Liberalizm (Uluslararası İlişkiler) nedir?
Geleneksel uluslararası ilişkilerin temel kuramlarından biri olan liberalizm, realizmin güç ve çatışmaya dayalı uluslararası sistem düşüncesine karşı, Aydınlanma geleneğinin iyimserliğine dayanarak insanların doğasının iyi olduğuna, rasyonel bireyler olarak insanların sorunları çözme kapasitesine sahip olduğuna, bu bireylerden oluşan ulus-devletlerin de rasyonel olarak hareket edeceğine ve böylece savaşın tamamen ortadan kalktığı bir uluslararası sistemin mümkün olduğuna inanan ütopyacı/idealist yaklaşımdır. Bu düşünce, 18. yüzyılda Immanuel Kant'ın (ö. 1804) "Ebedi Barış" kavramında karşılık bulur. Kant'a göre liberal değerlere sahip devletler (cumhuriyet-demokrasiyle yönetilen), sıradan halk/tebaa değil rasyonel vatandaşlardan teşekkül eder ve bu vatandaşlar savaştan olumsuz etkileneceği ve savaşa karşı çıkacağı için liberal devletlerin sayısı arttıkça savaş çıkma olasılığı azalır, böylece sürekli barış tesis edilir. Kant, zamanla orduların kaldırılmasının ve devletler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünü sağlayacak uluslararası hukuki bir yapının oluşturulmasının gerekliliğini de belirtir.
Buradan hareketle liberalizmi ayıran bir diğer özellik, devleti uluslararası ilişkilerin tek ve başat aktörü olarak gören realizmin aksine, uluslararası örgütler gibi devlet-dışı aktörlerin de devletler arasında iş birliğine yardım ederek barışçıl sonuçların elde edilmesinde önemli olduğunu savunmasıdır. Bu yönde, 1. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru ABD Başkanı Woodrow Wilson'ın savaşı önlemek ve uzun soluklu barışı sağlamak için ortaya koyduğu 14 İlkesinde Milletler Cemiyeti'nin kurulma fikri, yeni liberal bir uluslararası düzenin oluşturulması girişimi olarak değerlendirilir. Realistlerin büyük güç diplomasisine karşı serbest ticaret, uluslararası silahsızlanma, uluslararası hukuka bağlılığı ve devletlerin egemenliklerini ve bağımsızlıklarını garanti eden bir uluslararası birlikle savaşın önleyebileceğine dayanan Wilson idealizmi, savaşla baş etme konusunda uluslararası kurumların potansiyeline ve uluslararası hukuk ve diplomatik arabuluculuk gibi hukuki araçlara ve uluslararası mahkemelere duyulan güvene dayanır. Bu bakımdan Milletler Cemiyeti'nin 2. Dünya Savaşı'nı önleyememesi, liberal düşüncenin uluslararası örgütlerin kolektif güvenliği sağlayabileceği inancının başarısızlığı olarak değerlendirilir.
2. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkilerde ulusların ulusal çıkar üzerinden hareket ettiği iddiasını benimseyen realizmin hakim olduğu görülse de Bretton Woods Sistemi ile özellikle ABD tarafından iktisadi liberalizm teşvik edilmiştir. Buna bağlı olarak uluslararası ilişkiler disiplininde liberalizmin yeniden ortaya çıkışı, 1970'li yıllardan itibaren küreselleşme ile neoliberalizmin yükselişine bağlı olarak ekonomik meselelerin ve devlet-dışı ekonomik aktörlerin öne çıkmasıyla birlikte neoliberal kurumsalcılık adı altında olmuştur. Devletlerin birbirlerine iktisadi açıdan bağımlı olduğu düşüncesine dayalı neoliberal sistemde, asimetrik bile olsa, her devletin muhakkak mutlak kazanç sağlayacağı ve bu nedenle savaş ve çatışmanın rasyonel olmadığı için tercih edilmeyeceği görüşü savunulur. Buradan hareketle neoliberalizm, uluslararası sistemde tek bir merkezin bulunmadığını, devletlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve güvenlik konularında birbirleriyle bağlantılı olduğunu, devletlerin toplumlarından bağımsız olmadığı için tek bir ulusal çıkarın olmadığını ve anarşi olduğunda dahi iki taraf da kazançlı olabileceği için rasyonel olarak hareket edip iş birliğini seçeceklerini iddia eder. Buradaki temel varsayım, devletlerin gönüllü olarak üyesi oldukları ve yaptırımlarını kabul ettikleri kurumlar aracılığıyla (Avrupa Birliği, NATO, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi) barışçıl bir sistemin sürdürüleceğidir. Bu nedenle liberalizm, devletler üzerinde etkili olabilen güçlü bir uluslararası hukukun ve uluslararası rejimin gerekliliğini savunur.
Kapitalizmle birlikte iyi devletlerin demokrasi ile yönetildikleri için barış sağlamada daha etkin olacakları ve bu nedenle de uluslararası sistemde barışın tesisi için otoriter devletlerin demokratik devletlere dönüştürülmesi gerektiğini benimseyen neoliberalizm, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle ve Batı tipi liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin evrenselleşmesiyle zaferini ilan etmiştir. Oysa topyekûn savaşlarla kıyaslanamasa da 1990'lı yıllarda Yugoslavya'da, 2000'li yıllarda Suriye, Irak, Afganistan'da devam eden savaşlar, gerilimler ve tehditler bu düşünceye meydan okumaktadır.
Uluslararası ilişkilerde liberalizm/neoliberalizme eleştiriler hem realist hem de Marksist ve eleştirel kuramlardan gelmiştir. Realistler ulus-devlet, ulusal çıkar, güç dağılımı ve askeri-stratejik faktörlerin uluslararası sistemi anlamlandırmak için daha açıklayıcı olduğunu ve bireylerin ve uluslararası örgütlerin devletlerin davranışlarını belirlemede sınırlı olduğunu belirtirken Marksistler iktisadi liberalizmin ve devletlerin mutlak kazançlarının öne çıkarılmasıyla devletler arasındaki eşitsiz iktidar ilişkilerinin ve sömürünün göz ardı edilmesini eleştirirler. Bununla birlikte, iş birliği ile küresel düzeyde sorunların çözülebileceğine olan (iyimser) inancı ve insan merkezli düşünce yapısı ile liberalizm, uluslararası ilişkilerde çevre, insan hakları, göç sorunlarında başvurulan yaklaşımlardan biri olmaya devam etmektedir.
YAZAR
Berrin Koyuncu Lorasdağı