Farklı görüştekileri öldürelim mi, sürelim mi?
BAŞKA konularda farklı düşünenler bile herhalde şu tespitte birleşebir: “Bir ülkenin en değerli hazinesi entelektüel birikimidir.” Her alanda fikir üreten; onları kendine saklamayıp toplumla paylaşan; bunun için makaleler, kitaplar, raporlar yazan; toplantılarda, televizyon tartışmalarında konuşan insanlar ve onların ürünleri...
Sadece bugün yazan ve konuşanları değil, tarih boyunca yaşadıkları dönemin fikir ortamına katkıda bulunmuş herkesi “entelektüel birikim” içinde görüyorum.
Türkiye’nin bu alandaki birikimi fena sayılmaz.
İşler iyi giderken, imparatorluğun yükselme döneminde, daha çok sözlü katkılar vardı; fikri olanlardan zaten devlet hizmetinde yararlanılıyordu. Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün (ö. 1092) “Siyasetname” adlı eseri, kendisine eseri sipariş eden Sultan Melikşah’a öğütlerle doludur. Gelibolulu Mustafa Âli’nin (ö. 1600) eserleri de öyle...
Duraklama döneminde ise padişahlara arz edilen raporlar vardır. En ünlüleri ömrünün büyük bölümünü sarayda geçirmiş Koçi Bey’in (ö. 1650) “Risale”si ile valilik de yapmış Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın (ö. 1717) “Nesayüh-ül Vüzera ve Ümera”sıdır. Her eserde, yazarının yaşadığı dönemin sorunlarına değinilmiş, çözüm yolları önerilmiştir.
Çöküş döneminde yaşayan aydınların feryatlarının yalnız yazanla yazılan arasındaki raporlarla sınırlı kalmadığını, edebi eserlere (şiir, tiyatro, roman) yansıdığını, kitaplar ve artık yaygınlık kazanmış gazetelerde makalelere konu olduğunu da biliyoruz.
Kelle verme pahasına hem de... Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın idam fermanında “devlete saygısızlık” da âkıbetinin gerekçelerinden biri olarak anılmıştır. Gözden düşmeler ve sürgünler, aykırı görüşler için ödenen en hafif maliyetlerdir.
Meramım elbette “Tarihte ne oldu?” sorusuna cevap teşkil edecek malumatfüruşluk değil. Ülkemizin entelektüel birikiminin kökenleri ile bugün yaşadıklarımız arasında kendini derhal ele veren üzülesi farka işaret etmek istiyorum.
Eğer beğenilmeyen görüşlere bugün “idam” cezası uygulanıyor olsaydı, onlardan farklı düşünenler gözden düşen aydınların ipini çekmek için sıraya girebilirlerdi.
Aydın bilinenleri birbirlerinden bu kadar hoşlanmayan, her gün biri diğerinin gözünü oymak için kalem oynatan bir başka ülke var mıdır, çok kuşkuluyum.
Olağanüstü şartların egemen olduğu bir dönemden geçtiğimiz kesin. Sadece bugün mü öyle, tarihimizin keskin dönüm noktalarının hepsi ancak “olağanüstü şartlar” ile izah edilebilir. O dönemlerde, aydın bilinenler, yanlışları doğru hale getirmenin mücadelesini veriyor, bunu sağlayacak bir üslupla birikime katkıda bulunuyorlardı. Beğenelim beğenmeyelim, her dönemin eli kalem tutanları, belli bir seviyenin altına inmeden bu görevi yerine getiriyorlardı.
İmparatorluğun çöküş döneminde bile...
Hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında, geçmişteki muhalif tavırları sebebiyle dönemin güçlüleri tarafından hoş görülmeyen ve bu yüzden hayatlarına kastedilen veya ülke dışına yollanan yazarlara, onlardan farklı düşünenler sahip çıkabilmişti.
Padişaha bağlılığı yüzünden (Refi Cevat Ulunay) veya Cumhuriyet’i kuran kadroya muhalif olduğu için (Refik Halid Karay) bazı yazarlar “150’likler” fasilesine eklenerek ülkeden sürülmüşlerdi; yeniden dönme imkânına kavuştuklarında, gazeteler, onlara sütun açmakta tereddüt etmedi.
Bugün hayat hakkı tanımayacak kadar birbirine buğz duyan bir aydınlar dünyası ve kalemlerini süngü gibi kullanan yazarlar var ülkemizde. Siyaset erbabını bile şaşırtacak kadar hem de...
“En değerli hazinemiz” gözlerimizin önünde değersizleşiyor.