Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör NATO zirvesine giderken

        Önümüzde bir NATO zirvesi var. 9-11 Temmuz'da Türkiye de kendisine dair gündemin peşinde orada olacak.

        Kuşkusuz çok sayıda değişimin ve yeni sürecin etrafında gerçekleşecek bu zirve. Belki de bu yönüyle kuvvetli mesajların ve tanımların çıkmayacağı bir toplantı olması da muhtemel. Çünkü İngiltere’den Fransa’ya, Hollanda’dan Belçika’ya, farklı bir gündemle olsa da Ukrayna hattına kadar nereye evrileceğini öngörmesi çok zor gelişmeler yaşanıyor. ABD seçimleri ise listenin başına yazılsa kimse itiraz etmez sanırım.

        İngiltere’de İşçi Partisi çok büyük farkla seçimlerin galibi olurken, Fransa’da Macron’un hezimeti devam ediyor. Avrupa’yı sarıp sarmalayan aşırı sağ/ırkçı rüzgardan söz ediyoruz. Bunların her biri küresel ölçekte sonuçlar üretecek kadar güçlü değişimler. Özellikle Avrupa’daki aşırı sağ/ırkçılık başlığını sanki sadece popülist politikalar üzerinden ortaya çıkmış gibi değerlendirmek ciddi yanılgılara neden olabilir. Bu rüzgarın, Rusya-Ukrayna savaşından itibaren NATO/ABD baskısının, özellikle kıta Avrupa’sında ortaya çıkardığı tepkilerle irtibatı çok daha önemli.

        TRUMP TAMAM MI?

        Bir NATO zirvesi devam ederken, ABD başkanlık seçimlerine sadece 5 ay gibi bir zaman kalması önemli. Mevcut tabloda yarışın galibi adeta ilan edilmiş gibi görünüyor. Yine de kazanan ortaya çıkmadan bu zirvede ele alınacak başlıklara bir “Amerikan temkini” damgasını vurabilir. Şurasını tahmin etmek elbette zor değil. Bu zirvede, özellikle son iki toplantıda olduğu gibi demokrasi ve özgürlük üzerine güçlü mesajlar göreceğiz. Ancak bunların İngiltere’den Ukrayna’ya kadar uzanan geniş alanda nasıl karşılık bulacağını tahmin etmek cidden kolay değil.

        Söz Ukrayna’ya gelmişken, savaşın geldiği noktada tablo hayli karmaşık. Kiev yönetimi sıkça yalnız bırakılmaktan ve arkasındaki güçlü desteğin azalmasından şikayet ederken, bir yandan da önümüzdeki zirvede kendisinin üyeliğine dair en azından bazı sözler duymak istiyor. Bu bahsin zirvede ele alınacağı malum. Ancak üyelik konusunun uzak vaatlerin ötesine geçmesini kimse beklemiyor.

        Öte yandan Ukrayna’ya yönelik bazı yardım paketlerinin hayata geçirilmesi daha güçlü ihtimal. Bu noktada ise ABD’deki başkanlık yarışının ortama çıkaracağı belirsizlikten daha önemli bir boyut var. Ukrayna konusunda eskisi kadar “istekli” olmayan, yorgun ve seçim sonuçlarıyla sarsılan bir Avrupa’nın varlığı.

        2030 KONSEPTİ NE DURUMDA?

        Başkan Joe Biden dönemindeki son iki NATO zirvesinde, ittifakı genişletme anlamında ortaya konulan perspektifin, özellikle küresel güney diye tanımlanan alandaki birlikteliklerin genişlemesini engellemek bir yana daha da tırmandırdığı gün gibi ortada. Büyük iddialarla ortaya konulan 2030 stratejisi, askeri ve siyasi anlamda güçlenmenin yanı sıra küresel etkinliğin yaygınlaştırılmasını da hedefliyordu. Rusya ve Çin’in tehdit ülkeler olduğu bu paketin asıl önemli özelliği, NATO’nun artık bir savunma paktı olmaktan çıkıp, adeta bir “küresel akıl” iddiasını ortaya koymasıydı.

        Bu konsept ilan edilirken, bugünün kazananı olarak ufukta beliren Trump bir “yol kazası” olarak tanımlanıyordu. 5 Kasım seçimlerinde tablonun ne olacağı bu açıdan çok önemli. ABD’nin milli güvenlik stratejilerinin başkan değişiminden etkilenip etkilenmeyeceği sorusu da burada dursun.

        TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ

        Türkiye açısından NATO hala en önemli ittifak. Bu örgütün ana aktörünün sınırlarımızın hemen ötesinde bir tehdidi canlı tutup desteklemesine rağmen öyle. Diğer yandan Ankara bu zirveye giderken, Astana’da gerçekleşen ve ekonomiden enerjiye kadar geniş bir işbirliğinin ele alındığı bir Cumhurbaşkanı Erdoğan-Putin görüşmesinin mesajlarını da yanında taşıyor. Ayrıca Türkiye büyük müttefikinin ısrarla desteklediği terör yapılarının ortaya çıkardığı sorunları yeni bir perspektifle ele aldığı Suriye politikasını da ilan etmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hollanda dönüşü verdiği şu mesajlarla bu arayış daha kuvvetle ortaya konuluyor:

        “Beşar Esed şu anda Türkiye ile ilişkileri düzeltme noktasında bir adım attığı anda biz de ona karşı o yaklaşımı gösteririz. Çünkü biz dün Suriye ile düşman değildik ki, biz Esed ile ailece görüşüyorduk. İnşallah bu davetle birlikte de Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi aynı noktaya getirelim istiyoruz. Davetimiz her an olabilir. Türkiye’de görüşme olması konusunda ise Sayın Putin’in yaklaşımları var. Irak Başbakanı’nın bu konuda yaklaşımları var. Biz her yerde arabuluculuktan bahsediyoruz da sınırımızdakiyle, komşumuzla niye olmasın?”

        Burada üç aktörün altı çiziliyor. Suriye, Irak ve Rusya. Bu tabloyaDışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın kritik Çin ziyaretini, ayrıca BRICS üyeliği üzerinden verdiği mesajları da ekleyebiliriz.

        Türkiye, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleriyle ittifak konusundaki tanım ve hassasiyetini şöyle ortaya koymuştu: “Sadece kendi sınırlarımızı değil, NATO’nun da sınırlarını koruyoruz.” Bu anlamda değişen bir boyut yok. Ancak devasa bir güvenlik tehdidinin bizzat NATO’nun gövde ülkesi tarafından sürdürülmesi artık taşınamaz bir noktaya geldi.

        Beklentilerin aksine bu çerçevede gerilimin devamını değil, yeni ABD yönetimiyle birlikte hızlanacak bir değişimi bekliyorum. Türkiye’nin de atması gereken adımlar var. Bunlar Şam yönetimiyle konuşmaktan çok daha ötesini gerektiriyor. Kavga etmesini bilmek elbette yeri gelince önemli. Ama kendi lehine uzlaşmalar inşa edebilmek çok daha kıymetli.