Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Yılın insanı: Luigi Mangione
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Luigi Mangione bir katil. Sabahın erken saatlerinde bir otelin önünde pusu kurup soğukkanlılıkla bir aile babasını öldürdü. Bir kaza kurşunu değildi, düpedüz önceden kusursuzca planlanmış bir infazdı. Günlerce kolluk kuvvetlerini peşinden koşturduktan sonra Pennsylvania’daki bir McDonald’s şubesinde hamburger zincirinin en popüler ürünlerinden ‘hash browns’ yerken yakalandı. O ana kadar bildiğimiz tek görüntüsü cinayetten hemen önce uğradığı Starbucks’taki kasiyerle flört etmek için maskesini sıyırıp gülümsediği an kameralara yansıyan suretiydi.

        Bütün bu ayrıntılar önemli çünkü cinayeti takip eden günlerde inşa edilen Luigi mitolojisinin önemli unsurları. Polis ordusu eşliğinde New York’a getirildiğinde üzerine giydirilen turuncu tulumuyla bir moda ikonu gibiydi. Bu kare, tıpkı Bülent Ersoy’un polisler tarafından götürülürken çekilen ve Helmut Newton fotoğraflarını andıran o görüntüsü gibi, tarihe kazındı. Luigi sisteme meydan okuyan bir Batman filmi kahramanı gibiydi. Kuşkusuz hemen dolaşıma giren kaslı vücut fotoğraflarından da anlaşılacağı gibi hem kadınların hem de erkeklerin ağzını sulandıracak kadar güzel olması da onun sıradan bir katil olarak değerlendirilmesini engelledi.

        Mahkemede giydiği bordo kazağın Margiela olup olmadığı tartışıldı, Nordstrom’da satıldığı ortaya çıkınca anında tükendi. McD’nin hash brown’ları viral oldu, gizli mönü kombinasyonları yarattı insanlar. Bol cepli ceketi şimdiden önümüzdeki sene Halloween’de giymek üzere satın alındı.

        Önceki gün New York’un East Village bölgesinde yürürken “Free Luigi” afişine denk geldim. Şehirdeki benzer afişlerden sadece biri. Tabii hemen altında “Free Mario” da yazıyordu, “Super Mario Bros” oyununa gönderme yaparak. Zaten Luigi’nin kimliği açıklandığından beri yapay zeka oyundaki tesisatçı adaşından yola çıkarak bir sürü yaratıcı kare üretti. Mangione’nin yargı masraflarını karşılamak için oluşturulan fon çoktan 200 bin doları geçti bu arada.

        BANE’İ HATIRLATIYOR

        Christopher Nolan’ın “Dark Knight” üçlemesinin sonuncusu ABD’de “Occupy Wall Street” hareketinin hemen akabinde vizyona girdi. Zenginlerin haddinden fazla zengin olduğunu ve halkı sömürdüğünü iddia eden bu isyan hareketi bildiğimiz anlamda toplumda iyi ve kötü ayrımını altüst etmiş, bugüne kadar Amerikan sisteminin kahramanlaştırdığı milyarderlerin aslında filmin kötü adamları olduğunu ülkenin yüzüne vurmuştu.

        Batman külliyatı içindeki onlarca kötü adamdan nispeten daha az bilinen Bane’in bu filmin kötü adamı seçilmesiyle 2012’nin başkan adayı ultra zengin Mitt Romney’nin şirketinin adının Bain, Bain’in Amerikan kapitalizminin en önemli şirketlerinden biri olması tesadüf müydü acaba?

        Filmdeki Bane aslında yeteri kadar kötü değildi, hatta bu yola mecburen girdiği, özünde iyi biri olduğu bile düşünülebilir. Artık ‘spoiler’ vermemde sakınca yok herhalde, Bane’in sadakati düştüğü kuyuda kurtulmasına yardımcı olduğu küçük bir kız çocuğunaydı. Bu bile özünde kalbinin iyi olduğunu gösteriyordu adea.

        Nitekim Bane’in amacı da bütün suçluları serbest bırakmak, hapishanenin kapılarını açıp mahkumları dışarı salmaktı. Sistemin içeri tıktıklarının değil, onları içeri tıkanların gerçek suçlular olduğuna inanıyordu. Filmi Upper West Side’daki bir sinema salonunda izlediğimde Türkiye’de 100’den fazla gazeteci hapisteydi ve mahkumların salınıp yeni bir mahkeme kurularak onları içeri tıkanların yargılandığı mahkeme salonu bende başkalarından çok farklı yankılanmıştı. Silivri zindanının parmaklıklarının açılıp dönemin içeridekilerin çıkıp onları tutuklayan savcı ve polislerin yer değiştirmesini hayal etmiştim. Büyük ölçüde bu dileğim gerçekleşti de.

        Ama Hollywood filmi tabii, merkezinde de filmin çoğunu zindanda beli kırık zindanda geçiren bir süper kahraman var, sonunda elbette Batman kazanacak. Belki de bu yüzden Nolan’ın filmi üçleme içinde en fazla havada kalan bölümdü. Nolan adeta yapmak istediği filmle yapmak zorunda kaldığı film arasında sıkışıp kalmıştı. Çünkü film biraz daha farklı bir yönde ilerlese Bane sonunda Batman’den daha ahlaklı bir pozisyonda kalacaktı.

        Luigi Mangione’nin Amerika’nın belli bir kesiminde kahraman olarak anılması, kaşlarından kazağına her anından anlam çıkarılması bana fazlasıyla Bane’i andırıyor. Toplumlar bazen anti-kahramanlara tapınırlar. Ama anti-kahramanların yarattığı kaosun sonunda yaşanan tatmin her zaman geçici olmaya mahkumdur. Yapısal değişiklik olmadığı sürece ölen öldüğüyle kalır, öldüren de öldürdüğüyle. Luigi’nin hikayesi de böyle bitecek.

        KURBAN DA MASUM DEĞİL

        Tıpkı Bane gibi Mangione’nin hedefi de bildiğimiz anlamda masum biri değildi. Görünürde öldürdüğü sigorta şirketi yöneticisi tırnaklarıyla kazıyarak en tepeye gelmiş, Amerikan rüyasının simgesi bir aile babasıydı. En son kendisine 20 milyon dolar ikramiye yazmıştı. Büyük ihtimalle iyi bir insandı da. Ama bulunduğu konum itibarıyla, en azından kağıt üstünde, kurban yeteri kadar masum değildi.

        Brian Thompson belki hiç suç işlemedi, ama elinde kan olduğunu iddia etmek de zor değil. Mangione’nin kurşunu aslında Amerika’nın çürümüş sağlık sigorta sistemineydi. İnsanların ambülans paralarını reddeden, 17 yaşında bir kızın artık ‘kurtarılamaz’ durumda olduğuna hükmedip ameliyata girmeden birkaç saat önce operasyona onay vermeyen ve ölümüne neden olan, en sevdikleri kelime ‘deny’ (red) olan sigorta şirketlerine sıktı kurşunu. Mermi kovanında ‘deny’ yazması boşuna değildi. Hepimizin bu sigorta şirketleriyle değişen boyutlarda tatsız tecrübeleri var.

        Hobsbawn’ın tabiriyle “sosyal haydut”tu Mangione, bu yüzden de arkasındaki kamuoyunu desteğini anlamak zor değil. Çözümü kurşunda arayan, kendisini süper kahraman yerine koyan, kanunu hiçe sayıp inisiyatif alan bir katili kahraman olarak anmak da ahlaki açıdan şaibeli bir durum. Her önüne gelen kendisini Batman zannederse topluma kaos hakim olur, Gotham City de böyle doğar.

        SİSTEM KİMİN TARAFINDA

        Kanunun yetmediği yerde insanın çaresizliğinin ilacı nedir? Öyle görünüyor ki Amerika inatla Mangione’nin kurşunundan ve arkasından gelen tepkiden ders almayacak. Sistem her zaman kapitalizmin yanında yer alacaktır, buna şüphe yok. Mangione’yi başka benzer suçlarda olmadığı gibi “terörist” diye yargılamaya kalkmak da sistemin pozisyonunu net bir şekilde gösteriyor. Çürümüş sistem onarılmadıktan sonra bu gibi yargılamalar caydırıcı olmayacak, bilakis yeni Luigi’lerin ortaya çıkmasının önü açılacak.

        Amerika’nın zenginleri çok uzun zamandır olası bir iç savaşa karşı tedbir almaya çalışıyor. Yer altında inşa edilen sığınaklara yatırım yapılıyor mesela. Dünyanın “Mad Max” benzeri bir kaosa dönüşebilme ihtimali, büyük şehirlerin bir Gotham’a dönüşebilmesi çok uzun zamandır yüksek sesle konuşuluyor. Geçmişte bu bir bilimkurgu fantezisiydi, ama Mark Zuckerberg’in Hawaii’deki yüz milyon dolarlık malikanesindeki yeraltı tünellerinden de gördüğümüz gibi düzen olası Bane’lere karşı tedbir almaya çalışıyor. Kaos dolu bir yeni dünyanın kapısını araladı Mangione. Bu belki de yeni dünya düzeninde sıkılan ilk kurşundu.

        ***

        Herkese iyi yıllar. Birkaç gün sonra görüşmek üzere.