Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

‘Arı kovanına çomak sokmak’ deyimine en uygun örneği, seçim barajını gündeme taşıyan yazısıyla Muharrem Sarıkaya vermiş oldu. Günlerdir Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) odağında yer aldığı konuyu tartışıyoruz.

Tabii buna tartışma denirse...

Konuyu AYM’nin veya başkanı Haşim Kılıç’ın kötü niyetli olduğunu vurgulama amaçlı bir tartışmaya çevirenlerin telâşa kapılmasına gerek yok: Mahkeme ‘hak ihlâli’ olduğu sonucuna varsa bile 2015 seçimini etkileyecek yeni bir durum ortaya çıkmayacak; böyle bir karara varması da mahkemenin, o kadar kolay görünmüyor.

Nereden biliyorum? Bizzat Haşim Kılıç’ın verdiği bilgilerden...

Boşuna telâş, gereksiz yere heyecan...

Diyelim, AYM, anayasayı ve yasaları takmadı ve 2007’de ‘367’ kararıyla yaptığı gibi yetkilerini aşan bir karara imza atarak “Barajı düşürün” baskısında bulundu; bu girişimi boşa çıkartmak, tıpkı 2007’de olduğu gibi, yine Meclis’in elinde.

Niyet okuma üzerinden dikkatlerimizi AYM’ye yönlendirenler, ‘konunun özünü’ gözden kaçırmaya sebep oluyorlar. Oysa ‘konunun özü’ çok önemli.

Türkiye’de seçimlerde uygulanan barajın varlığının Ak Parti’yle bir ilgisi olmadığı doğrudur; başka hassasiyetlere sahip bir dönemin ürünüdür seçim barajı... Barajdan yararlanan tek parti de AKP değil; işte bakın, MHP tartışmanın çıktığı ilk günden başlayarak alenen, CHP ise sürekli sessiz kalarak, barajın kaldırılması ihtimalinden hoşlanmadığını belli ediyor.

Yüzde 10’un üzerinde seçmen desteğine sahip siyasi partiler barajın varlığından memnun; memnun olmayanlar, baraja takılan veya takılabilecek durumda olan partiler...

Seçime bağımsız adaylarla katılmak zorunda kalan HDP/BDP gibi... Geçmiş dönemlerde barajdan yararlandığı halde sonradan barajın altına düşmüş partiler gibi...

Bir ara CHP (1999) ve MHP (2002) de yüzde 10 barajına takılmış, bir dönemi Meclis dışında geçirmişti; ancak onlar artık o korkuyu yaşamıyorlar.

Oysa her partinin adaletsiz bir seçim sisteminin dişlileri arasında öğütülme korkusunu her an içinde taşıması gerekir. CHP 1999’da Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin, MHP de 2002’de bir atımlık barutla seçime katılan Genç Parti’nin kurbanı olmuştu.

Yarın ne olacağını, kim, nereden bilecek?

‘Konunun özü’ işte burada devreye giriyor. Anayasanın seçim sistemleri için öngördüğü ‘temsilde adalet’ ve ‘yönetimde istikrar’ ilkelerinin ikisini birden tehdit ediyor yüzde 10 seçim barajı... Âdil bir temsili imkânsız hale getirdiği gibi, adaletsizliğin gadrine uğrayanlar yüzünden yönetimde de bir türlü istikrara kavuşulamıyor.

Doğru olan, anayasanın öngördüğü dengeyi bulmaya yarayacak makul bir orana barajı indirmektir. Bir çok demokratik ülkede bu oran yüzde 3 veya 5 olarak belirlenmiştir. Neden bizde de yüzde 5 olmasın?

Barajın düşürülmesine en tiz perdeden itiraz Ak Parti’den geliyor; oysa seçim barajının her iki kişiden birinin oyunu almayı başaran iktidar partisinin en az endişe edeceği şey olması gerekir. Buna karşılık, barajın indirildiği bir ortamda muhalefet partileri (CHP ve MHP), karşılarında, varlıklarını zorlayabilecek ciddi yeni rakipler bulabilirler.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş CHP’den de oy almadı mı?

Önüne engel olarak baraj konulan HDP/BDP çizgisi bağımsız adaylarla konulan engeli aşmayı da başardı.

Meclis AYM kararını beklemeden seçim barajını makule indirmenin yolunu aramaya başlamalı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar