artık her şeyde yazılım var.

        Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın geçen hafta duyurduğu, “Bir Milyon Yazılımcı” yetiştirme hedefi önemli, yüksek bir ideal, parlak bir vizyon ve heyecan verici bir fikir. Ancak, bu hedefe sadece gençlere yazlım dersleri vererek ulaşılamayacağı ortada. Bu projeye paralel olarak gençlerin alacakları eğitimi kullanılacakları istihdam alanlarının da projelendirilmesi gerekiyor.

        Bakan Albayrak’ın açıkladığı projeyi yazılım sektörünün içinden, bu projeye katkı vermek için hazırlanan Tek Sistem Bilişim Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Acar şöyle değerlendiriyor. “İlkokuldan başlayarak, üniversiteyi bitirene kadar çocuklara öğretmeye çalıştığımız ve bir türlü başarılı olamadığımız yabancı dil öğretimine benzer bir tablonun ortaya çıkmaması için paralelinde sektörün de desteklenmesi gerekir.” Acar’ın konuya dair diğer tespitleri de şöyle;

        Yerli yazılım teşebbüslerinin, yeni ve eski tüm yazılım firmalarının, 3 - 5 kişi istihdam eden en küçük firmalardan başlayarak, geniş kadrolu büyük yazılım firmalarına kadar hepsi 5 yıl süreyle “süper teşvik” kapsamına alınmalı. Bunun için de teknoparklarda bulunma şartı aranmamalı. Bu program sayesinde oluşturulacak ekonominin getirisi, program çerçevesinde teşvik ve muafiyetler için ödenen maliyeti onlarca defa katlayacaktır. Her yıl Gayri Safi Milli Hasılaya (büyümeye) %1 ila %2 katkısı olacak ve Türkiye’yi dünyada seçkin bir yere taşıyacaktır.

        Bu görüşler önemli. Tek başına sadece eğitim kaynaklarında yazılımcı yetiştirmekle sonuca gitmek, istihdama, katma değere, verimliliğe dönüştürmek imkansız. Endüstrinin de desteklenmesi ve bu projenin en başından paydaşı olması gerekir. Zaten bu tarz projelerde başarı kaydetmiş ülkelere baktığımızda ilgili taraflarıyla planlanınca başarılı oluyor. Yazılımcı yetiştirmede emeği olan herkesi de tebrik etmek gerekiyor. İyi bir bir proje…

        Yazı Boyutu

        Yıllık 4 milyar Dolar zarara sahip çıkan yok!

        Ticaret Bakanlığı Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün izni ile açılan çoğunluğunu yabancı şirketlerin işlettiği geçici gümrük depolarında alınan astronomik paraların ve “ordino ücreti” adı altındaki bedellerin Türk ekonomisine yıllık etkisi yaklaşık 4 milyar dolar. Geçen hafta gündeme getirdiğim bu konuya bakanlıktan bir cevap veya açıklama henüz gelmedi. Konunun gündeme gelmesinden rahatsız olanlar ise kendilerine göre bahaneler üretip, tepkiler verdiler. Hakaret edenler de oldu.

        Öte yandan çok sayıda gümrükleme ve nakliye firmasından ise “Ordino Haraç” yazım için olumlu tepkiler aldım. Bu durumdan etkilenen iş dünyasına işaret etmeye, tepkilerini yazmaya gerek yok. Zira mağdur olan onlar. Bir gümrükleme firması sahibi şöyle diyor; “Ardiye konusunda serbest zaman uygulaması diye genelge olmasına rağmen hiçbir antrepoda uygulanmıyor. Genelgeye aykırı davranılıyor. Ama denetim ve kontrol yok. Şikayet edince de biz zarar görüyoruz.”

        Türkiye’nin önde gelen iki önemli kurumunun tespitlerine göre gümrüklerde depolara, nakliye işlemlerine, ordino ücretlerine ve yasallığı tartışmalı diğer kalemler için ödemelerin Türk ekonomisine etkisi yıllık 4 milyar Dolar. Bunun 3,5 milyar Doları büyük nakliye şirketlerince ağırlıkla konteynerlerle gelen yüksek değerli ithal ürünler sebebiyle tahsil ediliyor. Takriben 500 milyon doları ise DHL, Fedex,UPS gibi kargo/posta şirketlerine ödeniyor. Ve bu paraların büyük miktarı yurtdışına gidiyor.

        REKLAM

        Kargo/posta şirketlerinin durumunu özetleyen bir mesajı beraber okuyalım:

        “Yazınızda belirttiğiniz konu hakkında yaşadığım bir olayı Ocak ayında bakanlıklara / CİMER‘e ilettim. Bunun bir soygun olduğunu belirttim. Ama maalesef hiçbir olumlu cevap alamadım. Üstüne üstlük şikayet ettiğim kurumlar değil de, firma (DHL) tarafından da ‘Bizi şikayet etmişsiniz, sizi bilgilendirelim diye aradık’ şeklinde bir telefon aldım. Şikayet ettiğim işlem aynen şöyle; 2000 TL’lik bir ürün “3 cm boyunda, 15 gr ağırlığında” geliyor, özellikle Cuma öğleden sonra veya Cumartesi gününe bildirim yapılıyor, Pazartesi veya Salı günü teslim ediliyor. Depo için çıkan ücret 504 TL. İnanılır şey değil. 3 cm bir parçanın sadece depolama parası 504 TL. Ama yetkililer bu soyguna dur demiyor.”

        Bir başka örnek;

        Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyoruz. 700 kg malımızı gümrükten çekmeye gittiğimizde depolarında 5 saat durmuş malımızın, faturada 5 gündür depolarında olduğunun kaydedildiğini gördük. Tabii buna göre ücretlendirme yapmışlar. İtiraz ettik, ama fayda etmedi. Malımızı alabilmek için bu bedeli ödemekten başka çaremiz yoktu. Depo ücretini ödedik. Ama bir de git başka bir firmaya da 2733 Dolar ordino ücreti öde öyle gel dediler. Mecbur onu da ödedik ve malımızı depodan alabildik. İlgili yerlere şikayet edeceğimizi söyledik. Onlar da bize yeni gelen mallarımız için de tehdit ediyor; “Ödemeye itiraz ederseniz malını vermeyiz.”

        Görüldüğü üzere ithalat her açıdan sıkıntılı. Sınır kapılarındaki gümrüklerimizin dertleri ise daha başka. Onu da bir başka yazıda değerlendireceğim.

        Korona gümrüklerden geçebilir mi?

        Gümrüklerde hafif bir rüzgar estirecek “İthalat Rejimi Kararına Ek Cumhurbaşkanı Kararı” geçen hafta yürürlüğe girdi. Aralarında mücevher, elektronik ev eşyaları, zirai aletler ve makinelerin de bulunduğu çeşitli ithal ürünlere 30 Eylül'e kadar yüzde 30'a varan oranlarda ilave gümrük vergisi uygulanacağı Resmi Gazete'de yayınlandı.

        Bu kararın içerik ve süre bakımından dış ticaretimizi, ithalat politikalarını derinden etkilemesi söz konusu değil. Zaten Covid-19 sebebiyle geçici bir dönem için atılmış bir adım. Halbuki bu dönemde daha yakinen şahit olduğumuz gibi dış ticaretin, özellikle gümrüklerin ciddi rehabilitasyona ihtiyacı var.

        İlgili bakanlıklar ve bağlı kurumlarda henüz bu yönde bir hareket, eylem planı söz konusu değil. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) gibi gümrüklerde işletmecilik yapan, aslında sorunun bir parçası olan kurumlar ise doğal olarak pozisyon alamıyorlar. Yıllardır ihracat ve ithalat stratejimizin doğru analizler yapılmadan gerçekleştiğini yazıyor, TOBB ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’ne (TİM) yön veren bir avuç gurubun tuhaf durumlarına dikkat çekiyorum. Bu süreçte sadece ithalat ve ihracat rakamlarının aynı zamanda açıklanmasına bir nebze katkım oldu.

        REKLAM

        Türkiye’de dış ticaretle ve özellikle ithalatla gerektiği gibi ilgilenen kurumun olmaması ilginç! Mesela neden ABD ve Almanya gümrüklerinde, dış ticaretinde TOBB veya TİM gibi ayak bağı kurumlar yok da bizde var? Bu soruyu iş dünyası sorma cesareti gösterir, hükümet de ilgilenirse dış ticaretimiz prangalardan kurtulma temayülüne girebilir. Aksi halde gümrüklerdeki soygun tezgahıyla mücadele ve ithalatın verimli yapılabilmesi için Türkiye İthalatçılar Meclisi’nin (2. TİM) kurulması gerekir.

        Birinci TİM yıllarca “İhracatta rekorlar kırıyoruz” hamasetlerini ithalat verilerine bakmadan gündeme taşıdı. Halbuki ithalatta daha iyi rekorlar kırıyorduk, ama konuşulmuyordu. İki tarafın verileri aylık olarak birlikte açıklanmaya başlanınca sesleri kısmen kesildi.

        Türkiye’de neyi, niçin ve ne şekilde ithal ettiğimizi analiz edip, ekonomimize rehberlik etmesi beklenen kurumlardan birisi olan TOBB ortalama bire otuz kârlılıkla Kapıkule gibi gümrük kapılarını AVM gibi işletirse ithalat sorununa eğilebilir mi?

        Türkiye’nin ithalat rejiminde her yönüyle ciddi boşluk var. Çünkü ithal ürün elin malı! Dolayısıyla herkes gücü yetenin önünü kesiyor. Türkiye gümrüklerinde ithal mallar üzerinden taşıma, gümrükleme, antrepo, depo maliyeti ve ordino ücreti gibi kalemlerde haksız paralar alınıyor. Hiçbir ülke gümrüğünde olmayan uygulamaların bizde olması sebebiyle ithal ürünler gümrüklerde ilave pahalı hale getiriliyor. Bu paralar da sonra ürün maliyeti diye Türk vatandaşından çıkıyor.

        Geçen hafta gündeme getirdiğim ‘Ordino Haraç’ da gümrüklerde en fazla göze batan haksız kalemlerden birisi. Ama Ticaret Bakanlığı pek dert etmiyor.

        Gümrüklerde devletin sırtından para kazanan güruh kendi kaide ve kurallarıyla işlerini zaten götürüyor.

        Ticaret Bakanlığı’ndan önemli bir yetkili, geçen haftaki “Ordino Haraç” yazımdaki detaylarla birlikte gümrüklerde çok sayıda haksız uygulamalar olduğuna dikkat çekti. “Başka ülkelerde benzeri olmayan şekilde sınır kapıları, limanlar ve havalimanlarındaki gümrüklerimizde “Deli Dumrul” gibi para toplayan ve dış ticaretin maliyetini artıran birçok aktör ve faktör var” vurgusunu yapan bu yetkili, Ticaret Bakanlığı’nın da bu hususlarla yeteri kadar ilgilenmediği görüşünde.

        Anladığım kadarıyla Türkiye ekonomisinin sorunlarına kafa yormak yerine gümrük kapılarını AVM gibi işleten, vergisiz akaryakıt, içki ve sigara gibi satışlardan gelir sağlayan bir TOBB ve onunla ortak hareket eden bir bakanlık olursa ben daha çok “Ordino Haraç” yazısı yazarım.

        Diğer Yazılar