Konuşma, yazma, jest ve mimikler veya diğer bütün yöntemlerle bilgi aktarma veya paylaşma olarak tanımlanır. Teknik anlamıyla telefon, telgraf, televizyon, radyo vb. araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim, haberleşme, muhabere, komünikasyon gibi anlamlara gelmektedir. Merkantalizmin geliştiği 14. yüzyıl Fransası'nda kavram, ticaret ve ilişkiler anlamında kullanılmıştır. 15. yüzyıldan bu yana günümüzdeki (communication) anlamında kullanılmaktadır. 20. yüzyıldan itibaren ise iletişim kavramı, kitle iletişim araçları, basın ve yayıncılık sektörü için iletişim endüstrisi (communication industry) olarak yeni bir anlam daha kazanmıştır.
Sözlü, yazılı veya görüntülü; yüz yüze veya medya aracılığı ile olsun, mesajların kaynaktan alıcıya ulaştırılması bir iletişim işidir. İletişim; iletmek, dile getirmek, eğlenmek, pazarlamaya katkıda bulunmak, aydınlatmak, tartışmak, temsil etmek vb. gibi tanımladığı alanların gün geçtikçe genişlediği, genişledikçe sınırlandırdığı ve üzerinde uzlaşılması zor bir hal alan, sosyal bilim alanlarından biridir.
Kitle iletişim araçlarının gelişmesinden önce bireysel bir olgu olarak değerlendirilen iletişim, (önce yazılı) medya ile birlikte toplumsal bir boyut kazanmış ve kitleleri etkileme (propaganda, manipüle etme, yönlendirme) aracı olarak üzerinde çalışması gereken bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Yeni kıtaların keşfi, bilimsel buluşlar, sanayileşme ve modernleşme süreçlerinin ardından dünyada olup bitenden haberdar olmak isteyenlerin sayısı artmaya başlamıştır. 19. ve 20. yüzyıldaki iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, medya aracılığıyla insanlara dünyada olup bitenleri daha kısa sürede öğrenme fırsatı sunmuştur.
Medya sadece bireyler için değil, kolektif gruplar ve toplumlar için de belirleyicidir. Genellikle kültürdeki gelişmelerin sergilendiği bir alandır. Bu yönüyle sadece sanat ve sembolik şekiller değil; davranış, tavır, moda ve hayat biçimi olarak da belirleyicidir. Haber ve eğlence ile ayrılması mümkün olmayan bir şekilde karışmış değerleri ve normatif yargıları dile getirir. Denis McQuail'e (ö. 2017) göre kitle iletişim araçları temel olarak toplumsal değişmelere yön veren ve onları güçlendiren kanallardır.
İletişim de anlık bir bilgi alışverişi olarak değil, öncesi ve sonrası ile bilgi akışının (veya zihinde etkilerinin) devam ettiği bir süreç olarak algılanmalıdır. İletişim biliminin kurucularından olan Carl Hovland (ö. 1961) iletişimi, "başka bireylerin davranışlarını biçimlendirmek niyetiyle, bir birey tarafından uyarının nakledildiği süreç" biçiminde tanımlar. İletişimin süreç özelliği bireysel ve toplumsal (kültürel) olarak iki türlü karşımıza çıkmaktadır. Birey olarak iletişim gereksinimimiz değişken ve sınırsızdır. Sürekli kendimizi anlatmaya ve çevremizi, başkalarını anlamaya çalışırız. İletişim sürecinde öğrendiklerimizden etkilenir, başkalarını da etkileriz. Bu dönüşüm, başkalaşma hali, bireysel düzeyde sürüp gider. Toplumsal değer ve yargıların da o toplumun üyeleri arasında paylaşılabilmesi için iletişime ihtiyaç vardır. Bizden önceki kuşakların ne yaptıklarını ancak kültürel bir aktarım ile (iletişimle) öğrenebiliriz. Bizim içinde yaşadığımız kuşak da gelecek kuşaklara kültürel ögeleri aktaracaktır. Bu şekilde iletişim süreci, bireysel ve kültürel/toplumsal düzeyde sürekli aktarılan, değişen, gelişen bir nitelik taşır.
İnsanlar arasında anlamların paylaşılmasını ve fikirlerin akışını sağlayan, böylece anlam yaratma ve bireyler arasındaki anlamları "ortaklaştırma" işlemi olan iletişim, kesintisiz bir süreçtir. Bireyler günlük hayatlarının her anında mutlaka iletişim sürecinin bir aşamasında bulunmaktadır. Kişiler arası ortamlarda her davranışın bir iletişimsel karşılığı vardır. Aynı ortamda bulunan ve birbirleriyle hiç konuşmayan kişilerin dahi bir iletişim içinde oldukları söylenebilir. Bireyler sadece birkaç saniye birlikte olduğu kişi hakkında, doğru veya yanlış, bir algıya sahip olur. Kişinin giyimi, duruşu, saç şekli, kullandığı aksesuarları veya parfümü gibi simgelerin her biri birer mesaj olarak algılanır.
İletişim bilimi ile ilgili modern düşünce, 1910 ile 1940'lı yıllar arasında sadece iletişimin değil, Amerikan toplum bilimlerinin gelişmesinde de büyük payı olan, Şikago Okulu'nun üç önemli temsilcisi Charles Cooley (ö. 1929), Herbert Mead (ö. 1863) ve John Dewey (ö. 1952) tarafından üretilmiştir. İletişimin sosyal hayattaki rolünü belirginleştiren Şikago Okulu'nun temsilcileri iletişimi, mesaj nakletmenin çok ötesinde, içinde kültürün inşa ettiği bütün simgeleri barındıran, siyaset, gelenek, sanat, mimari vb. kültürün her alanında sürekliliği olan bir süreç olarak konumlandırmışlardır.
19. yüzyıl sonlarındaki hakim pozitivist bilim anlayışına göre iletişimi bir bilim dalı olarak saymak mümkün görünmemektedir. Sosyal bilim sahasında en son kendisine yer edinmeye çalışanlardan biri olarak iletişim, uzun yılların deneyimine sahip diğer alanlardan kendisini nasıl ayrıştıracaktır? Wilbur Schramm İnsan İletişiminin Bilimi (The Science of Human Communication) (1963) kitabında, iletişimi bir fizik veya ekonomi bilimi gibi tanımlanabilecek bir akademik disiplin olmadığını söyleyerek daha ziyade "birçok alanı bir kavşakta buluşturan bir disiplindir ve o haliyle kalmıştır" demektedir. Schramm'ın yaklaşımı dönemine göre normaldir. Zira o dönemde iletişim, kaynaktan çıkan mesajın, doğrusal olarak alıcıya gönderildiği çizgisel bir biçimde tasarlanmıştır. Bu döneme kadar iletişim, bu konuyla ilgilenen siyaset bilimci, matematikçi, psikolog ve sosyologların kendi kuramlarını test ettikleri bir alan olmuştur. Ancak sonraki yıllarda, iletişim araştırmaları gelişmiş, diğer alanların eklentileri giderek silinmiş ve iletişim bilimi, doktora programları, araştırma gelenekleri, bilimsel dergileri ve bilimsel kurumlarıyla yerleşik bir disiplin halini almıştır. İletişimin bir sosyal bilim dalı olarak ortaya çıkmasındaki özel tarihsel koşulların yanı sıra farklı disiplinlerin ortak alanı olması, herkes tarafından kabul gören bilimsel bir tanımının yapılmasını güçleştirmiştir.
İletişim sürecinin ögeleri farklı kuram ve yaklaşımlara göre artırılıp azaltılabilir. Ancak iletişimin olmazsa olmaz üç temel unsuru vardır. Bunlar, kaynak, ileti ve hedeftir (veya hedef kitle). İletiyi gönderene kaynak, alana hedef (hedef kitle), iletişimde gönderilen bildirime (mesaja) de ileti denmektedir. İletişimin diğer unsurları arasında kanal, araç, kod (kodlama/kodaçma), geribesleme (feedback), gürültü ve referans çerçevesi sayılabilir.
İletişim, en az iki kişi arasında duygu, düşünce ve bilginin farklı araç ve yöntemler kullanılarak paylaşılmasıdır. Bu araçlar bazen yazı, bazen söz, bazen sadece beden dili olabilir. İletişimin olmazsa olmazı olan kaynak ve hedef sürekli olarak birbiriyle mesaj alışverişini sürdürmektedir. Kaynak dediğimiz, iletişim sürecini başlatan kişi, hedef dediğimiz muhatabını etkilemek ve onda bir davranış değişikliği meydana getirmek için ona mesaj gönderir. Hedef de kendisine gönderilen bu mesajı alır ve cevap verir (feedback gönderir). İletişim süreci dairesel olarak işlemeye başlamış olur. Yüz yüze iletişim kuran iki bireyin fiziki olarak birbirinden ayrılmasından sonra da zihinde iletişim eyleminin etkisi devam eder.
İletişim türleri, sözlü iletişim, yazılı iletişim ve sözsüz iletişim (beden dili) olarak üç başlık altında toplanabilir.
Sözlü İletişim: Duyu organları ile kodlanan ve açımlanan mesajlar yoluyla gerçekleşen bir iletişim türüdür. İletişimin en yaygın biçimidir. Gerek bireyler arası iletişimde gerekse kitle iletişim araçlarında iletişim türü olarak sözel iletişim kullanılır. Televizyon, radyo ve yeni medyada da yine ses, en sık kullanılan kodlama sistemidir.
Yazılı İletişim: Yazı ile sağlanan iletişimdir. Yazı, sıklıkla, bir dildeki sözleri temsil eden semboller sistemi olarak ifade edilir. Yazının bulunmasıyla başlayan yazılı iletişim, kağıdın icadına kadar tablet, papirüs ve taş üzerine yazılarak sağlanmıştır. Kağıdın bulunması ve matbaanın kurulmasından sonra, iletişim olanaklarının genişlemesiyle uzak mesafelerle de haberleştirilmesi mümkün olmuştur. Kitap, gazete, dergi gibi basılı ürünlerin yayılmasıyla, yazılı iletişim kitlesel hale gelmiştir.
Sözsüz İletişim (Beden Dili): İletişimin, özellikle yüz yüze iletişimin, önemli bir bölümünü sözsüz iletişim dediğimiz "beden dili" oluşturmaktadır. Beden dili, iletişim ortamındaki kaynak ve hedefe yineleme, vurgulama, tonlama, sesini yükseltme/alçaltma olanakları sunarak iletişimi çok etkili hale getirmektedir.
İletişim, tanım yapanların yaklaşımlarına göre değişiklik gösteren farklı birçok tanıma sahiptir. Ancak bu tanımların tamamını çizgisel iletişim (iletme) ve döngüsel iletişim (paylaşma) yaklaşımları olarak iki ana kategoride toplamak mümkündür.
Çizgisel İletişim Yaklaşımı: İletişim, mesajı aktarmaktır. Bu yaklaşıma giren tanımlar, iletişim sürecinin iletim yönünü öne çıkarmaktadır. Bu yaklaşım "gönderici-mesaj-alıcı" çizgisel modeliyle karakterize edilebilir. Bu tür modeller, bir fikrin, duygunun, tutumun bir kişiden bir başka kişiye nasıl aktarıldığını ortaya koymaktadır. Çizgisel iletişim yaklaşımı, iletişimi "sinyaller ve mesajların denetim amacıyla belli bir uzaklığa taşıması" olarak kavramaktadır. İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, iletişimi bu model çerçevesine oturtmaya çalışan ilk sosyal bilimciler, iletişimi doğrusal bir süreç olarak tasvir etmişlerdir.
Döngüsel İletişim Yaklaşımı: İletişim paylaşmaktır. Bu yaklaşım, karşılıklılık ve ortak algılama, paylaşma gibi unsurların altını çizmektedir. Anlam üretme süreci olarak da adlandırılabilir. Ortak inançların temsili olarak yorumlanan bu yaklaşımda, iletim çizgisel değil, döngüseldir. Geribildirim (feedback) alınması ile iletişim süreci tamamlanmış olmaktadır. Bu yaklaşıma göre, iletişim sürecinin tüm ögeleri arasında bir etkileşim vardır. Sesli veya görüntülü sembollerin nasıl oluştuğu, anlamların nasıl kodlandığı, nasıl yorumlandığı/okunduğu, toplumsal ve kültürel bağlamı içerisinde değerlendirilir. 1950'lerden sonraki iletişim araştırmaları, iletişimin dört temel ögesine (kaynak, ileti, kanal ve alıcı) geribildirimi ekleyerek iletişimi doğrusal değil, dairesel ve döngüsel bir yapı olarak kuramsallaştırmıştır. Bu paradigmanın ilk temsilcileri Frankfurt Okulu kökenli toplumbilimcilerdir.
İletişim tam bir doğa verisi veya matematiksel anlamda bir veri akışı değil; sürekli bir anlam ve erk ilişkisidir. Anlam ve erkin belirginleşmesi de medyanın biçim ve içeriğini oluşturmaktadır. Paul Lazarsfeld'e göre medya, gruplar ya da bireyler aracılığıyla etkinliklerini gerçekleştirir. İnsanları birbirine bağlayan medya, erkleri destekler, yıkar, durağanlaştırır ve böylece kültürlere katılır ve onları biçimlendirir. Medya erk ağlarına dahil olmakta, hem ulusal hem de uluslararası boyutta giderek artan bir biçimde toplumsal hayatın sorunlarının tartışıldığı bir ortam hazırlamaktadır. Bu yönüyle gündem belirleyen ve yöneten bir yapısı vardır ve önemli bir güç kaynağıdır. Frankfurt Okulu temsilcilerinin ifadeleriyle iktidara rıza üretme aracı işlevi görür.
Hiç kimsenin bulunmadığı bir ortamda dahi kişinin bir iletişim içinde olduğu söylenebilir. Bireyin yalnızken düşünmesi, hayal kurması, plan yapması, öz eleştiri yapması gibi içsel yolculukları da bir nevi iletişimdir ve bireyin iç iletişimi olarak ifade edilebilir. Kişinin içsel iletişimi, onu güdüleyen, motive eden, kişinin düşünce dünyası ile kendisini tanımasına yardımcı olan bir iletişim biçimidir. İletişim biçimleri şu şekilde sıralanabilir: bireyin iç iletişimi, bireyler arası iletişim, grup içi iletişim, örgütsel iletişim ve kitle iletişimi.
İletişim, toplumun, kurumlaşmanın ve bir arada yaşamanın temelidir. İletişim eylemi, bireylerin kendilerini çevrelerine kabul ettirebilmek ve toplum içinde yaşayabilmek için zorunlu bir eylemdir. Bireyler arası ilişkilerin kurulup devam ettirilmesini sağlayan kişiler arası iletişim, toplumsal iletişimin ve onun bir çeşidi olan kurumsal iletişimin özünü oluşturmaktadır. Kitle iletişim araçları ve internet teknolojisi ile yaygınlaşan sosyal medya ise bireysel ve toplumsal anlamda önemli işlevler üstlenmekte, hayatımızda önemli bir yer işgal etmektedir.
YAZAR
Yusuf Adıgüzel