Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Acaba Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ, “Demokratik Toplum Kongresi” tarafından açıklanan 14 maddelik bildirgeyi benimsiyorlar mı? Ya fotoğrafta görünen diğerleri, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, Ertuğrul Kürkçü, İdris Baluken ve Altan Tan aynı bildirgeye ne diyorlar?

        Sorum aslında HDP’de politika yapan herkese; bazı isimleri özellikle saymamın sebebi, onların kamuoyu önüne sıkça çıkmaları...

        Kongre sonrasında bir bildirgeyle duyurulan esaslar ile HDP’li politikacıların bugüne kadar kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalar arasında dağlar kadar fark var çünkü.

        “Politikacıdır, bugün öyle söyler, yarın başka türlü” denilerek geçiştirilemeyecek çapta farklar...

        HDP meşruiyetini Türkiye’de yürürlükte olan Anayasa ve yasalardan alan bir parti; dolayısıyla HDP’de politika yapanların da Anayasa ve yasalara uygun davranmaları gerekiyor. Elbette farklı talepleri dile getirebilir, temsil ettikleri insanların arzu ve dileklerini ifade edebilirler.

        O arzu ve talepler mevcut Anayasa ve yasalara uygun değilse, Meclis grubu olarak Anayasa ve yasaların değişmesini usulüne uygun biçimde isteyebilirler.

        İnsanları ikna edebilir ve yeterli çoğunluğu sağlayabilirlerse, Anayasa da değişebilir, yasalar da...

        Yapamayacakları tek şey, demokrasinin zaten kabul etmeyeceğidir: Şiddeti devreye sokarak silahların gölgesinde sistem değişikliğini zorlamak...

        Özyönetim ise meram, elbette özyönetim konusu da tartışılabilir. Ancak, bu tartışma, “Özyönetim ilanları ile halkımızın yürüttüğü haklı ve meşru direnişi sahipleniyoruz” cümlesinde yatan mantıkla yapılamaz.

        Talebi anladık diyelim, ancak özyönetim ilanı nereden çıktı? Halkımız kim, hangi halk? Yürütüldüğü söylenen “direniş”, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de sokaklara kazılan hendekler eşliğinde, ağırı ve hafifiyle silahların konuştuğu türden eylemler ise, onlar nasıl olur da “haklı” ve “meşru” sayılabilir?

        Meşruiyetini ülkedeki Anayasal düzenden alan bir parti, silahlı kalkışmaya “meşru” diyebilir mi?

        Derse, demeye kalkışırsa kendisinin “meşruiyetini” tartışır hale getirmiş olmaz mı?

        Kim ne derse desin, “Demokratik Toplum Kongresi” sonuç bildirgesiyle, partili politikacıların bugüne kadar savunageldikleri “çizgi”nin hayli dışına çıkmış durumda HDP...

        Oysa HDP’nin kıymeti, temsil ettiği halk katmanlarıyla birlikte sistem dışında bulunanların taleplerini de demokrasinin sınırları içerisinde kalarak ifade etmesindeydi. İfade ile talepler aynı çizgide buluşunca HDP’nin de fazla bir kıymeti kalmaz; kalmıyor.

        Aşırı talepleri silahıyla gündeme taşıyan başka bir örgüt var zaten...

        HDP, son iki seçim öncesinde, ülkenin hassas sorunlarının bütününe sahip çıkan ve çözümü demokrasi içerisinde arayan bir parti görünümündeydi; parti olarak Meclis’e girmesini engellemek için olağanüstü yüksek tutulan barajı aşabildiyse, verdiği o görüntü sayesindedir.

        “Seçim hükümeti” sırasında iki üyesi -kısa süreliğine de olsa- bakanlık yaptı. Pervin Buldan başkanvekili sıfatıyla Meclis’i yönetiyor. 1 Kasım seçimi de 7 Haziran’a benzer bir sonuç verseydi, HDP’li bakanların içinde yer alacağı kalıcı bir hükümetle karşılaşabilirdik de.

        Fazla itiraz çıkar mıydı? Sanmıyorum.

        E, ne oldu da, şiddete bulaşmışları demokratik sınırlar içerisine çekmede ve taleplerin meşru zeminde ifadesinin önünü açmada sorumluluk üstlenmesi kendilerinden beklenen Demirtaş, Yüksekdağ, Önder, Buldan, Kürkçü, Baluken, Tan ve diğerleri, birdenbire “çözüm süreci”ni değil de “hendekleri” savunur hale geldi?

        Daha düz sorayım: Ne oldu da bu hale geldiniz?

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar