İki yüz liralık banknotların ânında eridiğini söyleyip artık beş yüz yahut bin liralık yeni banknotlar basılmasını isteyenler var.
İleri sürdükleri gerekçeler başında ilk çıkartıldıkları senelerde yüz küsur euro eden iki yüzlük banknotların kıymetinin Türk parasının euro yahut dolar karşısında değer kaybetmesi yüzünden şimdi altı küsur euroya düştüğü gibi garip bir bahane geliyor.
Emisyondaki mahallî banknotu döviz ile değerlendirmek nasıl bir mantık ise...
Gelişmiş ülkeler nakit yerine kredi kartı kullanımını teşvik ederlerken ödemelerin nakit ile yapılması, üstelik piyasaya büyük kupür sürülmesi öncelikle ekonomilerin ezelî derdi olan kayıt dışı hareketleri arttırır ve sadece zarar verir.
Bu kadar da değil; büyük kupür ücretlilerin psikolojilerini de bozar...
Çalışıp didindiği haftanın yahut ayın sonunda eline üç-beş banknot sıkıştırılan işçinin hissiyâtını tasavvur edin: İlk sözü “Bu kadar uğraşmanın karşılığına bak!” olur.
Beşyüzlük veya binlik banknot basılması talepleri, bana uzun müddet kaldığım 1980’li senelerin Lübnan’ını hatırlattı...
İç savaş vardı, Filistinli gerillaları temizleme bahanesi ile güneyden giren İsrail tâââ Trablus’a kadar ilerlemişti, Bekaa ve Suriye sınırındaki bazı bölgeler Hafız Esed’in işgalindeydi, Lübnan’ı talan ediyorlardı, sadece ekonomi değil, herşey berbat vaziyette idi.
Biz gazeteciler genellikle Hamra’daki Mayflover Oteli’nde kalırdık, buranın bombalanmasından sonra da yine Hamra’daki Cavalier’i mesken tutmuştuk...
Otelin hesabını peşin değil, bir hafta kaldıktan sonra öderdik. 150 bin Lübnan lirası civarında bir meblâğ tutardı, yani 250-300 dolar...
Cavalier dolar kabul etmiyor, ödemenin Lübnan parası ile yapılmasını istiyordu. Hesap zamanı Hamra Caddesi’nin üzerindeki entarili ve şişman sarrafa gidip dolar bozdurmak zorundaydık. Ama, Lübnan Lirası’nın en büyük banknotu 250’lik idi, üstelik bozdurduğunuz doların karşılığında sadece 250’lik değil, ellilik, yüzlük, hattâ onluk banknotlar bile verir, 300 dolara torbalar dolusu para alıp resepsiyona götürürdük. Bitmek bilmeyen sayma işi hayli keyifli olur, “Ne de olsa parayı icad eden Fenikeliler’in torunlarıyız, paraya dokunmayı severiz” derler ve kahkahalar eksik kalmazdı.
O senelerin Beyrut’u macera filmi gibi idi, her an birşeyler olabilirdi ama ne bitmeyen çatışmalar, ne köşe başlarında bekleyen ve yapacakları iş belli olmayan gerillalar, ne de sokakta yürürken her an kaçırılma tehlikesi, insanı otel hesabı kadar uğraştırmazdı...
Böyle bir ortamda en yüksek banknotun 250 lira ile sınırlı tutulması boşuna değildi; daha büyük banknot basıp milletin psikolojisini bozmak istemiyorlardı! Tedavüle binlik banknot koyup da günlük kazancı iki-üç bin lira olan sıradan çalışanın eline iki veya üç kâğıt tutuşturmak yerine sekiz-on banknot vermek onlar için daha isabetli idi.
TÜRKİYE’YE YABANCI DEĞİL!
Aynı problemi aslında biz de yaşamıştık...
Enflasyonun yükselmeye başladığı gençlik senelerimde yüksek rakamlı kâğıt paralar basılır olmuş, bunu milyonluk banknotlar takip etmiş, gittikçe hafifleyen bozuk paraları da plâstik pul gibi görür olmuştuk.
Ve, ay başlarında maaş olarak elime sekiz-on banknot verildiğinde ben de kendi kendime “Bütün emeğimin karşılığına bak!” derdim...
Yukarıda da söyledim: Piyasaya yüksek değerde banknot sürmek kayıt dışı ekonomiyi daha da güçlendirip çalışanın psikolojisini bozmaktan başka bir işe yaramaz...
Dolayısı ile “Beş yüzlük yetmez, binlik banknot basılsın” yaygaralarını kopartanların, savaş ve işgal altında inleyen Lübnan’dan bile öğrenmeleri gereken çok şey vardır!