Seçimlere çöpler damga vurur mu?
Ülke genelinde, büyük şehirlerde ve hassaten İstanbul’da çöpleri toplamayı beceremiyoruz. Kaynağında ayrıştırılmadan toplanan çöpleri bazı belediyeler farklı şekilde kurduğu tesislerde ekonomiye kazandırdığını iddia etse de sonuç iç açıcı değil. Çünkü asıl mesele öncelikle çöpü doğru toplamada. Tüm çöpleri aynı torbaya atıp, sonra bir merkezde ayıklamak ya da toptan yakmak doğru bir iş olabilir mi?
İstanbul’da ilçe belediye başkan adayları açıklandığında Başakşehir Belediyesi Basın Danışmanı Ferat Gülver ilk mesajı verdi: “Senin sık sık vurguladığın, hatırlattığın çöpleri kaynadığında ayrıştırıp, toplamak için projemiz hazır. Bu seçim kampanyasında, 14 Şubat’ta açıklayacağız. Artık Bahçeşehir’de çöpleri 3 ayrı kategoride toplayacağız.” Başakşehir Belediye Başkanı Yasin Kartoğlu’nun yeniden aday olması sebebiyle gündeme gelen bu proje bakalım nasıl hayata geçecek? Bu arada Gülver’in de Edirne, Keşan ilçesi Beyendik Beldesi başkan adayı olduğu notunu da düşeyim.
İstanbul’da Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, işi her sokağa bir ayrıştırıcı koyarak kısmen çözmüş. Evlere de birer dijital kart dağıtarak plastik, cam, kağıt ve atık yağları belli bir bedel karşılığında toplamayı başarmış. Vatandaşı da böylece çöp konusunda eğitime sokmuş denebilir. İstanbul veya ülke geneli için uygulanabilir bir model mi bilemiyorum. Bildiğim, belediyelerin dar bir bakış açısıyla çöpleri ayrıştırarak toplamayı maliyetli gördükleri için yapmadıkları. Halbuki çöpleri doğru toplamanın uzun vadede katkısını anlayacak vizyonları olsa, olaya çok daha farklı bakacaklarından eminim.
İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayları Binali Yıldırım, Ekrem İmamoğlu gibi isimler, henüz bu konuda bir proje açıklamış değiller. Gelişmiş ülkelerde çöpler kaynağında ayrıştırılmış olarak 7-8 kategoride toplanıp, ekonomiye kazandırılıyor. Çevre kirliliğinin de önüne geçiliyor. Sisteme uymayıp, çöpünü ayrıştırmayanlara da ceza söz konusu.
Çöp mevzusu aslında Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın bir numaralı işlerinden birisi olması gerekir, lakin bakanlığın gündemine bir türlü girebilmiş değil. Hali hazırdaki Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum görevi Mehmet Özhaseki'den devralmıştı. Özhaseki de Ankara Büyükşehir Belediye başkan adayı. İki isimden de bu seçim atmosferinde, çöplerin doğru şekilde toplanıp, en verimli şekilde ülke ekonomisine kazandırılması için yeni adımlar, projeler beklemek en doğal hakkımız olduğunu düşünüyorum.
En iyi ‘Türk Kahvesi’ hangisi?
Başlıktaki soru geniş yelpazeli oldu. Ancak okuyunca merakımı anlayacaksınız.
Geçen hafta ülkemizin önemli projelerinde imzası olan büyük bir gurubun zirvesinden misafir ağırlıyorum. Sohbetimiz bir yerde kahveye geldi. Çeşitli kahve markaları, yapma ve sunma şekillerini konuştuk. Ancak konuğumun, dünyaca ünlü İtalyan bir kahve markasının patronuna, ‘Türk Kahvesi’ ikram hikayesi kafama çıkmamak üzere yerleşti. Yaşanmış bir hikaye için buyurun;
İstanbul’u ziyaret eden İtalyan patrona, ‘Sana “Türk Kahvesi” ikram edeyim de gerçek kahve nasıl olurmuş bir tat, bir gör’ dedim.
“Türk Kahvesi” hazırlattım.
Kahve uzmanı İtalyan patron kahvesini içtikten sonra düşüncesini merak ederek, sordum;
Nasıl?
‘Yanlış anlama, ama çok kötü kahve çekirdeklerinden yapılmış.’
‘Türk Kahvesi’ bizim için değerli, bize özgü çok eski bir tat. Batı kahve bilmezken, keşfetmişiz. Ama daha yukarılara çıkarmak, kalitesini ve algısını yükseltmek için pek fazla bir şey yapmamışız.
Evet, ülkemizde çok sayıda şirket, sağdan soldan topladıkları kahve çekirdeklerini karıştırıp, kavuruyor, sonra öğütüp pakete koyup, pazarlıyor. ‘Türk Kahvesi’ olarak paketleme yapan markalar var ama bu işe kafa yoran kalitesini yükseltmeye çalışan kahve çekirdeklerini bölgesine, aromasına, tadına göre araştırıp bunlara pakete yazacak aşamaya gelen maalesef yok. İtalyan patronun dikkat çektiği gibi kalitesiz çekirdeklerle, maliyet bazlı pazarlama var.
Son yıllarda ‘Türk Kahvesi’ni pişiren makineler geliştirildi. Hem de çok sayıda. Bakalım kahve çekirdeklerini de dikkate alarak ‘Türk Kahvesi’ni kim bir adım öteye taşıyacak?
Eğitimi toptan tatile çıkarmak akıl işi mi?
Yine bir yarı yıl tatiline girdik. Milli Eğitim aynı anda toptan kepenk kapattı. Tatil boyunca yollar, havalimanları dolup taşacak. Ulaşım fiyatları uçuşa geçecek. Turistik tesisler 15 gün boyunca dolulukta zirve yapacak. Konaklama fiyatları da öylesine tavan yapacak ki, ulaşım maliyetleri de dahil olmak üzere Avrupa’da kış tatili yapmak Türkiye’den daha avantajlı hale gelecek.
Bu tablonun ortaya çıktığı bir dönemde Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda eğitimden anlayan Prof. Dr. Ziya Selçuk, Turizm Bakanlığı’nda ise sektörünün içinden gelen Mehmet Ersoy’un bulunması tuhaf değil mi? Hadi diyelim ki, iki bakanın da bu ilk yarı yıl tatili. Ama sonrası içinde bu toptan tatil işine son vermeye yönelik bir açıklamaları, stratejileri ve politikaları yok. Asıl anlamadığım burası.
Türkiye gibi büyük bir ülkede aynı saatte, tüm yurtta, tüm okulların tatil edilmesinin yanlışlığı tartışılacak bir durum bile değil. Turizm sektörünü belli aylara sıkıştırmanın, belli aylarda fiyatları yükseltmenin, hatta bu sebeple yurtdışına zorunlu tatil programı yaptırmanın nasıl bir mantığı olabilir?
Defalarca yazdım. Eğer Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim programını ülkemizin büyüklüğünü dikkat alarak bölgeleri çeşitli zaman dilimlerine göre planlarsa bunun çok önemli avantajları olacaktır. Mesela turizm sezonu uzar, doluluk oranları yükselir, istihdam artar, fiyatlar aşağı iner, Aynı tarihlerde yollar, otobüsler, uçaklar tatil için yoğunlaşmaz. Kitap basmak, defter, kalem, çanta, kıyafet hazırlamak için çeşitli sektörler de belli dönemlere hapsolmaz...
Aynı anda ders başı zili çalınca, tatile çıkınca elimize ne geçiyor, anlayabilmiş değilim. Her iki bakanı da bu hususta bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.