Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇTİĞİMİZ sezon İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın 98 yıllık geleneğine darbe inerken, Şehir Tiyatroları yönetmelik değişikliğine giderken; 'kültür başkenti' İstanbul'un tiyatrosunun özgürlüğü ve özgünlüğü adına derin şüpheler içine girdik. "Şehir Tiyatrosu yok edilemez" ve "Seyirci uyuma, tiyatrona sahip çık" diye meydanlara döküldüğümüzde, repertuvar seçiminin akıbeti vardı tiyatroseverlerin endişeler listesinin zirvesinde. Bu sezon, Vasıf Öngören'in kaleme aldığı, kızı Aslı Öngören'in ise yönettiği 'Zengin Mutfağı'nı repertuvarda gördüğümde içime su serpildi.

        1970'li yıllardaki sağ-sol çatışmalarını zengin bir metin, duru bir reji ve Çiğdem Erken'in imzasını taşıyan birbirinden güzel şarkılarla anlatan oyunu izlediğimde; "Helal olsun" dedim. Başta alkışlamaya doyamadığım Murat Garibağaoğlu; Ali Mert Yavuzcan, Irmak Örnek, Ozan Gözel ve Selçuk Yüksel'in performansları da eklenince işin içine; 'Şehir Tiyatroları'nın yüz aklarından' diye nitelendirdiğim bir oyun izleyerek ayrıldım Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nden... Ruhum beslenerek, tiyatroya olan aşkım depreşerek, sanatın manen giderek fakirleşen insanlığın elindeki en büyük zenginlik, tiyatronun en etkili kişisel gelişim yöntemi olduğundan bir kez daha emin olarak...

        EMEĞE SAYGISIZLIK DEĞİL DE NE?

        Tiyatro en etkili kişisel gelişim yöntemi evet ama birilerinin bu gelişimi reddetmekte kararlı olduğu da net! 1970'lerde sahnelendiğinde Fatih'teki bir prova sırasında saldırıya uğrayan oyun, bu kez, "Bize küfürler savruluyor" diye şikâyette bulunan iki ülkücü gencin kurbanı oldu. Yakın çevremde ve sosyal medyada oyunu izleyen herkes kaçırılmamasını tavsiye ederken, bu iki ülkücü gencin oyunun içeriğini çarpıtan protestosundan bir süre sonra Şehir Tiyatroları oyunu şubat ayı programından çıkardı. Mart ayının akıbetiyse belirsiz... Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin, "Bu kararın özel bir nedeni yok. Bir açıklaması olması da gerekmiyor" demekle yetindi. Oyun için verilen onca emek bu şaka gibi açıklama eşliğinde yok sayıldı. Henüz galası bile yapılmayan oyunu izlemek için sabırsızlananların hevesleri de kursaklarında kaldı.

        Birkaç hafta önce oyunla ilgili izlenimlerimi yazdığımda, "Sahnedeki mutfak dekorunda insanı yeniden insanlığıyla buluşturacak 40 fırın ekmek gizli. Umarım mümkün olduğunca çok insan tadar faşizmin panzehiri olan o ekmekleri" demiştim. Dediğimle kaldım. Aradan geçen 40 yılda bir arpa boyu yol alamadığımızı kahrolarak anladım... "İstemeyen izlemesin" demek yerine; izlemek isteyeni de, söyleyecek sözü de bol olan bir oyunu kaldırmak niye? Bu, emeğe saygısızlık ve seyircinin seçme hakkını elinden almak değil de ne?

        Bu arada Ankara'dan da üzücü haberlerim var size. Akün ve Şinasi Sahneleri satılıyor. Anlayacağınız tiyatronun üzerinde yine kara bulutlar dolaşıyor. Üstelik bu bulutlardan haberi olup da yokmuş gibi yapanların sayısı da giderek artıyor. 'Zengin Mutfağı'ndaki bir şarkı sözünden hareketle, durum çoğunluk için şöyle: "Ne gör, ne işit, ne de söyle! Üç maymun var senin zihninde!"

        Ateşin düştüğü yer: YUVAM!

        ÖNCEKİ akşam, 142 yıllık bir tarihle birlikte benim geçmişim de yandı Ortaköy'de... Toplam 7 senemi geçirdiğim, Galatasaray Üniversitesi'nden yükselen alevler öyle bir ateş düşürdü ki içime...

        1998'de, Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandığımı öğrendiğimde, babamla ben mutluluktan ağlamıştık o her köşesinin dili olan canım binanın önünde. Kaydımı yaptırdığım, ilk dersime girdiğim, hazine niteliğindeki kütüphanesinde bir ömürlük zaman geçirdiğim, ellerimde stresten siğiller çıkarak yazdığım tezimi verdiğim, Süslü Salonu'nda cüppemi giyip "Keşke bu rüya sonsuza kadar sürseydi" diye içlenerek mezuniyet pozu verdiğim bina... Görüntüde küçücük ama özünde kocaman... Bir yandan tarih kokan, diğer yandan insana kendi tarihini yazma şevkini aşılayan... Okul m

        değil, dostum, yuvam... Önceki gece, ömrümün en güzel yıllarına evsahipliği yapan yuvam cayır cayır yanarken, babamla ben yine ağlıyorduk ama bu sefer kahırdan... İçimde öyle bir acı var ki anlatamam. "Yaşamak bu yangın yerinde her gün yeniden ölerek" demiş ya hani şair; öyle yandım işte, öyle öldüm, öyle eksildi yaşamak... Kul olanlar, kül olanlar... Çok ağır geliyor, utanç veriyor bana bu dünyada yaşananlar...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar