Bugün de biraz sanat
SİYASET, siyaset, siyaset; içimiz dışımız siyaset oldu. Hayatı tek boyutlu hale getirmenin ne anlamı var? Günlük bir gazete yazısında ele alınacak pek çok başka konu bulunuyor. Mesela sanat... Bu yazıda, sanat konusunun sınırları içerisinde kalmaya ve gerekmezse siyasetin sınırlarına tecavüz etmemeye çalışacağım.
Bakalım becerebilecek miyim?
Hayli zamandır siyaset kadar sanatla da yakından ilgilenmeye çalışıyorum. Bu ilgimi biraz da Prof. Hasan Bülent Kahraman’a borçluyum. Siyaset bilimci kimliği yanında ülkemizin önde gelen sanat eleştirmenlerinden biri olan Prof. Kahraman, çağdaş sanat eserleri sergilerine götürmese, uğradığım ülkelerdeki galeriler ve müzeler konusunda rehberlik yapmasa, o dünyayı yeteri kadar tanımayabilirdim.
Artık şunu biliyorum: Kalıcı olan sanattır; her dönem ortaya çıkardığı sanat anlayışı ve sanatçılarla değerlendirilir...
Çağdaş Amerikan sanatı, ülkenin yönetim anlayışını -daha doğrusu ideolojik yapısını- da yansıtır. Tıpkı Stalin dönemi sanatçılarının Sovyetler Birliği ideolojisini tuvallere ve heykellere yansıtması gibi... Tıpkı aynı dönemin Avrupalı -özellikle Alman ve İtalyan- sanatçılarının o sırada kıtada yükselen Nazizm ve faşizm ideolojisini eserlerine yansıtması gibi...
Hatta tıpkı aynı dönemde Türkiye’de üretilen eserlerin, o dönemin tek parti ideolojisini yansıtması gibi...
İdeolojinin iyiliği-kötülüğü, hayırlı veya hayırsız olması değil burada önemli olan; önemli olan, ideolojinin, egemen olduğu dönemde yaratılan sanat eserlerini etkilemesidir.
Yalnızca güzel sanatlar içerisine giren resim ve heykelde değil, müzikte, edebiyatta da eser sahibinin içinde yaşadığı toplumun yönetim tarzından etkilendiğini söyleyebiliriz. Faşizm ve Nazizm’in yükseldiği dönemde bu ideolojilerin sanatı olarak değerlendirilebilecek eserler yanında, bu ideolojilerle başı hoş olmayan sanatçılar da eserler verdiler.
Galiba burada siyasetin alanına teğet bir giriş yapmış oldum.
Zaten yılın ilk günü kaleme alınan bu yazıda “sanat” konusunu siyasetle ilişkisi yönünden irdelemek niyetindeyim. Özellikle de artık 12 yılını dolduran AK Parti iktidarının sanatımıza “katkıları” yönünden...
12 yıl, neresinden bakarsanız bakın, bir nesil demek... 12 yıl önce ilkokula başlayanlar şimdilerde üniversite çağına girdiler... AK Parti’nin iktidara geldiği yıl üniversiteye yeni başlayanlar artık 30’lu yaşlarını sürdürüyorlar... O kadar yıl içerisinde güzel sanatlar, edebiyat, musiki alanlarında pek çok eser verildi.
Peki, son 12 yıl içerisinde verilen eserler ile AK Parti arasında ideolojik açıdan bir ilişki kurmak mümkün mü? Aradan yıllar geçip farklı siyasi çizgiler iktidar olduğunda, AK Partili yıllara bakanlar, sanat eserlerinde o dönemin izini görebilecekler mi?
Mimari hariç... TOKİ’li bir dönem bu ve Türkiye’nin dört bir yanı aynı “zevki” yansıtan binlerce apartmanla dolu. Bir de Mimar Sinan kopyaları olduğunu mimarlarının bile “iftiharla” itiraf ettiği, inşası bitmiş veya bitmek üzere olan camiler var.
AK Parti dönemi için de “iftihar” vesilesi sayılabilir mi bu yapılar?
Dikkat ederseniz, konuya devletin kültür politikası açısından yaklaşıyor değilim; muradım, iktidardaki partinin estirdiği havanın sanat üzerindeki etkisini tartışmaya açmaktır. Herhangi bir “değer hükmü”ne de varmadan...
Siyaset, siyaset, siyaset... İyi ama, “sanat” ile buluşmamış iddialı bir siyasi çizginin kalıcılık kazanması da hayli zor.