Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör İttifakta neden ayrılık yok?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yakın coğrafyamızda Türkiye açısından işlerin nereye gideceği konusundaki tartışmalar, bir şekilde iç gündemin ağlarına takılıyor. Oysa yanı başımızda köklü ve doğru yönetemezsek can yakıcı bir değişim başladı.

        ABD Başkanlık seçimlerinin ardından bölgemizdeki hareketliliğin hızlanması, bu gidişata daha fazla ilgi göstermemizi zorunlu kılıyor. İçerideki tartışmaların gölgesinden biraz olsun sıyrılıp baktığımızda, Türkiye’nin kendi geleceğini doğrudan ilgilendiren bu hareketliliğe dair epeyce hazırlık yapmış olduğunu görebiliriz.

        DEMOKRASİ-OTOKRASİ

        Joe Biden döneminin, Ankara açısından gerek diyalog, gerekse sorunlara dair ortak zeminler açısından ne kadar kurak geçtiği malum. Hatırlatmak tatsız ama, belli bir dönem ülkemizdeki muhalefetin bir bölümünün, Biden’ın “Erdoğan’ı ve AK Parti'yi devireceğiz” sözlerinin cezbesine fazlasıyla kapıldığı da malum.

        Biden döneminde peş peşe ilan edilen konseptler, dünyanın demokrat-otokrat ekseninde adeta ikiye ayrılması, 2023 seçimlerine yüklenen anlamı da hayli ilginç hale getirmişti. “Tek adam rejimi” gibi tanımlar üzerinden, küresel ölçekteki bu ayrışmada yer tutma çabasına giren muhalefet, Türkiye’nin uzun yıllara dayanan seçim ve demokrasi tecrübesini yeterince dikkate almadı.

        Sonuç malum. 2023 Mayıs seçimlerinde seçmenin bu tartışmalara cevabı net oldu ve Cumhur İttifakı’nı iktidara taşıdı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da yeniden seçildi.

        BİDEN DÖNEMİNDE TÜRKİYE

        Türkiye, bölgesindeki eşsiz konumunu ve jeopolitik avantajlarını Rusya-Ukrayna çatışmasındaki rolüyle küresel ölçekte bir kabule dönüştürdü.

        Biden döneminde NATO’nun küresel genişleme politikası, Türkiye’nin rolünü daraltma yönünde bir baskıyı beraberinde getirse de, istedikleri sonucu almaları mümkün olmadı. Hala güçlü bir NATO üyesiyiz ve bundan vazgeçmek gibi bir politik tercihimiz de yok.

        Öte yandan Trump döneminde beklentilerin yüksek tutulmaması yönündeki uyarıların hepsini “Türkiye’nin geleceğine dair kaygı duyanlar” parantezinde görmek fazla iyimserlik olur. Burada, Türk-Amerikan ilişkilerinde ortaya çıkması muhtemel olumlu adım ve ortak zeminlerden duyulan rahatsızlığı görmekte yarar var.

        BAHÇELİ'NİN TRUMP DEĞERLENDİRMESİ

        Güncel ve elbette son derece kritik tartışmalar yüzünden MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son grup konuşmasında ABD seçimleri ve Trump’a dair değerlendirmeleri yeterince dikkat çekmedi. Bu konuşmadan iki alıntı yapmak istiyorum.

        “Trump’ın ilk döneminden farklı bir profil sergilemesi, dostluk ve müttefiklik hukukunun doğasına müzahir hareket etmesi iki ülkenin de müşterek hayrınadır. Türkiye ile ABD arasında İkinci Dünya Savaşı sonrasına tekabül eden yakın ve yoğun diyaloglar manzumesinde yepyeni ve temiz bir sayfa açılmalıdır.”

        Bu, hem Ankara’nın beklentilerini tanımlayan hem de ilişkilerin geçmişini hatırlatan bir yaklaşım. Şu cümleler de iki ülkenin ortak paydası olan ittifak üzerinden bir uyarı mahiyetinde:

        “Türkiye, dönem dönem sorgulasak da bir NATO ülkesidir. Bu ittifak mimarisinin gerek ve yeter şartlarını ihtiva eden kurumsal ve hukuksal niteliklerine özelde ABD’nin, genelde diğer tüm üye ülkelerin riayeti başlıca sorumluluktur.”

        NEDEN GÖRÜŞ AYRILIĞI YOK?

        Ankara’nın bu dönemdeki hassasiyetlerinin merkezinde Suriye’deki mevcut durumun nereye evrileceği var. Özellikle MHP liderinin yaptığı kritik çıkışlarla şekillenen tartışmanın da ağırlık merkezinde yine bu sorun yer alıyor. O nedenle bazı ayrıntılar ve henüz ortaya çıkmamış bir yol haritası üzerinden Cumhur İttifakı içinde görüşü ayrılıkları olduğunu öne sürmenin bu büyük resimde hiçbir karşılığı yok.

        İttifak içinde görüş ayrılığı olmasıyla, farklı yaklaşımlar sergilenmesi arasındaki dağlar kadar mesafe var. Ancak üzerinde mutabık oldukları ana zeminde bir çatlama ya da ayrışma söz konusu değil.

        Bu bir mücadele, aynı zamanda politik bir inşa süreci. Zayıflık gösteremeyeceğiniz, terörle mücadelede bir an bile geri adım atmayacağınız bir süreç. Ancak bununla ayrılmaz bir bütün olarak, barışa ve ortak gelecek tasavvurunun bugüne kadarki en geniş sınırlarına ulaşacağı bir müzakere, konuşma ve yenilenme süreci.

        Siyasetin tüm katmanlarıyla buna hazırlıklı olması, kendi bulunduğu yerden ve elbette kendi yaklaşımlarıyla katkı sağlaması çok değerli.