Heyhat, Diyanet beklediğim gibi davranmadı...
İşte bunu yapmayacaktınız Sayın Diyanet İşleri Başkanı...
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, Papa Fransuva’nın “soykırım” sözcüğünü kullanmasını “ahlaki” bulmamış; yaklaşımı için ‘’Hz. İsa’nın ahlakıyla, barışla, adaletle bağdaşmaz’’ demiş ve eklemiş: ‘’Milyonlarca Suriyeli mültecinin durumu Vatikan’ı, Ermenilerin tehcir edilmesinden, yaşananlardan daha mı az endişelendiriyor?’’
Vatikan bir devlet, Papa da o devletin başkanı; ancak dini açıdan da sayıları 1 milyarın üstünde olan Katolik dünyasının “kutsal” lideri Papa... Her ne kadar kardinaller arasında yapılan seçimle işbaşına geliyor olsa da, seçildikten sonra, Katolik itikadına göre, “hata yapmaz” statüsüne kavuşuyor.
Bir insanın “hata yapmaz” ve “günahsız” olarak tanımlanması, ona “kutsallık” atfedilmesi İslami açıdan anlaşılmaz olabilir; ancak yüz milyonlarca insanın gözünde Papa, “kutsal” bir figür...
Herhangi bir siyasetçinin güncel bir konuda üste çıkmak için Papa’nın bu özelliğini göz önünde tutmaması anlaşılabilir belki; ancak Hıristiyan şeriatına da vâkıf birinin bu durumu görmezden gelmesi beklenemez.
Tabii bir de elmalarla armutların karşılaştırılması yanlışlığı var...
Ermenilerin 100 yıl önce başına gelenlerin, “tehcir” kararını verenlerle hiçbir irtibatı bulunmayan bugünün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının başına kakılması bir garabet elbette. Bunu, her zaman olayı başımıza kakanlara söyleyebiliriz.
Ancak, konuyu bugün ele alıp Ermenileri haklı, “tehcir” kararını uygulayanları haksız bulanları, hangi dine ve hangi millete ait olduklarına bakarak ve tarihlerinin karanlık sayfalarını öne çıkararak suçlamak...
Vatikan’a, ‘’Tarihte yaşanmış acılar üzerinden birbirimize hesap soracak olursak bundan en çok Vatikan zararlı çıkar’’ demek... Amerika’ya, ‘’Kızılderililere yaptıklarınızı unutmadık’’ diye çıkışmak, Avrupalılara “engizisyon” ve din savaşları sırasında yaşananları, Haçlı Seferleri’ni, Holokost’u hatırlatmak...
Kulağa hoş gelse bile konunun özünü gözden kaçırmak olur.
Bunu yaptığımızda, ayıplayıp suçladıklarımıza, kendilerinin haklı olduklarını düşündürürüz.
Amerikalılar, Avrupalılar kendi tarihlerinin karanlık sayfalarında yazılı olan gerçeklerle yüzleşmiş durumdalar. Hâlâ ihtilaflı olan birkaç karanlık nokta konusunda tartışmaları da bütün açıklığıyla sürdürüyorlar.
‘’Kim haklı, kim haksız?’’ diye tartışadursalar bile, o olaylarda hayatlarını kaybetmiş olan insanlara en azından acıdıklarını ve onlarla irtibatlı olanların acılarını paylaştıklarını da belli ederek...
Sorun bizde, 100 yıl önceki olayda hayatını kaybedenlere karşı tutumdan kaynaklanıyor. Üzülüyoruz, ama üzüntümüzü dışa vurmuyoruz. Tarihimizin o döneminde olup bitenden utanıyoruz, bunu kendimize saklıyoruz; üzerimize gelindiğinde de ‘’Ama sizin tarihinizde de...’’ diye karşı saldırıya geçiyoruz.
Ne kadar yanlış...
1980 yılından bir anı...
ABD’deki bir akademik kuruluşun (Massachusetts Institute of Technology-MIT) Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nde, katıldığım ilk toplantıda, hemen yanımda oturan saygın bilim adamı, tabağımda yemek artığı bıraktığımı görünce şunu söylemişti: ‘’Biliyor musunuz; bizde, aile büyükleri, tabağında artık bırakan çocuklara, ‘Zavallı Ermenileri düşün, yemeğini bitir’ derlerdi.’’
O çocuklara muhatap bugün bizim diplomatlarımız ve siyasetçilerimiz...
1915’te hayatını kaybedenlere acımız ve saygımızı biraz daha fazla belli etsek, diyeceğimizi yapılan yanlışların yanlışlığına vurgudan sonra desek ve olanı başkalarının yanlışlarıyla kıyaslamaktan vazgeçsek, emin olun, derdimizi daha rahat anlatabileceğiz.
Bu yolda öncülüğü Diyanet İşleri Başkanı Prof. Görmez’in almasını, insanlık ayıbı bir konudaki tavrımızı doğru anlatarak ve Papa’yı yanımıza çekmeye çalışarak işe başlamasını beklerdim.
Geç kalınmış sayılmaz.