Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

İsrail bütün dünya başkentlerinde protesto edildiğini gördüğünden beri Batılı devletlerle kurduğu kurumsal ilişkileri siviller ve ifade özgürlüğü aleyhine harekete geçirdi.

Ateşkes ile duran protestoların yerini sivil kamuoyunu itaat ettirme girişimleri aldı.

Gazze’de yapılan soykırım Batılı başkentlerde yaşayan vicdanlı insanların kendi idarecileriyle hatta aydınlarıyla da yüzleşmesine, kamusal alanda ufak tefek ama anlamlı aydınlanmalara sebep oluyordu ve bu kabul edilemezdi.

Çünkü İsrail sadece Filistinlileri vatanlarından kovmakla yetinmiyor, gittikleri yerlerde de kök salmalarını, fikirlerine acılarına yaşadıkları gerçekliğe karşılık bulmalarını engelliyor. Gittikleri yerlerde de susturmaya çalışıyor. Üniveristelerde, STK'larda, parklarda hatta evlerinde. Filistin kökenli oldukları için "Müslümanlara ölüm" diye haykırarak kiracısının evine saldıran ev sahibi Illinois’li Joseph Czuba, 6 yaşındaki Wadea Al Fayoume’yi 26 kez bıçaklayıp öldürüyor ve annesini de yaralıyor mesela. Yer ABD, çocuğun tek suçu Filistin kökenli olmak. Beyaz üstünlükçü White Trash ile Siyonizmin kombo yapması diye bir şey var artık hayatta.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TABUTUNA SON ÇİVİYİ LİBERAL DEMOKRASİLER ÇAKTI

Gazze halkı kemiksiz 45 gündür lime lime ediliyor. Soykırıma hayır diyenler ise susturulmaya çalışılıyor, ifade özgürlüğü, gösteri ve toplantı hürriyetleri tahdit edilerek hizaya getiriliyor.

ABD kongresinde oturma eylemi yapan ve Başkan’a “benim adıma öldürme” diye seslenen yahudilere İsrail bayrağı sallayarak karşı koyan ABD’li senatörün istediği oldu. En son ABD Temsilciler Meclisi, Siyonizm karşıtlığını antisemitizmle bir tutan kararı 14’e karşı 311 oyla aldı.

Artık “Ben İsrail’e ya da Yahudi toplumuna asla karşı değilim, Holokostu da inkar etmiyorum ama İsrail rejiminin siyonist politikalarına karşıyım” bile denilemeyecek.

“Nehirden Denize özgür Filistin” gibi sloganlar ‘aşağılık bir dil’ olarak yaftalandı.

“Siyonizm karşıtlığının antisemitizm olduğunu açıkça ve kesin bir dille ifade ediyoruz” diyen karar İsrail’in apartheid uygulamalarını sonuna kadar aklama, İsrail’in politikalarının eleştirilmesinin ise kriminalize edilmesi sonucunu doğuracak.

Yani ABD’e İsrail’e teslim. Ya da tam tersi: İsrail aslında başından beri tam olarak Ortadoğu kendisine gelemesin, başını kaldıramasın diye kullanılan ABD menşeili bir silah ve zaman zaman kontrolden çıksa da son kertede görevini yapıyor. Almanya’da olanlar da baş döndürücü. Saksonya-Anhalt eyaleti, vatandaşlığa başvuranlara “İsrail’in var olma hakkını destekliyorum” şeklinde yazılı bir beyan imzalatıyor.

Beyaz Saray bir süredir ‘…meli’ ‘…malı’ taktiği uyguluyor. 7 Ekim sonrası İsrail ziyaretini “Ben buraya Yahudi olarak geldim” diyerek yapan Blinken dahil “İsrail daha çok sivil öldürmemeli” ya da işte “Gazze’nin kuzeyinde yaşanan büyük sivil kaybı güneyinde de yaşanmamalı” gibi cümleler kuruyorlar. Diğer yandan da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller İsrail’in kasıtlı olarak sivilleri hedeflemediğini iddia ediyor. Kendi CNN’lerinden BBC’lerinden de utanmıyorlar. Hatta gazeteciler Filistin’e gitmese memnun olacaklar ve tabii ki İsrail’in gazeteci öldürmesi bir tesadüf değil.

Geçtiğimiz haftalarda İngiltere’nin seçilmemiş Hindu Başbakanı Rishi Sunak’ın İsrailin intikam turuna yaptığı desteğe bir çok kez şahit olduk. 11 Kasım’da Ateşkes Günü olarak bilinen İngiliz Milletler Topluluğu ve Gaziler Günü'nde yapılması planlanan Filistin’e destek yürüyüşü için "provokatif ve saygısızca" demiş ve polise “Anma etkinliklerini korumak için tüm gücünüzü kullanın, hükümeti tam desteği arkanızda” diye mektup yazmıştı.

Filistin’e destek yürüyüşü için toplananların sayısı 1 milyonu geçti, yakın tarihteki en kalabalık yürüyüş olduğu da kayda geçildi. Yürüyüşle ilgili olarak ‘nefret yürüyüşü’ ifadesini kullanan ve polisi müdahaleye zorlayan Suella Braverman ise Sunak tarafından aşırıya gitme endişelerini sağaltmak için olsa gerek görevden alındı. Bana kalırsa iki siyonist Hintli aynı rafta pek sevimsiz olduğu için Sunak’ın ‘dengeciliği’ devreye girdi, Braverman’ı görevden alıp yerine Dışişleri Bakanı James Cleverly’i, Cleverly'nin yerine de eski başbakanlardan David Cameron’u atadı. Cameron 2007 yılında üzerine basa basa ‘Ben bir siyonistim’ demiş bir isim. Kara olana yol verip yerine beyazını getirdiler.

Çünkü artık beyazların dünyanın gözü önünde işlenen soykırımı saklama, onunla ilgili bir mahcubiyet duyma zorunlulukları yok. Her şeyi açık açık gözümüze soka soka yapıyorlar ve kirli işler için kendi elini kirletmeyip kara adamları kullanma dolaylılığına bile başvurmuyorlar.

Haa bu arada kasım başında Fransa Senatosu'nda siyonizm karşıtlığının 5 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngören bir yasa teklifi sunulduğunu da hatırlatalım ki tablo tam olsun. Yasa teklifi kabul edilirse, -ki benzer bir girişimin 2019’un aralık ayında da yapıldığını hatırlarsak bu kez kabul edilme ihtimalinin gayet yüksek olduğunu da anlarız- ihlalde bulunan kişiler beş yıla kadar hapis ve 100.000 Euro'ya kadar para cezasıyla karşı karşıya kalacak.

İsrail’in, İsrail’de yaşayan Yahudi olmayan bireylere ve özellikle de Filistin halkına yönelik muamelesi, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve İsrail’deki insan hakları grupları tarafından apartheid kavramı kullanılarak eleştiriliyor. Dolayısıyla Fransa’daki ve ABD’deki BM temsilcileri ve insan hakları aktivistleri, hak temelli uluslararası kurumların gözlem ve tespitlerini dile getirmeleri halinde artık hürriyeti tahditten para cezasına kadar çeşitlenebilecek cezalar alma tehlikesiyle yüz yüzeler.

Şu tabloya bakar mısınız Allah aşkına?

İnsan bazen bütün bunlar şaka olsa gerek diyor.

BATI’NIN EVRENSEL HALE GETİRDİĞİ DEĞERLER BATI’NIN SALDIRISI ALTINDA

“Batı” kelimesinin sadece bir coğrafyayı değil bir siyasal kültürü de anlattığını hesaba katarak şu sorunun eşiğine geldiğimiz söylenebilir. Artık dünyanın bu tarafında kim nasıl hangi argümanla “Batı”nın hukuki siyasi ekonomik mekanizmalarının referans alınmasını önerebilir? Kim Batı’nın bulmadığı ama yaşadığı tecrübelerle geliştirdiği demokratik aksamın ‘evrensel’ iddialarından yola çıkarak bulunduğu ülkeyi aydınlanmaya ve ilerlemeye çağırabilir?

Farkında mıyız bilmiyorum.

Yaşananlar sahiden büyük bir kırılma. Daha doğrusu son nokta.

Ölen, yok olan sadece Filistinlilerin hayatı değil. Şimdilik önemsiz görünse de ölen başka bir şey daha var. Bir bakış açısı ölüyor. Ölmüştü de, sanki adli tıpçı gelmiş ölüm saatini ilan ediyor.

Ve bu ilanla hayata geçecek ya da son bulacak şeyler var.

Bir tereke var her şeyden önce. Bu ilanla belki akıllar başa gelecek, belki kaos çıkacak. Belki haraç mezat mirası yağmalama iradesi hasıl olacak belki gidenin yokluğunda oluşacak boşluktan mütevellit zorbalar duruma el koyacak. Yanlış anlaşılmasın. Ben hala şu yazının sonunda bahsini açtığım umuda bağlıyım.

Zira her ölüm birilerini uyanışa davet eder. Çok milletli bir uyanış ve aydınlanmanın da bu trajedinin ucuna asılı olan paketlerden birinde olduğunu ama zaman alacağını düşünüyorum. Kimlik temelli tüm nefret biçimlerine bir karşı duruşun gelişeceğine, halkların dayatmasıyla yeni mutabakatların yeşereceğine inanıyorum.

Ancak biz görür müyüz, o muğlak. Zira o zamana kadar epey bir sarsıntı yaşanacak.

Çünkü devletlerin, adına islam ülkesi denilen ama gözleri petrodolar olmuş Suud’un, Nasrallah’ın Hizbullah'ı gibi sözde önemli aktörlerin izleyici pozisyonunda kalması, yetersizlikleri, kah anlaşmalarla kah korkuyla kah ekonomik krizlerle başlarının bağlanmış olması ve hiçbir caydırıcı yaptırım uygulayamamış olmaları Körfezden Sina’ya, Şiraz’dan Beyrut’a kadar bütün Müslüman ülkelerin ‘halkları’ için büyük bir travma kaynağı.

Dünyanın dezavantajlı yerinde doğmuş ve ülkesinin daha iyi bir yer olmasını isteyen bu coğrafyada her zaman ‘Batı’nın iyi çalışan çözüm üreten mekanizmalarını alalım” diyen aktörler ve topluluklar olmuştur.

Kendi idarecilerinin durumunu bildiklerinden, Batılı liberal demokrasilerin bir yerde bir çizgi çekeceğine inanma eşiğinde olanlar, uluslararası kurumların bir yerde devreye girip insani krizlerin fazla büyümemesini sağlayacağına güvenenler, Müslümanlıklarını yitirmeden Batı’nın evrenselleştirdiği değerlerin herkes için bir sığınak bir çözüm temin edebileceğini düşünenler ya da en azından örnek alalım da biz de refah toplumu olalım diyenler…

İhvan-ı Müslimin böyleydi mesela. Hoş, Mursi’nin başına neler geldi? ABD‘nin desteklediği bir darbeyle alaşağı edilmiş, zindanda ölmeye zorlanmıştı. O yüzden son nokta diyorum. Bardağı taşıran son damla.

Diyeceğim o ki bundan sonra dünyanın bu yarısında “Ama küresel değerler” diyecek “Ama Batılı liberal demokrasilerin uyguladığı yöntemler bizim için de bir çözüm olabilir” diyecek “Evrensel hukuk metinlerinin çatısı altına buluşmalıyız ki bizim vatandaşlarımız da birey olarak devlet gibi güçlü aygıtlar karşısında savunmasız kalmasın” önerisinde bulunacak “Müslüman kalalım ama demokrat da olalım, bakın Batı demokrasi sayesindedir ki…” diye başlayan cümleler kurabilecek, bunları başı dik alnı açık biçimde savunabilecek aktörler olur mu? Olsa bile kim dinler? Neden dinlesinler?

Birkaç gün önce sosyal medyada viral olan bir konuşmasında “Kütüphanemi yaksam yeridir” diyen Ayçin Kantoğlu tam olarak bunu söylemeye çalşıyordu bana kalırsa. Tüm o siyaset bilimi teorilerinin nasıl ıssızlaştığını ve insansızlaştığını, artık kimseye bir şey anlatamayacaklarını… Tüm o kaynaklar kök tarafından iptal edildi. Bir başka kültür tarafından da sınanmadılar üstelik. Doğu’nun fendi Batı’yı yendi hikayesi de çıkmaz buradan şimdilik. İslam geldi Batıl zail oldu da denmez.

Hayal görmeyelim yani.

Hiçbir şey yapmadık. Biz onları test bile edemedik.

Kendi sınavlarında, bildikleri yerden gelen sorulara yenildiler.

İnanılmaz bir durum.

İki asır çalıştılar, bilimde ve felsefede ilerlediler, ifade özgürlüğü için kan döktüler can verdiler. Devletin ezici üstünlüğünü bireyi güçlendirerek dengelemenin kitabını yazdılar. Irkçılığı aşmak için bloklar kurdular -böyle gösterdiler- Allah var teorilerini ‘kendi’ vatandaşları, ‘kendi’ ülkeleri için pratiğe de döktüler. Müellifi oldukları demokratik değerleri, özgürlükçü ve çoğulcu siyasetleri evrensel değer haline getirdiler -getirme iddiasıyla mutabakatlar ittifaklar kurdular- bu değerleri avantajsız bölgelerin insanı için kurtuluş reçetesi yaptılar. Ve hepsini gidip İsrail’e gömdüler.

Gürültülü bir ahmaklıkla gözümüzün önünde intihar ettiler.

Her ölüm hem acı hem kavga yaratır. Çünkü hem boşluk kalır hem miras. Değerlerin ölümü ya da en azından tabelasının yıkılışı için de geçerlidir bu.

Bakalım dünya bu ahmaklığın yarattığı intiharla nereye savrulacak. Ve biz o fırtınada dilimize pelesenk ettiğimiz büyük anlatılara tutunabilecek miyiz, buna hazır mıyız ve müktesebatımız yeterli mi, nefesimiz geniş hamlelerimiz hazır mı?

Sırada bu hayati sorular var.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar