Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Lal Denizli kaç cephede savaşacak
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Çeşme’nin nüfusu 48 bin 924, kayıtlı seçmen sayısı 39 bin 468. Medyada nüfusuna orantısız çok geniş yer alıyor ama özünde küçük, çok küçük bir yer. Hemen herkesin birbirini tanıdığı—gerçi İzmir de öyle—lafın çok kolay dolaştığı bir kasaba. Bu yüzden nabzı tutmak da hiç zor değil. Hatta sadece bir-iki telefon konuşmasıyla Türkiye’nin en popüler iki tatil noktasından birinde neler olduğunu çözmek zor değil. Bu yüzden daha şimdiden CHP’nin ilçe belediye başkan adayı Lal Denizli’nin kaç cephede savaşacağını merak ediyorum.

        Bir yanda soyadından dolayı “nepo baby” eleştirilerine muhatap olacak. Televizyon ekranından iş dünyasına global bir nepotizm yavruları fenomeni yaşanıyor. Meryl Streep’in kızı, Denzel Washington’ın oğlu derken liste o kadar uzun ki say say bitmiyor. Hüsnü Özyeğin’in oğlu, Aydın Doğan’ın torunu derken nepo yavruları fenomeninin Türkiye yansımalarını da konuşabiliriz: Ceren Olcay, Ecem Akbin, Oğulcan Engin

        Lal Denizli, soyadından da anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin en ünlü iki teknik direktöründen birinin kızı. Tarihe geçmiş kadar önemli bir soyadı taşıyınca insan ister istemez babasından bağımsız anılmıyor. Üstelik Lal Denizli iki taraftan da nepo yavrusu; annesi Türkiye’nin ilk ‘socialite’larından Çiğdem Kayalı... Ayrıcalık içine doğduğu, başkalarından daha avantajlı büyüdüğünü tartışmaya gerek bile yok. (Şeffaflık için not: Lal Denizli’yle bir kere tanıştım ve refleks olarak “Mustafa Denizli’nin kızı ne kadar büyümüş,” diye düşündüm. Ablası Selin Denizli’yi daha iyi tanıyorum, babasıyla bir aralar aynı cafe’ye takıldığımız için sosyal ortamda bir arada olmuşluğum var.)

        Erdal İnönü’den Tuğrul Türkeş’e Türk siyaseti de nepo yavrulardan muaf değil elbette. Bu gelenek Bekir Pakdemirli gibi yakın tarihli örneklerle de devam ediyor, ama koltuk babadan oğula geçince doğal hak kabul ediliyor. Kimi nepo yavruları dünyanın böyle işlediğini bile zannediyor: Nepotizmin sağladığı avantajlar babasının yarısı kadar mimar olamamış Murat Tabanlıoğlu’nun bilinçaltına öylesine işlemiş ki daha birkaç ay önce bana “Sen kimin oğluydun?” diye sordu.

        Herkes birinin oğlu ya da kızı sonuçta ama “birinin” oğlu ya da kızı olunca kapıların daha kolay açıldığı da sır değil. Lal Denizli yine de cesur olanlardan; torpil, adam kayırmaca, kimin kimi tanıdığıyla zirveye çıkılan bir ülkede bir futbol takımının teknik direktörü de olabilirdi. Kendisi de Nepo yavrusu bir babayla Türkiye’nin en büyük oyuncularından birinin kızı olan Zehra Çilingiroğlu mesela mimarlık okudu, o alanda çalışıyor. Denizli de bütün tanıdıklarının da tanıklık ettiği—Çeşme küçük demiştim—gibi hayatını Türkiye’yi kurtarmaya adadı. Küçüklüğünden politikayla ilgiliydi ve hep solcuydu. Şampanya sosyalizmi bile olsa kıraathane solculuğundan iyidir.

        CAM TEPEDEKİ KADINLAR

        Lal Denizli’nin özgeçmişi kağıt üzerinde bile bugün siyasetteki mevcut kadroların çoğundan daha kuvvetli: Fransız lisesi, siyaset bilimi lisans, yüksek lisans. CHP genel başkanlığına vekillik eden “Ecz.” yanında staj bile yapamaz. Ama Denizli soyadından dolayı kendisini tekrar tekrar kanıtlamak zorunda, çünkü daha şimdiden “Acaba ipini kimler elinde tutacak­?” soruları yükseliyor.

        Ne yalan söyleyeyim adaylığı açıklanır açıklanmaz benim de aklımdan geçen buydu: Ama “ipini kimler tutacak” değil, ne zaman bu soruyu sormaya başlayacaklar diye merak ediyordum. Fazla beklememe gerek kalmadı.

        Kamusal alanda ya da iş dünyasında “cam tavanı” delen kadınların kaderi bu. Bir şekilde bir yerlere gelmiş hiçbir erkek hata ya da sevaplarından sadece kendisinin sorumlu olduğunu, yaptıklarını öz iradesi sayesinde gerçekleştirdiğini açıklamak zorunda kalmıyor. Ama kadınlar, hele hele ünlü babaları ya da eşleri varsa bitmek bilmez bir kendini kanıtlama sınavına tabi tutuluyor. Başarıları onlara yolu açan erkeklere mal ediliyor, başarısız olurlarsa ise…e zaten kadınlar…

        Yapılan araştırmalar kadınların genellikle kriz halindeki kurumlarda en tepeye yükseldiğini ortaya koyuyor. Batmakta olan bir bankanın tepesine bir kadın atanıyor, eğer iflastan kurtaramazsa başarısızlığı kadınlığına mal ediliyor ve kolaylıkla harcanıyor. Sosyal psikoloji dalında çalışan akademisyenlerin tabiriyle kadınların yükselmesiyle çatlayan cam tavan “cam tepeye” dönüşüyor, tepenin zirvesinden kadını aşağıya atmak daha da kolaylaşıyor. Türkiye’nin belki de en derin ekonomik krizi yaşanırken Merkez Bankası’nın tepesine bir kadın atanması, Amerika’nın ciddi bir yasadışı göçmenlik sorununun ortasında bu imkansız sorunu çözme görevinin kadın başkan yardımcısına verilmesi tesadüf değil. Her iki kadın için de homurdanmaların—erkeklerin öncülüğünde—hemen başlaması da.

        Kadınlara yol açan erkekler bu yolu tıkamasını da çok iyi biliyor. Kadınsanız, eğitimliyseniz, bir de Beyaz Türk’seniz siyasette barınmanız zaten imkansız. CHP son yıllarda arka arkaya Melda Onur, Şafak Pavey gibi nitelikli isimleri öğüttü, yerlerine çok daha vasat ve onlarla kıyaslanmayacak kadar yetersiz erkeklerin önünü açtı. Şimdi en fazla kadının en büyük krizin yaşandığı İzmir’de aday gösterildiğini görünce de ister istemez başarısız olmaları için tuzağa mı düşürülüyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Denizli’nin ipini kum tutacak diye rakip partililer sormuyor, bizzat eski ilçe başkanının önderliğinde CHP’liler kendi aralarında tartışıyor.

        ÇEŞME MAĞDURU

        Türkiye’de teknik direktör kızları kendilerini ‘influencer’ ya da sahte servet fonu üyesi olarak konumlandırdıkları için Lal Denizli’nin sürüden ayrılması ezber bozuyor. Onun ayrıcalıklı hayatından vazgeçip neden kanalizasyon çukurundan çöp yığınlarına, elektrik kesintisinden gürültü kirliliğine kadar bir dolu baş ağrısıyla boğuşmaya razı olduğunu çözemeyenler çok. Türklerin kafası böyle çalışır, illa arkasında bir gizli hesap olduğunu zannediyorlar.

        Yazdan yaza Çeşme’ye giden biri bile adeta vasatlararası erkek yarışmasından bulunmuş gibi seçilen belediye başkanlarının ilçeye verdiği zararı görünce bölgeye aşık ve aşina birinin neden elini taşın altına koymak istediğini anlar. İtiraf edeyim, bir ara benim bile böyle bir fantezim vardı: “Tek bir çivi çaktırmayacağım, bütün beach club’ları kapatacağım, bütün otelleri yıkacağım, Alaçatı’daki bütün lokantaları kapatacağım,” gibi vaatlerle seçime girmek istiyordum.

        CHP daha evvel Çeşme’ye nalburu belediye başkanı yaptı. Nalbur doğası gereği çivi falan satmak ister; Çeşme altyapısının kaldıramayacağı bir yapılaşma salgınının altında çöktü. Son 20 yılda inşaata dayalı ekonomi sadece iktidar tarafından beslenmedi, böyle böyle büyüdü.

        Çeşme’nin nalburdan sonraki belediye başkanı Şantiye evlerinin kooperatif başkanıydı; yine bir başka inşaat aşığı. Yazın kaldığım evin karşısında bu başkanın yaptığı bir park var: Ansiklopedide “Türk parkçılığında beton kullanımı” maddesine gayet uygun.

        Captain Otelin sahibinin kızı, babadan Çeşmeli Lal Denizli ilçeyi karış karış biliyor ve 32 yıldır yaşanan şehircilik katliamının mağdurlarından biri. Ben bu yaz bunca senenin sonunda bir daha Çeşme’ye gitmemeye karar verdim, Lal Denizli ise kurtarmaya.

        Bunu ilçedeki 40 bin kişiye nasıl anlatacak ama, ondan emin değilim. Çünkü Çeşme’ye yazdan yaza gidenler benim gibiler değil orada yaz-kış yaşayan seçmen tayin ediyor ilçenin kaderini. Ayrıcalıklı bir Beyaz Türk’ün, meşhur bir soyadına sahip genç bir kadının Çeşme’deki çoğunluğu alt-orta sınıf olan seçmenden nasıl oy isteyeceğini, onlarla nasıl iletişime geçeceğini gerçekten merak ediyorum. 32 yaşında olmasına rağmen sadece ünlü bir babası olduğu için “çocuk” muamelesi göreceği de ortada. Oysa siyaset ancak gençlerin yolu açılarak gerontokrasiden arındırılabilir.

        BEYAZ TÜRKLERİN YARIŞI

        Ön yargı Lal Denizli’nin bir rakibiyse MHP’nin Çeşme adayı Esat Tanık da sandıktaki rakibi. O da Çeşme’de yerel bir şöhret sayılır: 90’lı yıllarda plajların en güzel erkeklerinden biri olarak yürek hoplatırdı; zamanla heteroseksüelliğin laneti onu da vurdu ve sıradan bir şekilde yaşlandı. Çok başarılı bir tenisçiydi, sporcu bursuyla Amerika’da okudu. Göğsünde Atatürk’ün portesini dövme olarak taşıyan tipik bir İzmirli ve bölgede çok iyi bilinen Tanık ailesinin üyesi. Ve o da 1980 doğumlu bir Beyaz Türk.

        Önceki gün Yılmaz Özdil’in aktardığına göre İzmir’in ilçelerinde MHP’nin kentin bilindik ve büyük ailelerinin çocuklarını aday gösterme stratejisi var—CHP buralarda sürprizle karşılaşabilir.

        İktidara tepkinin merkezi olarak bilinen bir şehirde MHP’nin aradan sıyrılmasına ihtimal vermeyenlere AK Parti’ye kızıp MHP’ye oy veren seçmen sosyolojisini tanımalarını tavsiye ederim. Çeşme’deki seçmenlerin bazıları, yine zamanında Özdil’in dikkat çektiği gibi, Alaçatı’da zenginlere sattıkları taş evlerin kapısında bekçi olarak çalışanlardan oluşuyor.

        Çeşme’den çıkacak sonuç “halktan kopuk” diye kolaylıkla etiketlenip ve bu yüzden elini taşın altına koymaya çekinen birçok nitelikli insanın siyasete girmesi için iyi bir deney olabilir. Sadece muhalefet belki tam çöküşün sonunda akıllanır diye İzmir’den Çankaya’ya her yerin AK Parti tarafından kazanılmasını içtenlikle dilediğim bir seçimde sadece Çeşme’yi merak etmem de bundan: Beyaz Türklere siyasette hala yer var mı? Bir de yakında yaz planımı yapacağım.