Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ANNELİK her şeyin daha iyisini aramak için çok güçlü bir motivasyon... Bebekli yaşam başladığı andan itibaren yediğinin, içtiğinin, giydiğinin, soluduğunun anlamı değişiyor... Daha sağlıklı, daha faydalı bir hayat için kendiliğinden bir çaba başlıyor (dedektiflik de denebilir buna) ve tabii ki ciddi bir mesai harcanıyor...

        Dışarıda salata yememek bu dedektifliğin getirilerine bir örnek: Evdeki salatayı sofraya gelene dek hangi süreçlerden geçiyor biliyorsun (önce duru sudan geçir, sonra sirkeli suda beklet, sonra tekrar duru sudan geçir) ama restoranda ısmarladığın salatanın tabağa konana kadar başına neler geliyor emin olamazsın... Bu çok basit bir örnek olsa da hayatın her alanına yayılıyor... Eskiden kullandığın, çok itibarlı markalara ait kozmetiklerin çöpe atılması gibi... Biliyorsun ki içeriğinde kanserojen maddeler var (parabenler ve pyhtalatlar). Bilgi, hayat kalitesini artırsa da çekilirliğini zorlaştırıyor...

        Derken konu yoğurda, zeytine, süte geliyor... Plastik kapta satılan yoğurdu almayıp evde yoğurt yapmaya, kostikle kurulan zeytinlerden korkup çiğ zeytini tuza basmaya başlıyorsun. Sıra süte gelince iyice sarpa sardın. Şehirde yaşıyorsun. Arka balkonda inek beslemen imkânsız. (Tek başına annenin çırpınması yetersiz kalıyor bu durumda; yüksek mercilerden dostlar gerekiyor yardım eden :))

        ***

        Tarladan sofraya sağlık

        DEVLET evlenen her çiftten 3 çocuk yapmalarını isteyecek kadar bu konuya müdahilse o zaman bu çocukların ve yaşadıkları çevrenin sağlığından da en az anne babaları kadar mesul olduğunu kabul ediyor demektir... Yani:

        Ben ailem için marketten en taze, en sağlıklı ürünü seçmeliysem Tarım Bakanlığı da o ürün markete gelene kadarki sağlığından sorumlu. Tohumdan dikime, hasattan dağıtıma tüm süreçlerde sağlığa zarar verme ihtimali olan işlemlerden mutlaka uzak durulmalı. (İster GDO'lu tohum olsun bunun adı, ister NBŞ, tarım ilacı ya da antibiyotik kalıntısı.)

        Bu sorumluluğun farkındaki yöneticiler "Sütte şu var, balda bu var" demezler. Çünkü o sütün geldiği ineğin yediği yemin de, arının polen topladığı çiçeklerin de kendi işleri olduğunu, bunlarda eğer bir kusur varsa bunun kendi kusurları olduğunu bilirler. E zaten bir işte kusur varsa o işi yapanlar o işi yapamıyor demektir. Bu açıdan bakıldığında, benim ıspanağın kumlarını yıkamadan yemeğe katmama benzer.

        ***

        Şuruptaki kimyasallar

        BİZ evde artık kullanmıyor olsak da bir de ilaç meselesi var. Annelik dedektifliğinin önemli özelliklerinden biri de etiket okumak. Bu okuma sadece paketli gıdalarla sınırlı kalmayıp ilaçları da kapsıyor. Mesela çocuk doktorlarının sıklıkla reçete ettiği, annelerin en ufak bir hastalık belirtisinde kurtarıcı diye kullandığı parasetamol bazlı çocuk şuruplarının etiketlerinde neler var:

        Boyar madde tartrazin (E 102 ve E 102) alerjen; koruyucu maddeler- metil paraben, propil paraben (petrol yan ürünleri) hormonal bozukluğa yol açan maddeler; tatlandırıcı ve koku verici sodyum siklamat, sodyum sakarin (E-952) sentetik tatlandırıcılar, ABD'de kullanımları uzun zamandır yasak.

        Sağlığa zararlı bu maddelerin çocuklara sağlık vermesi öngörülen şuruplarda bulunması hayret verici. Gıdalar için saydığım sorumluluk kriterleri bunlar için de aynen geçerli değil mi? Bunlara izin veren kurumlar hangi önceliklere göre davranıyor? Peki ya doktorlar bunları nasıl öneriyor? Yüksek ateşi düşürmek için illa parasetamol gerekiyorsa bunun diğer zararlı maddeleri ihtiva etmeyen bir alternatifi yok mu?

        Sorumlunun meçhullüğü ve alternatifsizlik en büyük sorunumuz belki de... Öyle değil mi?

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar