Bizim Pamuk’umuz bir tanedir.
Ya da en azından son beş yıldır öyleydi…
Onu Çengelköy’de bahçede bulmuştuk. Daha doğrusu bahçeden salona kendi kendine gelmiş halının ortasına kurulmuştu.
İlk karşılaşma anımızı hiç unutamam.
Öyle güzeldi ki…
Sarı halının üzerine pelerin gibi omuzu ve ayaklarını kaplayan siyah tüylerini gururla sergilercesine büyük bir özgüvenle yatmış bize bakıyordu.
Üç renkli, upuzun tüylü, görkemli mi görkemli bir kedi…
Önce bir evden kaçmış zannettik, sahibine geri dönsün diye bahçeye geri bıraktık.
Ertesi sabah bir baktık yine bizim salonun ortasında duruyor.
Sonra birkaç deneme daha.
Sonuç hep aynı.
Pamuk Hanım"Ben size geldim, bundan dönüş yok" kararlılığı.
Bizim bıdıklar için onu beklemek bir süre sonra rutin haline geldi.
Aradan bir hafta geçtikten sonra artık geri dönüş yoktu, bu güzellik bizim evin bir parçası olmuştu.
Veteriner çağırdık.
Meğer ev kedisi değilmiş ama büyük büyük ebeveynleri American Wire imiş, bu üç renklilere kaliko deniyormuş ve üç renkli demek muhakkak dişi demekmiş.
Üç rengi çağrıştıran türlü isimler buldum ama bizimkiler tutturdular "Anne biz ona Pamuk diyeceğiz" diye.
Pamuk gibi bembeyaz değil ama tüyler hakikaten pamuk kadar yumuşak, ondan olsa gerek dedim ve Pamuk’u bağrımıza basmaya karar verdim.
Bir süre sonra Beyoğlu’na taşındık, o da bizimle geldi.
Bahçe filan yok tabii, ancak apartman çocuğu moduna hemen adapte oldu kerata.
Hatta bir süre sonra bir odadan diğerine gitmek için bile salına salına beş dakika oyalanır hale geldi.
Sonuçta beş yıl boyunca bizim kızların gözünde tartışılmaz ‘the one and only’ idi.
Yediği önünde yemediği arkasında.
Isırsa da ‘bir tanecik Pamuk’, kızsa da, tırmıklasa da…
Ki epey vahşidir, kafasına eserse bayağı ciddi ısırır, tırnak kestirmez, yırtar atar…
Ancak hep ‘bir tanecik Pamuk’tu. Ta ki geçen haftaya kadar.
İsmini de koyalım. Pamuk’un ve bizim hayatımızı kökten değiştirecek Çarşamba gününe kadar .
Aslında her günkü gibi başlamıştı Çarşamba.
Çocukları sabah okula bıraktım. İşlerimi yaptım, öğleden sonra onları almaya gittim.
Arabaya binerken Yasemin bir başka bakıyordu. Üzerinde yeni bir ağırlık var sanki. Normalde gününü anlatmaya başlayan bıdık bu kez "Anne evde sana söylemem gereken önemli bir şey var" dedi, başka da tek kelime etmedi yolda.
Eve vardığımızda beni hemen koltuğa oturttu, karşıma geçti ve onu hiç görmediğim kadar kararlı bir şekilde "Okul bahçesinde hayatımda gördüğüm en tatlı kedi var, daha bebek, annesi ölmüş, ona ben bakacağım, her şeyiyle bakacağım anne, tüm sorumluluk benim, yarın eve getirmeme izin ver" dedi.
Matmazel LolaPeki ya Ela?
Ela Pamuk istemez diyor başka bir şey demiyor, bir de bakamayız iki kediye diye ekliyor.
Ela’ya katılıyorum ama ikizlerin cilvelerinden biri bunu söyleyince taraf tutuyor gibi olduğum için başka bir argüman üretmem gerek…
Ev küçük, önümüz yaz, bırakıp hiçbir yere gidemeyiz kaldı ki biz bu eve zor sığıyoruz, gibi son derece doğru şeyler söylememe rağmen kararlılığını bir gram kaybetmedi Yasemin.
Ağlıyor, yeminler ediyor…
Bir yandan öğretmenine söz vermiş, öğretmeni bana teşekkür mesajları atıyor…
En sonunda pes ettik ve minik kediyi getirmesine izin verdik.
Bu arada Ela istemiyor sanmayın, o daha da düşkündür ama Pamuk aşkı nedeniyle gönül rahatlığıyla bağrına basamıyor…
Sonuçta evin yeni sakini hafta sonu evimize teşrif etti. İsim de koymuşlar yine: Lola.
Kulaklarındaki gri hareleri saymazsak bembeyaz ve henüz minicik bir sokak kedisi.
Pek çelimsiz, pek tatlı.
Ancak eve girişi kendisi kadar tatlı olmadı.
Pamuk’u görmeliydiniz.
Bir anda kendi krallığında yeni bir rakip. Çocuğu yaşında ama çocuğu değil, kendi cinsi ama aşina değil.
İlk karşılaşmada öyle bir tısladı ki minik Lola’yı epey bir süre evde bulamadık. Gidip en derin kutunun içine girmiş zavallım.
Tabii bu arada Yasemin "Ben bu hatayı nasıl yaparım" diyerek ağlıyor, Ela "Artık Lola ‘yı evlat edindik, ondan asla vazgeçemeyiz ama Pamuk’a bu ihaneti yapamayız" diye bağırıyor…
Bu arada 30 derecenin üzerindeki sıcaklık bizim ev en üst kat olduğu için en az beş derece daha fazla hissediliyor ve iki gündür kediler kaçar diye balkon kapısını açmamız Ela ve Yasemin Hanımlar tarafından yasaklanmış durumda.
Yaz tatilimiz bu şekilde başlamış bulunuyor sevgili okurlar…
Devamında da pek bir farklılık olacağa dair bir işaret henüz yok. Kapılar kapalı, tatil için bir yere gitme olasılığımız bu aşamada ufuk çizgisi kadar uzak görünüyor.
Kısacası ‘welcome to the jungle!’
İstanbul’un sıcağından şikayet edenlere bizi düşünüp kendilerini teskin etmelerini tavsiye ediyorum…