Ah o sıkışmışlık hissi öyle tanıdık ki...
“ÂŞIK oldum mu, sevdiğimi dişetlerine kadar seviyorum. Ben en çok güzel gülene âşık oldum. Güzel gülen ve dans etmesini bilene. Öyle birine âşık ol ki, her şeyi unut. Dans etmeyi hatırla!” Yazdığı oyunlarla kalplere, ruhlara şifa akıtan, hayatın elleri güzel kalmış adamlarından Kemal Hamamcıoğlu, böyle demişti 2015 yılının mayıs ayında kendisiyle yaptığım röportajda bana.
Ben de bu dünyada en çok güzel güleni sevdim, güzel gülene âşık oldum. Benden aşkın tanımını yapmamı istediklerinde “Bütün dünyayı bir gülümsemeye sığdırmaktır aşk” dedim. “Hayalindeki adamı anlat” dediklerinde, “Güzel gülsün, kalbiyle gülümsesin” yanıtını verdim.
Geçtiğimiz cuma akşamı, TOY İstanbul’da, Kemal Hamamcıoğlu’nun, ikisine de içimde açtırdıkları çiçekler için selam olsun ‘Kabin’ ve ‘Garaj’dan sonra yazdığı üçüncü oyunu; ‘Kaplan Sarılması’nı izledim. Mutluluk Odası’nda geçen oyun, kendine ideal bir partner yaratmak için odaya giren bir kadınla, onun komutları doğrultusunda bu partneri yaratmaya koyulan bir makine arasındaki diyalog üzerine şekilleniyor.
SANAL MUTLULUK ODALARINA HAPSOLDUK
Odanın ortasında kadınla müstakbel partnerini bedende buluşturmaya hazır bir yatak var. Kadın başlıyor hayalindeki erkeği anlatmaya; gözlerinden boyuna, kaslarından ses tonuna, kokusundan burcuna kadar tek tek belirliyor özelliklerini. Bedende buluşacaklar dedim ya hani; duvarlardan akan videolar eşliğinde adamın ambalajı itinayla hazırlanırken hiçbir sıkıntı çıkmıyor ama iş içeriğe, kalbe ve sarılmaya yani ruhta buluşmaya geldiğinde mutluluk odası klostrofobik bir hal alıyor.
Hayatın içinde de çoğumuz sanal mutluluk odaları yaratmıyor muyuz kendimize? Hapsolmuş vaziyette değil miyiz o odaların içine? Bir düşünsenize; bedene indirgeyip ilişkileri, özden yükselmeyen, dolayısıyla ne özden öze ne de gözden göze değen, boş sözden ibaret “Seni seviyorum”lar eşliğinde girdiğimiz aşkın sıcaklığına hasret soğuk yataklar aslında morg değil de ne?!?
Sarılma ihtimalinin oyundaki kadında yarattığı duygu ‘sıkışmışlık’ hissi. Ve ah o olmaz olasıca his öyle tanıdık ki... Nasıl olmasın ki? Akıllı telefonun bir tuşuna dokunup bir fotoğrafa ‘like’ basmak gibi bir şey değil sarılmak. Bunca sanallığın ve yüzeyselliğin içinde gerçek olmayı gerektiriyor, ellerini, gövdeni, en çok da kalbini gerçekten kullanmayı, değip uzaklaşmamayı. Tam tersinden yani sahtesinden geçilmediği için ortalık, yarattığı his sıkışmışlık, panik, korku, yorgunluk... Oyunu izlediğim gece, en derininden bir “Ah” eşliğinde koynuma alıp uyuduğum repliğin de dediği gibi “Birinin gitmesi değil, kimsenin gelmemesi yoruyor” yani.
ÖZLEMİNİ ÇEKTİĞİMİZ İÇTEN SARILMA
Oyundaki, aşkın önce ruhta buluşulmuş haline hasret herkesten izler taşıyan kadını Şebnem Bozoklu canlandırıyor. Çok özel bir oyuncu Şebnem, sıcacık enerjisiyle bütünleşen performansı o kadar gerçek ki özlemini çektiğimiz içten sarılmanın ta kendisi olup oyunun kolları arasına alıyor seyirciyi. Kerem Fırtına oyun boyunca, Kaan adlı makinenin sesi olarak eşlik ediyor Bozoklu’ya. İnsanın içine işleyen bu ses, kayıt değil canlı. Bahar Kerimoğlu öyle bir rejiyle sahneye taşımış ki oyunu, çok renkli ve yüklü bir video kurgusu eşliğinde seyirciyi hiç yormadan ve hikâyenin özünden koparmadan akıyor. Teknik olarak izlemeye alışık olmadığımız türde bir oyunla buluşmak da çok heyecan verici.
DİŞETLERİNDE BİTTER ÇİKOLATA TADI...
Oyunda sanal bir mutluluk odası var dedim ya; ‘Kaplan Sarılması’, bir tiyatro salonunu gerçek bir mutluluk odasına dönüştüren oyunlardan. “Sarılmak iyileştirir” demekle kalmıyor oyun, seyirciye yaralı yerlerinden sıkı sıkı sarılıp yalnız olmadığını da hissettiriyor, iyi geliyor.
Oyundaki sürprizi kaçmasın diye hikâyesini anlatmayacağım bitter çikolatadan hareketle finali Kemal’in röportajındaki cümleye dönerek yapıyorum: Keşke dişetlerine kadar sevsek sevilsek, doyasıya gülümseyerek çıkarsak o dişetlerine yayılan taze bitter çikolatanın ve birlikte dans etmenin tadını. Bu sezon izleyeceğiniz oyunlar listesine mutlaka ekleyin ‘Kaplan Sarılması’nı.