Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Ahmet San'ın bildiğimiz ve bilmediğimiz tarihi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Elton John konser vereceği sene Tel Aviv’de yaşadığı bir tatsızlık yüzünden İstanbul’a erken gelmek istiyor. Bu karar değişikliği organizatörleri hazırlıksız yakalıyor, özellikle de konaklama konusunda problem çıkıyor. Konserin yapılacağı İnönü Stadı’na yakın olsun diye tutulan Grand Hyatt’ın kral dairesi o gün dolu; Elton John’u da herhangi bir odada ağırlamak olmaz. Devreye organizatör Ahmet San giriyor, ne yapıp edip kral dairesindeki varlıklı Arap ailesini odayı boşaltmaları için ikna ediyor. Hatta onlara Elton John ile yemek sözü veriyor.

        O yemek yeniyor mu yenmiyor mu, bilmiyoruz, ama aile odayı boşaltıyor ve Elton John da San’a göre en iyi performanslarından birini İstanbul’da sergiliyor. Bu küçük anekdot aynı sene iki hafta arayla Michael Jackson ve Madonna’ya İstanbul’da konser verdirerek 1993 yılını belgesellere konu olacak kadar tarihe yazdıran Ahmet San’ın iş yapma biçimiyle ilgili fikir veriyor. Pratik, çözüm odaklı ve fazlasıyla Türk işi.

        KÜÇÜK ÇARPITMALAR

        Menajerler ve organizatörler istediklerini almak için her türlü taktiğe başvururlar, karşılarındaki kandırmak da işin doğasında vardır. Ahmet San’da da böyle ikna edici bir taraf var belli ki. Michael Jackson’ın menajerini Türkiye’de konser vermek için aynı binada ofis kiralamasından tutun da José Carreras’ı getirmek için otel odasının kapısında kamp kurmasına kadar Ahmet San’ın başarısı biraz şeytan tüyü ama çokça Türk tipi iş bitiriciliğin ürünü.

        Bir diğer başarısı da kendisini olduğundan daha usta ve daha yetenekli gösterebilmesi. Geçen yazın benim için en akıldan kalan anılarından biri bir misafirlikte Ahmet San hikayeleri dinlediğim akşamdı. Onu yakından tanıyanlar organizasyonların perde arkasında yaşananları anlattı. Hemen herkesin bahsettiği ortak özelliği hiç para hesabı yapmadığı, sürekli batıp çıktığı ama bir şekilde ayakta kalmayı becerdiğiydi.

        Ahmet San’ın bir hayalet yazarla yazdığı “San: Hiçbir Şey İmkansız Değildir” adlı anı kitabı yakın tarihi adından da anlaşılacağı gibi bir başarı destanı olarak anlatıyor. Çalakalem yazılmış kitap: Daha künyesinde “Hziran” baskısı yazıyor, San’ın eşi Süreyya’nın takma adı birkaç yerde “Suriş” ya da “Süriş” olarak geçiyor. Tıpkı Ahmet San’ın kendisi gibi kitap da detayları önemsememesi, objektif gerçektense tarihi kendine göre, gerektiğinde eğip bükerek aktarmasıyla Türk işi.

        Çarpıtma arka kapakta bile var. Bill Clinton’ın 2009 yılında bir konferans için geldiği İstanbul ziyaretinden sonra yolladığı teşekkür notu sanki kitap için yazılmış bir ‘blurb’ gibi kullanılmış. Bu işin etik olmaması ayrı bir konu. Mektubun “Zarif misafirperverliğini takdir ettim,” cümlesine arka kapakta bir kelime eklenmiş: “Zarif misafirperverliğini hep takdir ettim.” Böylece, ‘hep’ eklemesi sayesinde, sanki Clinton ve San’ın sürekli bir hukuku varmış gibi bir hava oluşturuyor.

        HERKESTEN KAZIK YEMİŞ

        Ahmet San kendisinden “efsane” olarak bahsedilmesinden hoşnut. Türkiye’nin dışarıya kapalı olduğu yıllarda imkansız gibi görünen işleri başarmak, hepimizi heyecanlandırmak ve hayatın İstanbul’da bundan böyle hep 1993 yazı gibi geçeceğine inandırmak az iş değil. Kitapta da bol bol kendisine övgü var. Ama satır aralarında, tam da geçen yaz Çeşme’de dinlediğim türde başarısızlık hikayeleri dolu.

        Ahmet San’ı kaç kişinin kazıkladığını, kaç projeye birlikte yola çıktığı “arkadaşlarının” onu bir şekilde saf dışı bıraktığını saymak zor. Her hikayenin birkaç boyutu vardır elbette. Ama San’ın aktardığına göre: Türker İnanoğlu bir anda Maslak’ta birlikte kurmak için yola çıktıkları eğlence merkezinin bütün hisselerini üzerine geçiriyor; Dinç Bilgin’den kazık yiyor, dava açıyor ama son gördüğümde oğlu Önay’ın puro siparişi için yurtdışına giden radyocu Cüneyt Ortan’ın aracılığıyla haklı şikayetinden vazgeçiyor; Beşiktaş Belediye Başkanı ona söz verdiği ihaleyi başkasına veriyor; Mydonose Showland’i kuruyor ama bir süre sonra çekilmek zorunda kalıyor; İETT arazisine çadır kurmak için anlaşıyor, ama belediye son anda Dubaili bir holdingle anlaşıyor; Tarkan’la kanlı bıçaklı ayrılıyor; Ahmet Ertegün ve adını vermese de nefretle andığı Nejat Eczacıbaşı’nı karşısına alıyor.

        Kitabın sonlarında imalarla, kimini üstünkörü kimini de açık açık yazdığı bu yenen kazıklar Liza Minelli’yle sabaha karşı Ortaköy’de Leyla Umar’a seslenmeleri gibi renkli hatırların ardından geliyor. Adeta bir çöküş ve gerileme dönemi. Ama biraz da zamanın ruhu ve şartlarla ilgili. Ahmet San arka arkaya kazık yiyor çünkü artık kazık atılabilir, kolay harcanabilir bir noktaya ulaşıyor. Ona duyulan ihtiyaç azalıyor.

        Ahmet San’ın altın yıllarında henüz İnternet yoktu, dolayısıyla Michael Jackson’ın menajeri de Los Angeles’ta bir gün pat diye kapıyı çalan bir adamın sicilini tam araştıramıyordu. Pek çok iş şahsi ilişkiler, tanıdıklar üzerinden ilerliyordu. San’ın Galatasaray Lisesi’nden başlayarak iyi bir ağ kurduğu ortada.

        Türkiye’nin dünyaya kapalılığı birçok işe nasıl yapacağını, nasıl finanse edeceğini bilmeden girişen San’ın avantajınaydı. Kendisi de anlattığı gibi çoğu zaman organizasyonların parasını imzayı attıktan sonra tanıdıklar aracılığıyla buluyordu: Gazlı şekerli su firmaları, Cem Uzan vs. Dünya değiştikçe oyunun kuralları da gelişti ve Ahmet San da 90’lı yıllardaki etkinliğine ulaşamadı. Ekonomik şartlar da etkili elbette ama oyuna daha kurumsal çalışan Pozitif, İKSV gibi kurumlar dahil oldu ve “Bir Ahmet San Organizasyonu” ibaresi nostaljik unsura dönüştü.

        GÖRMEZDEN GELİNEN TARİH

        Ancak zamanında adının alıcısı vardı. Burak Kut, Kenan Doğulu ve Tarkan gibi isimler dünyaya açılmak için onunla çalıştı. Atlantic’e canlı yayında imza atan Tarkan belki Edirne ötesi hayaline en fazla yaklaşan pop star oldu. Ahmet San onun ABD’de pazarlanması için önce Avrupa’da adını duyurması gerektiğine dair bir strateji çizdiğini anlatıyor. Devamının gelmemesini ise çevresinin Tarkan’ı dolduruşa getirip aralarını bozmasına bağlıyor.

        Ahmet San hakikaten de Avrupa kulüplerinde Tarkan’ın şarkılarını çaldırıyor ama bu başarıda çok önemli bir detayı görmezden geliyor: Eurovision’un hala güncelliğini korumasını sağlayan eşcinsel erkeklerin gittiği kulüplerde Tarkan şarkılarının patladığı gerçeği. Pop müzik tarihini eşcinselliğin tarihinden bağımsız yazmak mümkün değil; bunu Ahmet San da bilmiyor olamaz. Ama bu konuya adeta özellikle değinmiyor.

        “Popstar” yarışmasını da sadece bir-iki sayfayla geçiştirdiği gibi. Fatih Aksoy’un yapımcısı olduğu yarışmadan hiç iyi sözlerle bahsetmiyor; bir kere emeğinin maddi karşılığını almamış. (Şeffaflık adına not: Ben de Fatih Aksoy’la yarım sezon çalıştım ve sadece bir bölüm param içeride kaldı.) Oysa “Popstar” yayınlandığında fenomen olmuş, adı çoktan unutulmaya başlanan Ahmet San’ı da yeni bir kuşağa tanıtmıştı. Perde arkası, kuliste yaşananlar, yarışmacılar ayrı bir bölümü hak ediyor. Üstelik San en ön sıradan tanıktı.

        Benim de Ahmet San’la ilk ve son konuşmam “Popstar” günlerine denk geldi. San o aralar Selçuk adlı bir yarışmacıyla özel olarak ilgileniyordu, bu konuyu köşeme taşıdığımda deliye dönmüş ve aramızda galiz ifadelerin geçtiği bir telefon konuşması yapmıştık. Kendimi önemsediğimden değil ama bence komik olduğundan bu anıya da yer vermiş mi diye kitabın önce “Popstar” bölümünü okudum ama göremeyince hayal kırıklığına uğradım. Demek ki bu küçük anekdot da, Ahmet San’ın yazmadığı başka hatıraları gibi arşivin tozlu dolabında açılmamak üzere kilitli kalmış.

        • Ahmet San, "San: Hiçbir Şey İmkansız Değildir," Destek Yayınları: 2023, 424 sayfa.