Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugünkü İstanbul mitinginden tek bir sonuç çıktı. Milyonlarca insan, laik cumhuriyeti koruyacaklarını ve bu konuda çok hassas olduklarını haykırdılar. Bir şey daha söylediler; biz askeri darbeleri de istemiyoruz. Demokrasiyi koruyacak ve yaşatacak olan biziz.

        Başbakan ve AKP’liler Tandoğan’ı yorumlarken yaptıkları yanlışlardan ders almışlardır diye düşünüyorum. Eğer bu kez de bunu doğru okuyamazlarsa, söyleyecek söz kalmıyor.

        Genelkurmay Başkanı, 12 nisan’da, yapmış olduğu basın toplantısında ortaya koyduğu hassasiyetlerin hükümet cephesince algılanmadığını ya da ciddiye alınmadığını gördüğünde üç seçenekten birisini tercih etmek durumundaydı. Bunlar; 1. darbe yapmak, 2. muhtıra vermek, 3. istifa etmekti.

        Büyükanıt’ın hangi şıkkı seçeceğini 25 nisan tarihli yazımda belirtmiştim, okuyanlar anımsar.

        Hükümet, TSK’nın iktidarı almasını istemiyorsa bu açıklamayı ciddiye almalıdır.

        Bu, sondan önceki uyarılardan birisidir. Buna herkes çok dikkat etmelidir; bu ülke sokakta bulunmadı.

        Şu anda tartışma konusu olan Cumhurbaşkanlığı makamı, her vatandaş gibi TSK açısından da çok önemlidir. Araştırma ve tayin sürecinde, bazı basın organları Abdullah Gül’ü, sanki TSK da istiyormuş gibi imaj yarattılar. Genelkurmay bundan çok rahatsız olmuştur.

        Bu bildirinin o gece ya da hemen aceleyle hazırlandığını düşünmek yanıltıcı olur. Bu metin üzerinde çok çalışılmış, kurmaylarca mesai harcanmış bir kompozisyondur. Bu nedenle gelen tehlikeyi, atılan sesli adımları herkes duymalıdır.

        Gül, cumhurbaşkanlığı adaylığının bir anda ortaya çıkmadığını, uzun araştırma ve değerlendirmeler sonucu ortaya çıktığını söylemiştir. Oysa Başbakan bunun tam tersini söylemiştir. Genelkurmay’ın bildirisinin de bir anda yazıldığını, muhtıranın hükümete karşı değil de toplumun bazı kesimlerine verildiğini düşünürseniz askerlere davetiye çıkarırsınız. Ne denli inkâr etmeye çalışırsanız çalışın bu bir gerçektir ve üstünü örtmeye çalışmak da akılsızlık olur.

        Bundan önceki askeri darbelerin ana karakterine bakalım.

        Üç müdahale de soğuk savaş döneminde oldu ve ABD’nin ya yönetiminde ya da yapılır yapılmaz müdahalesiyle oldu.

        Her darbe sonrasında da solcular, Kemalistler, Atatürkçüler kısacası yurtseverler tutuklandı, işkenceden geçirildi, öldürüldü. 12 eylül’de ülkücülerin de bir kısmı aynı muameleye tutuldu. Fakat İslami kesimden tek bir ferdin bile burnu kanamadı. Çünkü, ABD’ye göre SSCB’yi Müslüman kuşatması yıkacaktı. Bu nedenle İslami unsurlarla, müslüman-milliyetçi unsurları çıkar karşılığı örgütleyerek, aynı ülkenin çocuklarını birbirine öldürttü.

        Bunu nasıl başardılar?

        Süleyman Demirel ısrarla hep bir konuyu yineledi. 12 eylül gecesine kadar akan kan, nasıl oldu da 13 eylül’de durdu?

        İşte bu değerlendirme en can yakıcı sorudur ve yanıtı da tüm çıplaklığıyla ortadadır.

        Beş binden fazla genç, yani ülkenin geleceğinin garantisi çocukları kara toprağa verdik. Kim yaptırdı bunları? Provokatörler.

        12 eylül askeri müdahalesinin nedeni olarak gösterilen eylem, Konya mitingiydi. O günün belediye başkanı Mehmet Keçeciler henüz hayattayken sormak gerekiyor; o şeriatçı sloganların atıldığı ve yeşil bayrakların sallandığı mitingin, ön safında yer alan ve fotoğrafları her gazetede yayınlanan kişileri bir daha gören oldu mu? Hayır.

        Bugün, bir askeri muhtıra yayınlanmıştır. İktidar sahipleri görmezden gelmeye çalışmasınlar. Bu bildirinin son paragraflarında açıkça “söylenenler doğru algılanmazsa eylem yaparız” diyorlar. Genelkurmay’ın eylemi de “askeri darbedir!”. Bundan sonra artık asker konuşmaz ve hükümetle kayıkçı kavgasına girmez. O bekleyecek.

        Askere harekete geçirecek olan “aktörün” adı da provokatördür.

        Yeni provokatör kim olacak? Ya da kimdir?

        Bunun kim olduğunu bulmak istiyorsanız, bugünü hazırlayan kişi, kimse, odur! Bulmaya çalışın.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar