Turan kavimlerinin ekonomik, kültürel ve siyasi dayanışmasını ve nihai noktada birleşmesini savunan bir düşünce hareketidir. Başlangıcında hareket içerisinde Turan kavimlerinin hangileri olduğu ve bunlar arasında nasıl bir dayanışma sağlanacağı konularında bir görüş birliği yoktu. Coğrafi bakımdan da Turan'ın neresi olduğu belirgin değildi. Öyle ki Halide Edip (ö. 1964) 1910'larda yayınladığı Yeni Turan kitabında "Ey yeni Turan, sevgili ülke/Söyle sana yol nerede?" diye sorar. Ziya Gökalp (ö. 1924) ise Turan için "büyük ve müebbet bir ülke" der ve onu katmanlara ayırarak tarif eder. Akçura için Turan neredeyse Batı Avrupa ve uzak Asya dışındaki bütün Asya ve Avrupa'yı içine alır. Ancak kavramın bu belirsizliği onu daha büyülü hale getirmiştir. Bu yolla herkes kendi görüşünce bir Turan hayali kurmuştur.
1800'lerin sonu ile 1900'ların başlarında ortaya çıkan Turancılığın doğuşunun arka planında Avrupa ve Rus yayılmacılığı karşısında güçlü bir birliktelik oluşturmak için başka sığınacak seçenek kalmaması yatmaktadır. Osmanlıcılık seçeneği, Müslüman olmayan toplulukların Osmanlı'ya isyan etmeleriyle evrilmiş ve İslamcılığa dönüşmüştür. Ancak bu defa da Müslüman topluluklar Osmanlı'dan kopmaya başlamışlardır. Üstelik İslam topraklarının büyük kısmı artık işgal altındaydı. Osmanlı ordusu utanç verici yenilgiler almaktaydı. Böyle bir ruh ikliminde bin yılı aşan zamandır batıya doğru akan bu kavimin aydınları adlarının Türk, geldikleri ata yurtlarının doğuda bir yerlerde olduğunu hatırladılar. Bu belirsiz ata yurdun adına Turan dediler. Muhtemelen Turancılık bu nedenle batı ile doğuyu buluşturmayı ve bir biçimde birleştirmeyi hayal eden bir nitelik kazanmıştır. Zaten Turancılığın bilimsel tartışmalara konu edilmesinde ve Türkoloji kürsüsünün kurulmasında en batıdaki Turan kavmi olan Macaristan aydınları öncülük etmiştir. Osmanlı Turancıları da Macarlarla güçlü ilişkiler kurmuştur.
Turan kelimesinin kökeni hakkında çok şey bilinmemektedir. Bir görüşe göre Türk kavimlerinin en eskisinin Tür veya Tur olduğu, bu nedenle nasıl ki Ari dilini konuşanların vatanı Arian-İran ise Türk dilini konuşanların vatanı da Turan olsa gerektir. Turan sözcüğünün 3000-3500 yıl öncesine dayadığı ve Avesta'da "Tura" olarak geçen kelimeden türediğini iddia edenler vardır. Kelimenin kimi zaman Türkistan hanlıklarını, kimi zaman Kırım Hanlığını ifade ettiği hem edebi metinlerden hem de ruznamelerden (resmi sefer günlükleri) anlaşılmaktadır. Öyle ki metinlerde "Emir Timur'un İran ve Turan'dan alimlerle görüşmelerinden, Sultan Selim'in Kırım Han'ına yazdığı mektupta O'na "Turan'ın Sultanı" diye hitap ettiğinden söz edilir. Yine 1780'lerde Osmanlı'nın Rusların Türkistan'a ilerleyişinin önünü kesmek için iletişime geçtiği Buhara Hanlığının hükümdarına "Turanın Hakimi" diye hitap ettiği bilinir. Buradan anlaşılmaktadır ki Turan o dönemlerden 1900'lara kadar Osmanlılar için doğuda aynı soydan ve aynı dinden insanların yaşadıkları bir yer olarak düşünülmektedir.
Turan kavramının bunca belirsizliği barındırmasının bir nedeni de hareketin birçok merkezden beslenmesidir. Macaristan, Osmanlı, Kırım, Tataristan, Başkurdistan, Azerbaycan ve Uluğ Türkistan farklı koşullarda bağımsızlık ve birlik arayışı içerisindeydiler. Bu nedenle Turancılıktan beklentileri de ona yükledikleri anlam da farklılık göstermekteydi. Örneğin Macar Turancılığının merkezinde Macarlar vardır ve onların öncülüğünde Japonya'ya dek uzanan bir coğrafyada hem siyasi hem de ekonomik çıkarların gözetildiği bir işbirliği arayışı söz konusudur. Buna karşılık Ziya Gökalp, Yusuf Akçura (ö. 1935), Ahmet Ağaoğlu (ö. 1939)ve Hüseyinzade Ali (ö. 1940), Turancı görüşü savunsalar da aralarında Türk kimliği, Turan coğrafyası, Batı ile olan ilişki ve İslamiyet'in Turan hareketi içindeki yeri konularında ayrılıklar vardı. Örneğin Gökalp "dili dilime, dini dinimeâ¦" derken, Hüseyinzade Ali ise Macarlarla kardeş, hatta "hakperest olarak aynı dinden olduğumuzu", Cengizhan'ın Turan kahramanı olduğunu söyler. Turancılar arasında İslamiyet'e mesafeli duranlara Hüseyinzade Ali ve Akçura; Türklüğü İslamlık ile özdeş düşünenlere de Gökalp ve Hüseyin Cavit örnek gösterilebilir. Ahmet Ağaoğlu ise liberal görüşleri ile öne çıkmıştır.
Bu akımın en gerçekçi ve akılcı kişiliği "dilde, fikirde, işte birlik" ülküsünün sahibi İsmail Bey Gaspıralı'dır (ö. 1914). Açtığı Usul-i Cedit (Yeni Usul) okulları ve çıkardığı gazete ile Kırım, Azerbaycan, Tataristan, Türkistan ve Osmanlıyı ve Mısır'ı fiiliyatta birbirine bağlamıştır. Okullarından yetişenler daha sonra ilk tiyatroları, romanları yazacak ve doğu ile batı Türklerinin birbirleriyle fikri etkileşime girmesini sağlayacaktır. Ceditçi aydınların Sovyet coğrafyasında kalanlarının tamamı Stalin tarafından ya sürgüne gönderilecek ya da öldürülecektir. Aralarında bugünkü Azerbaycan milli marşının yazarı Ahmet Cevat (ö. 1937) ile Özbekistan'ın milli şairi Çolpan da vardır.
Tarihsel süreçte Turancı hareketin öncüleri 1918'de Azerbaycan Cumhuriyeti'ni, 1923'te ise Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdular. 1930'ların başında Türk Ocakları kapatılıp Halk Evleri açılması bir dönüm noktası olmuş ve bu dönüm noktasında Turancı aydınlar gözden düşmüş, kimileri hapse atılmıştır. 2. Dünya Savaşı döneminde ise Zeki Velidi (ö. 1970), Orhan Şaik Gökyay (ö. 1994), Nihal Atsız (ö. 1975) başta olmak üzere çok sayıda Turancı 1944'te idamla yargılandı, 1947 yılında yeniden yargılama ile hepsi aklandı. 1960'ların sonlarından itibaren Turancılık Alpaslan Türkeş'in (ö. 1997) öncülüğünde temsil edilmeye başlandı. 1980 askeri yönetimi, Turancı görüşün fikir, sanat, edebiyat ve siyaset alanındaki birikimlerine ağır darbe vurdu. Ancak 1990'ların başında Sovyetler dağılıp Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanınca, Türkiye'nin dış siyasetinde "Adriyatik'ten Çin Seddine" söylemi yerleşti. 2010 yılına gelindiğinde ise bir yasa ile Başbakanlığa bağlı "Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı" kuruldu ve kuruma "soydaş ve akraba topluluklar ile sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik faaliyetler yürütmek" görevi verildi. Bu tam 100 yıl önce örgütlenen Turancıların görüşlerinin tekrar milli siyasete dönüşmesiydi.
Turancılığın aynı zamanda bir aydınlanma girişimi olduğunu söylemek gerekir. Birincisi, eğitime, okullaşmaya ve sanata önem veriyordu. İkincisi, o dönemlerde görülmedik biçimde içerisinde Halide Edip ve "Aydemir" romanının yazarı Müfide Ferit gibi kadınlar öncü görev üstleniyordu. Üçüncüsü, milli edebiyat ile Ömer Seyfettin (ö. 1920) örneğinde, halkın konuştuğu dil olarak Türkçe'nin gelişimi için çalışıyordu.
Son olarak belirtmek gerekir ki her Türkçü yahut milliyetçi Turancılığı benimsememiştir. Türk milliyetçiliğini Türkiye ile sınırlı tutan, Türk tarihini de Anadolu'nun fethi ile başlatan görüşlere de rastlanır.
YAZAR
Recai Coşkun