Kafamızda pek çok soruyla Suriye’de olup biteni anlamaya çalışıyoruz. Kendi payıma bunu yadırgamıyorum, hatta önemli buluyorum.
Kuşkusuz bu anlama çabasının, en yakıcı muhatabı ve aslî öznesi Suriye halkı. Nihayet kendilerine büyük acılar yaşatan bir rejimden kurtuldular. Tam da bu nedenle yeni yönetime dair beklentileri ve umutları kadar, endişeleri ve korkuları var. Buna herkesin saygı duyması gerekiyor.
Gözlerin çevrildiği bir diğer nokta, ülkemizin süreçteki rolü. Bu durum artık eski rejimin devrilmesindeki payımızla ilgili tartışmaların çok ötesine geçti. Çünkü yeni kurulacak yönetimin kodlarında katkımızın ne olacağı çok daha uzun soluklu tartışmaların konusu olacak.
TÜRKİYE BİR ŞANS MI?
Halihazırda Türkiye tecrübesinin Suriye denkleminde etkin olması, belki de pek çok endişenin ve korkunun giderilmesi için önemli bir şans. Yeni sürecin Suriye tarafındaki kurucu aktörlerinin bu tecrübeye çok değer verdiği de ortada.
Şu tür tepkileri kendi içimizde sık sık duyuyoruz. Özellikle de muhalefet partilerinden. “Türkiye önce kendisini düzeltsin. Başkasına akıl verecek durumda değil.”
Elbette bir asrı aşan demokrasi tecrübemizin, mevcut hak ve özgürlükler çıtasının eleştirilecek pek çok boyutu var. Ancak bundan hareketle Suriye’de yeni sürecin sağlıklı ve kalıcı hale gelmesine katkımızın olamayacağını düşünmek büyük haksızlık. Eksikleri, yanlışları ve sıkça yaşanan iniş çıkışlarına rağmen, Türkiye’nin demokratik hayatı ve siyasi düzeni, etrafımızdaki herhangi bir tecrübeyle kıyaslanamaz.
TEVAZU, DİKKAT VE SAHİCİLİK
Şu noktayı da dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Bir siyasi tecrübe ya da aklın, bir başka ülkeye, yeni bir arayışa veya inşa sürecine aktarılmasının da sınırları var. Muhatabınızın size nasıl baktığından tutun, bu alışverişi geçici ya da kalıcı kılacak farklı dinamiklere kadar pek çok belirleyici unsur var.
Ancak Şam’daki Türkiye, değişimin hemen ardından verilen mesajlar ve fotoğraf kareleri üzerinden bakıldığında hayli farklı bir yerde duruyor. Daha önce Şam’ı kuşatan güçlerin aksine Ankara, siyasi süreci tahakküm altına alan, ülkenin kaynaklarına göz diken ya da sadece kendi çıkarlarını esas alan bir güç olarak değerlendirilmiyor.
Son derece mütevazı bir üslup, muhatabını gerçekten dinleyen bir dikkat ve kendisini “model” olarak değil, sahici bir tecrübe olarak tanımlayan bir yaklaşım. Şam’daki Türkiye özetle bu.
AK PARTİ TECRÜBESİ
Türkiye, nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan, ancak beraberinde pek çok farklı yorumu da barındıran bir ülke. Mesela siyasi merkezle din ve dindarlar arasındaki ilişkinin tarihinde çatışmalar, çekişmeler ve nihayetinde hak ve özgürlükler çıtasının yükseldiği dönemler oldu. Bunların, özellikle de son çeyrek yüzyıla damgasını vuran AK Parti tecrübesinin, sadece İslam dünyasında değil, küresel ölçekte de yakından takip edildiği malum.
Kendi tecrübemizi eleştirmek veya daha iyisini talep etmek, bir başkasının ona verdiği değeri yok saymayı gerektirmez. Türkiye’de aldığımız mesafe ve sıkça hareketlenen toplumsal fay hatlarına rağmen kurduğumuz dengeler çok değerli. Dolayısıyla tüm bunların, gerek muhatabımızın duyduğu ihtiyaç, gerekse bizi de ilgilendiren boyutlar (sınır güvenliği, ekonomi, bölgesel istikrar) üzerinden paylaşılmasını fazlasıyla önemsiyorum.
SURİYE’NİN ZENGİNLİKLERİ
Önceki gün Şam’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve yeni yönetimin lideri Ahmed Eş-Şara bir araya geldi. Ortaya çıkan tablonun sıcaklığı ve samimiyeti kadar verilen mesajlar da dikkat çekiciydi. Özellikle de önceki rejimin, ülkedeki grupları çatıştırma üzerine kurulu tarzının geride kaldığına ilişkin vurgu.
Türkiye, bir ideoloji ya da yaklaşımın bir diğerine dayatılmasından çok çekti ve büyük acılar yaşadı. Şimdi bu acıların belki de katbekat fazlasını yaşayan bir ülkenin kendisini yeniden inşasına katkı sağlıyor. Heyecan verici olduğu kadar, sabır ve dikkat istiyor.
Suriye’nin bulunduğu coğrafyanın tarihi pek çok acıyla ve savaşla dolu. Büyük siyasi çatışmalara sahne olmuş, iktidar kavgalarının odağında yer almış. Ama aynı zamanda kadim olandan izler taşıyan, olağanüstü zengin bir kültürel çeşitliliğin, farklı etnik ve dini grupların mirasına sahip.
Böyle bir coğrafyada söyleyecek sözümüzün olması, dahası o sözün kıymet bulması, itibar görmesi bölgenin geleceğine dair umutları yeşertiyor.