Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HABERİN üzerinden birkaç gün geçtiği halde etraftaki sessizlik yüzünden bir tek ben mi rahatsızlık duyuyorum? Öyleyse, eyvah ki, hem de ne eyvah...

        Beni kaygılandıran “haber” şu: Türkiye ile Suudi Arabistan heyetleri, Katar gözetiminde Beşar Esad’ı Suriye’de yönetimden uzaklaştırmak üzere görüşmeler yürütüyormuş; Suudi Arabistan’ın havadan yapacağı saldırılarla eşzamanlı olarak Türkiye de Suriye’ye ordusunu sokacakmış... Katar Emiri, şubat ayında Washington’u ziyaretinde Barack Obama’yı gelişmeden haberdar etmiş...

        Eskiden olsa “Suudi Arabistan mı? Türkiye ile mi? Hem de Katar’ın gözetiminde? Git işine Allah’ını seversen” tepkisini verirdim; ama şimdi...

        Şimdi bayağı kaygılanıyorum.

        Kaygımın sebebi, iktidar partisini telaşlandıran bir seçime doğru hızla yol alınıyor olması değil. Esas kaygıyı, yeni bölgesel ittifaklar oluştuğunun ve Türkiye’nin de taraf olmaya zorlandığının bir süreden beri elle tutulur hale gelmesi yüzünden duyuyorum.

        Türkiye “erdemli güç” diye de adlandırılan “yumuşak güç” olmaktan uzaklaştırılıp bölgesel ittifakların içerisine “savaşan güç” olarak çekilmek isteniyor.

        ABD’nin ikinci başkanlık dönemini belirlerken Obama tarafından çerçevesi çizilmiş “bölgesel çatışmalardan uzak durma” politikasının gereği olarak...

        Bölgesel ihtilaflarla bölge ülkelerinin baş etmesi öngörülüyor bu politikayla; Suudi Arabistan da yeni dönemde bunu sağlayacak ülke görevini üstlenmiş görünüyor...

        Obama tarafından telaffuz edilmesine rağmen ABD’nin bu politikası aslında “yeni” değil... İkinci Dünya Savaşı sonrasında çerçevesi çizilen “dünya düzeni” Ortadoğu’da çatışmalar çıkabileceğini öngörüyor ve bunun gerçekleşmesi durumunda uzaktan müdahale yerine bölgesel çareler üretilmesini sağlamayı amaçlıyordu.

        İngiltere’nin gözetiminde Türkiye, İran, Irak ve Pakistan’dan oluşan (1955) ve Irak’ta Baas ihtilaliyle (1958) yediği darbe sonrasında çözülerek CENTO adını alan Bağdat Paktı’nın amacıydı bu. ABD, Bağdat Paktı’nda “gözlemci” sıfatıyla bulunuyordu. CENTO da, İran’ın İslam Devrimi sonrasında çekilmesiyle tarihe karıştı.

        Her dönem kendi ittifaklarını biçimler; şimdilerde zorlanan da günün şartlarına uygun bir ittifaka benziyor. Kendi varlığına karşı “tehdit algılaması” yüzünden Suudi Arabistan uzun yıllardır ilk kez askerlerini sınır dışına gönderme kararı aldı. Yemen’de İran destekli bir yerel klana karşı resmen savaşıyor Suudi Arabistan...

        Garip olan şu: Yemen’de İran destekli isyancılara karşı Suudi Arabistan’ı destekleyen ABD, İslam Devrimi’nden (1979) beri “düşman” bellediği İran’la yakınlaşıyor... Bölgeden elini ayağını çekerken ihtilaflarını asgariye indiriyor ABD; buna karşılık, savaştan uzak durmaları kendi çıkarlarına olan bölge ülkelerini, sırtlarını sıvazlayarak sıcak çatışmalara yönlendiriyor.

        Türkiye’nin bu yanlış yönlendirmeden uzak durması gerekir.

        Uzun yıllar önce benzer bir plana iyi niyetle taraf haline dönüşerek Bağdat Paktı ve CENTO içerisinde yer alması, Türkiye’nin bölge halkları gözünde hayli hırpalanmasına yol açmıştı; son yıllarda itibarını yeniden elde eden ülkemizi bir kez daha imaj erozyonuna uğratmaktan kaçınmak şart.

        Washington’un o dönemdeki hesapları Esad’ın derhal gönderilmesini gerektirdiği için, aksine bir hava Ankara’da hâkim olduğu halde, Türkiye Suriye’ye karşı hasmane bir tavır almak zorunda kalmıştı. Washington şimdiki çıkarları öyle gerektirdiği için bölge ülkelerini savaşla çözüme yönlendiriyor; bu defa Ankara kendi “erdemli güç” çizgisinden sapmamalı.

        Tedirginsem, bunun zor olduğunu bilmem yüzünden tedirginim.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar