Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gelin bugün siyaset falan boşverelim.

        Zaten yazsan ne yazacaksın.

        Dün bağırlara basılan Cumartesi anneleri bugün coplanıyor, biberleniyorsa...

        700 haftadır kavgasız gürültüsüz toplanan kadınlar, bir Kaymakam talimatı ile şiddetle tanışıyorsa Pazar Pazar siyaset yazmanın hiç bir anlamı yok.

        Biz en iyisi bugün sevdiğimiz bir mevzuya odaklanalım, otomobillere, daha doğrusu bir otomobile....

        Adlı adınca söylemek gerekirse, Aston Martin’in yeni Süper otomobili, DBS Superleggera’ya.

        Otomobil mevzularına derinlemesine girmeyip, sadece aşina olanlar diyebilir ki, “Bu superleggera ne demek, İtalyanca bu kelimelerin bir İngiliz markası olan Aston Martin ile ne alakası var?”

        Elbette ki, herkes Aston Martin’in uzun yıllardır bazı karoserilerini ve şaselerini

        Superleggera ile işbirliği içinde ürettiğini ve Superleggera’nın 1936 yılından bu yana İtalyan karoseri imalatçısı Felice Bianchi Anderloni’ye patentli bir otomobil şase ve gövde imalat teknolojisi olduğunu bilmek zorunda değil.

        Mevzudan fazla uzaklaşmadan anlatmak gerekirse, Duraluminden imal edilmiş, daha ince borulardan yapılan daha hafif bir şasede gövde panellerini de taşıyıcı unsur olarak kullanarak, daha hafif bir otomobil imal etme yöntemi Superleggera.

        20. yüzyılın başında Zeplinlerin gövde konstrüksiyonunda kullanılarak dikkat çeken duralumin havacılık sektöründe çok yaygın kullanılan bir malzeme.

        Zaten anlamı da “Çok hafif ya da süper hafif”.

        Alfa Romeo, Lamborghini, Lancia, Ferrari gibi pek çok marka özellikle yüksek performans otomobillerinde bu teknolojiyi alıp kullanmış.

        Aston Martin de 60 yıldır bu teknolojyi zaman zaman otomobillerinde kullanıyor.

        Uzunca bir süre çok derece kötü ama havalı otomobiller yaptıktan sonra DB 11 ile yükselişe geçen, yeni Vantage ile eski hastalıklarının tümünden kurtulduğunu kanıtlayan Aston Martin, en üst modeli olan DBS ile şanlı geçmişine yeniden döndüğünü, Aston Martin genlerinin

        Amerikan Ford ile uğradığı mutasyondan kurtulduğunu gösteriyor.

        Bilirsiniz, son söylenecek lafı baştan söylemeyi severim.

        Aston Martin DBS Superleggera, greçekten muhteşem bir otomobil olmuş.

        Bu yazı da bu otomobilin ne kadar müthiş olduğunu anlatacak size.

        Başka bir beklentiniz var ise okumayın.

        Aston Martin, süper otomobiller sınıfına yeniden dönüşünü kanıtlamayı amaçlayan DBS Superleggera’nın dünya prömiyeri için, dünyanın çeşitli ülkelerinden otomobil yazarı bir kaç kişiyi, bu aracı denemeye davet etmiş.

        Sağolsunlar, beni de unutmamışlar.

        Yaş itibarıyla böyle gezi, davet işlerinden mümkün olduğunca kaçtığımı bilirsiniz.

        Tuzum var diyene elinde hıyarla koşan gazetecilerden olmayı da kendime asla yedirmedim ama konu otomobil olunca biraz tavizkar olduğum da aşikar.

        Yani anlayacağınız, Kalktım gittim.

        Supperleggera’yı 20-25 kilometresi otoyol, gerisi bol virajlı dağ yollarından ibaret olan 350 kilometrelik bir parkurda, Alpler’in Almanya, Avusturya sınırındaki bölgelerinde denedim.

        Kah gıcır asfaltta, kah bozuk yollarda, kah toprak köy yollarında gazladım.

        DBS Superleggera, modern çağın otomobile benzemeyen süper otomobilleri arasında, hala otomobile benzeyen az sayıdaki örnekten biri.

        Daha açık söylemek gerekirse, Ferrari ile birlikte hala otomobil gibi otomobil yapan iki üreticiden birinin müthiş bir ürünü.

        Dizayn ekibi otomobili çizmeye başladığında, Aston martin adına bildikleri ne varsa unutup sıfırdan yeni bir dizayn için yola çıkmışlar.

        DBS’i çizen ekibin başı “Biraz Vulcan’den esinlendik ama genetik mirasımızı da tamamen unutmadık elbette” dedi anlatırken.

        Otomobilin ilginç proporsiyonları var. Ön ızgaradan, ön kapının arka çizgisine kadar olan bölüm otomobilin üçte ikisini oluşturuyor. Tabii tam tersi de geçerli. Kapının başlangıç çizgisi ise stop lambaları arasındaki bölüm de üçte iki.

        Bu da otomobile çok hoş bir altın oran kazandırmış.

        Ferrari 812’yi andırıyor ama biraz daha yumuşak hatlarla.

        Otomobilin altı tarafı büyük oranda aluminyumdan yapılmış.

        Şase, süspansiyonlar ve motor.

        Ancak arada mümkün olan yerlerde karbondan da faydalanılmış.

        Otomobilin gövdede de büyük oranda karbonfiber. Kapılarda ise aluminyum kullanılmış.

        Önde devasa bir hava girişi var çünkü 5,2 litrelik twinturbo motorun çokça oksijene ihtiyacı var. Izgaranın yanındaki hava girişleri ise 411 mm çapındaki devasa ön fren disklerini soğutacak havayı sağlıyor. Arkada ise 360 mm’lik diskler var. Önde 6, arkada ise 4 kaliperli frenler karbon diskleri dizginlemeye yarıyor. Tahmin edeceğiniz üzere tüm frenler Brembo tarafından DBS için özel olarak üretilmiş.

        Ön diskleri soğutan hava, çamurluklardaki deliklerden, arka diskleri soğutan hava ise arka kaputun içindeki özel yolundan dışarı atılıyor ve bir yandan da otomobili yere bastıracak downforce’u üretiyor.

        Motor tamamen Aston Martin tarafından geliştirildi dediler. Açıkçası şüpheliyim. Sanki blok

        Mercedes’ten gelmiş gibi bir hisse kapıldım ama kimsenin de günahını almak istemem.

        5,2 litrelik twin turbolu, 4 kamlı, 48 valfli V12 motor 725 beygir güç üretiyor.

        Bu bir şey değil. Asıl çok acayip olan 900 nm’lik akıl almaz tork.

        Gerçekten bu tork sayesinde DBS hem kalkışta, hem de ara hızlanmalarda kıçından tekme yemiş gibi oluyor.

        Zaten 0’dan 100’e 3,4 saniyede çıkan DBS, 0’den 160 6,2 saniyede çıkıyor. Ara hızlanma değerleri de akıl almaz.

        Motorun yanma odaları kusursuz olması için, tek tek CNC’de oyulmuş ama zaten pek çok süper motor böyle yapılıyor.

        Ağırlık dengesi açısından şanzıman otomobilin arka tarafında.

        ZF’in 8 ileri şanzımanına gücü aktaran ise karbondan imal edilmiş bir şeft.

        DBS’in en sevdiğim yönlerinden biri ise arkadaki diferansiyelin tamamen mekanik olması.

        Hiç bir elektronik destek yok.

        Bu motor ve bu şanzıman DB 11’den 72 kilo daha hafif olan DBS Superleggera’yı 342 Kms son sürata kadar çıkarabiliyor. Ama ben size söyleyeyim bu resmi hız.

        Siz son sürati en az 360 kms olarak düşünebilirsiniz.

        DBS Superleggera son süratte yaklaşık 180 kg down force üretiyor.

        240 kms süratte ise 120 kg down force’a sahip.

        Aston Martin, bu yeni otomobilnde iç dizaynda da paraya kıymış.

        Vantage gibi, bu otomobilin de elektrik ve elektronik alt yapısı Mercedes patentli ve gayet iyi.

        Çok da iyi yapmışlar çünkü İngilizler çok iyi otomobiller yapıp, kötü elekrik donanımı ile bu otomobillerin iyi gitmesini engellemeleriyle ünlüdür. Bu kez sorun Alman patentli çözülmüş.

        İç dizay hem çok şık, hem çok konforlu.

        Açıkçası bu kadar sportif bir otomobilin bu kadar konforlu olması pek alışıldık bir durum değil.

        Superleggera’yı istersenizg ünlük otomobil olarak bile kullanabilirsiniz.

        O denli rahat.

        Marka bu otomobil için pek çok kişiselleştirme özelliği sunuyor ama bana sorarsanız çok da gerekli değil çünkü fabrika bayağı iyi şeyler yapmış.

        Ben özellikle alkantara deri karışımı olanlara bayıldım.

        DBS sözde 2+2 yani 4 kişilik bir otomobil ama arka koltuğa oturmak bir yetişkin için imkansız gibi bir şey. Cüce ise o ayrı. Ya da bir kiyi dizlerini karnı adoğru çekerek yanlamasına otorabilir.

        Belki 10 yaşını geçmemiş küçük çocuklar da oturabilir.

        Ya da evcil hayvanlarınız. Danois köpekler hariç.

        İç dizaynda hoşuma gitmeyen tek şey, yolcu tarafındaki dashin geniş boşluğu oldu. Biraz anlamsız bir durum vardı gözüme hoş gelmeyen.

        Gerisi 10 numara.

        Sürüşü gelince.

        Açık söyleyeyim, başlangıçta biraz korktum.

        Kendimi biliyorum, limitleri zorlarım.

        Ama yaş oldu 55. Refleksler eskisi gibi değil. Kıçımız otomobili geçmişte olduğu gibi hissetmeyebilir.

        Fakat ne yalan söyleyeyim, ben mi DBS’i kullandım, DBS mi beni kullandı anlamadım.

        Çok açık söyleyeyim, bu otomobilden aldığım keyfi son olarak Ferrari 550 Maranello’dan almıştım. (Ferrari 812’yi hiç kullanmadım o yüzden bir şey diyemeyeceğim)

        Bu kadar dengeli, bu kadar güçlü ama bu kadar da yumuşak bir otomobil görmedim.

        DBS’in 3 sürüş modu var.

        GT, ki bu otomobil bir GT, Sport ve Sport Plus.

        Her üç modda da otomobil çok ciddi kimlik değiştiriyor.

        Sport Plus modunda elektronik destekler çok çok azalıyor ve otomobille başbaşa kalıyorsunuz.

        Asıl tadı da o zaman çıkıyor fakat GT modunda da otomobilin sportif havası asla kaybolmuyor.

        GT’yi şehir içi sürüşleri için tasviye ederim.

        Ancak virajlı yollarda performans yapacaksanız kesinlikle Sport.

        Sport Plus da iyi ama sürekli bir konsantrasyon gerektiriyor. Boş bırakmaya gelmez haberiniz olsun.

        Viraj kabiliyeti kusursuz.

        Denge kusursuz.

        Karbon frenler biraz hızlı ısınıyor ve ilk ısındığında hafif kayba uğruyor ama sonra bu kayıp ortadan kalkıyor.

        Ferrariler gibi abartılı olmayan hoş bir motor gürültüsü, muazzam bir sürüş ve akıl almaz bir güç.

        En güzel yanı ise otomobile benzeyen bir süper otomobil olması.

        Bayıldım.

        Tabii Aston Martin ekibi bana bayıldı mı bilmiyorum.

        Çünkü çok gevezelik ettik, otomobillerini de çok zorladım.

        Yeni Superleggera DBS Aston martin adına çok yakışacak bir mal olmuş.

        304 bin dolarlık ABD, 279 bin Avroluk Almanya satış fiyatlarıyla Allah sahibine bağışlasın.

        Meraklısı için söyleyeyim, teslimatlar 2018 Kasım’ında başlayacak.

        Bir de müjdem var Aston Martin Türkiye peşin fiyatına taksitle kampanya yapıyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar