Eylül ayındayız. Yerel seçimlerin üzerinden yaklaşık 6 ay, genel seçimlerin üzerinden ise 16 ay geçmiş durumda.
Hala iki seçimin sonuçları üzerinden yakın geleceğe dair bir öngörü, tasavvur ya da tahayyül ufukta belirmiş değil. Peş peşe kullandığım kelime ya da kavramların anlam dünyası farklı olsa da, bir şekilde gerçeği aramakta birleşiyorlar.
Bir öngörüde bulunmakta zorlanıyoruz. Zira siyaset ve tam olarak tarif edemediğimiz karar vericiler, geleceğe dair öngörülebilir bir ufuk ya da pencere açabilmiş değil henüz. Bizim de bakmaya niyetimiz olduğu kuşkulu elbette.
Tasavvur edemiyoruz. Çünkü olup biteni zihnimizde şekillendiremiyoruz ve herhangi bir kurguya da sahip değiliz.
Tahayyüle gelince. Sıklıkla tasavvurla yan yana gelse de daha farklı kapılara açılıyor. Sadece zihninizde değil, duygularınızla birlikte, aradığınızı, bulamadığınızı hayal etmek kısacası. Orhan Veli şiirinde olduğu gibi, “Ve kapıları yeşil sabahlara açılan / Sıcak tahayyüllerle dolu yaz geceleri”.
ÇOCUKLARI ADNAN VE BERİN OLANLAR
Eylül ayındayız evet. 1961 yılında bir başbakan ve iki bakanın gayrı meşru yargılamalar sonucunda katledildiği ayda. Demokrat Parti’nin iktidara gelişini, uyandırdığı heyecanı ve siyasi merkezin bir şekilde dışladığı milyonların hayallerini birinci dereceden tanıklarından dinleme konusunda hayli şanslı sayılırım. O heyecan ve hayallerin geçen 10 yılın sonunda gelip çarptığı duvarı hepimiz biliyoruz. Hazin ve her hatırlandığında öfke duyulan bir hikaye.
Ancak şunu da biliyoruz. Merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının açtığı yol, darağacında katledilmelerinden sadece birkaç yıl sonra millet tarafından yeniden aralandı. Tarihimizin en ağır darbesi, Anadolu’nun dört bir yanında evlatlarına Adnan ya da Berin adını koyan cesur insanlara engel olamadı. Bu bir direnişti, vazgeçmiyorum mesajıydı. Kasketlilerin, ayağındaki çarıklar yırtık olanların duruşuydu.
Sonrasında kimin bu mirasa sahip çıktığı, hangi siyasetçinin ne kadar bu çizgide olduğu çokça konuşuldu. Temkinli olanı, durumu idare edeni, cesurca çıkışlar yapsa da sonuç alamayanı oldu. Ama asıl konuşulması gereken hep unutuldu. Milletin direnişi, kararlı duruşu ve en çok da vefası.
Bugün siyasi hayatımızda kayda değer gördüğümüz ne varsa burada hayat bulmuştur. Gerisi gerçekten teferruattır.
MİLLET VE DEĞER
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti uzun zamandır iktidarda. 2002’den bu yana tartışılan, çokça konuşulan ya da öfkeyle karşılanan işlere de imza attılar. Ama hepsinden fazlası, milleti siyasetin merkezine koyabilme cesaretini gösterdiler. 27 Mayıs’ın zehirlediği atmosferin uzantıları, daha 5-6 yıl önce post-modern darbelerle tank yürütürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve arkadaşları böyle bir Türkiye’ye hayır demeyi başardı.
Kimin söylediğini gerçekten hatırlamıyorum. Ama şu sözün Erdoğan’ı tarif eden en önemli tespitlerden biri olduğunu düşünüyorum: “Erdoğan, millete değer verdiği için değil, milletin bizatihi kendisini değer olarak gördüğü için başardı.”
Millete değer vermekle, onu bir değer olarak görmek arasındaki farktır bugün iktidara talip olan herkesin anlaması gereken. Biri ona dışarıdan bakmak, kendisini özne olarak görmek ve milleti nesne haline getirmektir. Öteki ise milletin kendisi olmak, ondan ayrısı gayrısı bulunmamaktır.
Böyle başardı ve yol yürüdü Erdoğan. Kampanyaların kazandırdığı değil, yeri geldiğinde kampanyasını peşine takıp sürükleyen lider oldu.
SİYASETİN GERÇEK SAHİBİ
Bugün gelinen noktada AK Parti’nin gerek kurumsal yapısıyla, gerekse ona yakın olan kamuoyundaki kimi aktörler eliyle görmediği ve göremediği kanaatimce burası. Siyasetin gerçek sahibinin kim olduğunu unutmak. Milletin, aklını ve kalbini cezbeden bir başka hikaye bulamadığı için küskün ve kırgın köşesine çekilmesini anlayamamak. Dışarıdan bakarak milleti ikna etmenin ne kadar yapay olduğunu kavrayamamak.
AK Parti, gerçekten neden ve nerede kaybettiğinin cevabını arıyorsa, uzaklara bakmasına gerek yok. Devletin, sadece ve sadece milletin saadeti için bir araç olduğunu; hak ve özgürlükler konusunda tek bir ferdi bile ihmal etmeden mücadeleye devam etmenin kendisinin ödevi olduğunu; bir kesimin, grubun, sözün ya da gücün değil, herkesin derdine koşması gerektiğini hatırlaması yeterli.
Nasıl bir değişim haritası var AK Parti’nin tam olarak bilmiyorum. Kırıntı kabilinden bildiklerimi zaman zaman aktarıyorum.
Esasen aranacak bir şey yok. Milletle arasındaki bariyerleri kaldıran, kendisini ondan ayrı tarif etmeyen kazanıyor. Marifet milleti ikna etmek değil, onun neye ikna olduğunu anlamak.
Hepsi bu.