Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Her “sivil itaatsizlik” eylemi masum değildir. Bazı sivil eylemler, eylemcilerin niyetlerinden bağımsız korkunç sonuçlara yol açabilirler. O eylemi düzenleyenler, eylem sonucunda ortaya çıkan “korkunç sonuca” isyan edip, “biz böyle bir sonuç için bu eylemi düzenlememiştik, ortaya çıkan sonuç bizi çok rahatsız etti” derlerse sorun yok; yok, ortaya çıkan sonucu eylemciler de sahiplenir, hatta bu eylemden sonra ortaya çıkan yeni durumu alkışlarlarsa, başta tertiplenen eyleme “sivil itaatsizlik” demek bir hayli zordur.

        Bunu şunun için söylüyorum. Bugün 5 Mayıs… Bundan 64 sene önce, çoğu kaynakta, “Cumhuriyet tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi” diye tanımlanan, birçok solcunun gurur duyduğu, üzerine piyesler, şiirler, romanlar yazılmış olan, adını “5’inci ayın, 5’inci günü, saat 5’te, Kızılay’da”dan alan “555K” eyleminin yıldönümü…

        Cep telefonu, feysbuk meysbuk, tvitir mıvitır, tiktok miktok gibi sosyal medya mecralarının olmadığı, kulaktan kulağa yayılan bir haberle 5 Mayıs 1960 günü saat 5’te öğrenciler Menderes hükümetini protesto etmek için Ankara Kızılay’da toplandılar. Meydanda toplanan binlerce öğrenci, Plevne Marşı’nı şu şekilde değiştirerek hep bir ağızdan söylediler:

        Olur mu böyle olur mu?

        Kardeş kardeşi vurur mu?

        Kahrolası diktatörler.

        Bu dünya size kalır mı?

        Kızılırmak akmam diyor.

        Etrafını yıkmam diyor.

        Ünü büyük İsmet Paşa

        Ben sözümden dönmem diyor

        O sırada, karargahlarda, kışlalarda darbe için gün sayan askerlere bu eylem büyük bir cesaret verdi. 27 Mayıs darbesine giden yolun bulunduğu “mıntıka” böylece bu eylemle son defa temizlenmiş oldu.

        Bu eylemden yirmi iki gün sonra askerler yönetime el koydu. Bu eylemi düzenleyenlerin hiçbirisi, “Biz, siz darbe yapasınız diye o eylemi yapmadık, biz siviller seçimle, oylarımızla iktidara gelmiş olan bir hükümeti uyardık, size ne oluyor, bu yasa dışı eyleminizi protesto ediyor, 555K’ya benzer bir eylemi de size karşı yapmak için halkımızı Kızılay’a davet ediyoruz” demediler. Tam tersine, hep birlikte, “kurtulduk, yaşasın hürriyet” diye slogan atarak darbecileri alkışladılar. Bu yüzden kim size “555K Cumhuriyet tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemidir” derse onun yanında tehlikeli bir yaratık görmüş gibi kaçın bence.

        *

        Sezai Karakoç anılarında bu hadiseden de söz eder. 1960 ilkbaharında Ankara’da Yeğenler Vergi Dairesi’nde çalışıyor şair. Siyasi hava gittikçe şiddetlenen bir fırtına gibidir. Gökyüzünde kapkara bulutlar var, şimşekler çakıyor, ortalık aniden kararıyor, mahşeri bir gürültü var her yerde. (Sezai Karakoç o sırada Ankara’da “Diriliş”i çıkarıyor, Necip Fazıl Ankara’ya gelir, bahar ayları, ona “Sezai Karakoç da Diriliş diye bir dergi çıkarıyor” derler, “Geberiş”i çıkarsın” der o da. Bu hadiseyi aktaran Sezai Bey, “Bunu yanlış anlamayın, maksadı bana kızmak değil, o sırada memlekette gidişat o kadar kötü ki, gidişattan ümitsizliğini belirtmiş oluyor üstat” der.) 28 Nisan’da İstanbul’da hadiseler büyümüş, Turan Emeksiz öldürülmüş; bir memur ve öğrenci şehri olan Ankara da diken üstündedir. Basın coşmuş vaziyette, iktidarı birileri yıksın da isterse gavur yıksın havalarındalar. Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Cahit Yalçın gibi başyazarlar kalemlerini mitralyöz gibi kullanıyor. İsmet Paşa’nın da elinde odun, kaynayan kazanın altındaki ateşi ha bire harlandırıyor, eline geçen her fırsatta DP’li vekilleri, “Sizi ben bile kurtaramam” diye uyarıyor Meclis’te. DP’liler ise, iktidarda olmanın verdiği özgüvenle, yaklaşmakta olan felaketin farkında bile değiller. Bütün seslere kulakları kapalı… İşte tam bu sırada fişteklenen öğrenciler, bütün üniversitelerde ayaklanırlar. Hükümet sıkıyönetim ilan eder. Yetinmez, akşam saat dokuzdan sonra sokağa çıkma yasağı koyar. Sezai Bey’in yazdığına göre hareketli olan üniversite gençliğiydi, halkta en ufak bir gösteri eğilimi yoktu o sırada. Buna rağmen sokağa çıkma yasağı uygulamasıyla hükümet bütün halkı cezalandırılmış oluyordu. Hazır halk evine kapanmışken, Adnan Menderes bunu fırsat bilerek her gece radyoda konuşmaya başlar. Yapılan bu konuşmalar propaganda faaliyeti gibi algılanır, aslında bunu böyle düşünenler haksız da değildir. Yetinmediler bu sırada Meclis’te bir Tahkikat Komisyonu kurdular Demokratlar. Bu komisyonlarda muhalefet adeta sorguya çekildi, bu durum da her şeyin tuzu biberi oldu. Sıkıyönetim gazeteleri kapatmaya başladı, sansür mekanizması çalıştı, gazete sayfaları boydan boya boş sütunlarla çıkmaya başladı. Gizli bir yerlerde, karanlık mahfillerde darbe tezgahlayan askerlerin keyfine diyecek yoktu, o sırada herkes onlara çalışıyordu çünkü. (Sezai Karakoç hatıralarında şu anekdotu da aktarır: Harbiyeliler okuldan çıkıp Kızılay’a yürüyünce bir DP ileri geleni Necip Fazıl’a hükümetin ne yapması gerektiğini sorar, o da bütün Harbiyeli öğrencilerin kaydının silinip askerlikten atılmasını, fakat hemen arkasından da hükümet erkanının bir uçağa atlayıp yurt dışına gitmesini tavsiye eder.)

        “Ankara’nın en güzel ayları Nisan ve Mayıs aylardır” der Sezai Bey. Mevsimin en “çıngıraklı aylarıdır” bu aylar. O sırada genci bol bir şehirdi Ankara, enerji sarfı için bahane arayıp duruyorlardı gençler. Kavgaya hazırdı hepsi. Halk on yıldan beri iktidardan yanaydı; şimdi yükselen enflasyon nedeniyle bir parça hükümetten uzaklaşıyor ama tam anlamıyla da İsmet Paşa’nın partisini alternatif olarak görmüyordu. Gençlik ve aydınların iktidara olan muhalefetini İsmet Paşa kullanmaya başlamış, halkı kazanamayacağını bilen Paşa, nasılsa aydınlar yanımızda, uzun bir süre gençleri saflarına çekmeye çalışmış, bunda da başarılı olmuştu.

        Bu ahval ve şerait içinde “fısıltı gazetesi” tiraj üstüne tiraj almaya başladı. Korkunç hikayeler kapladı ortalığı. İnsanlar kıyma makinesinde öğütülüyor, polis karakollarında cesetler çıkıyordu!

        Derken Nisan ayında gençler Ankara’nın Kızılay meydanında akşam memurların iş çıkış saati olan 5’te toplanıp gösteri yapmaya başladılar. Saat 5 olunca Kızılay Meydanı hınca hınç dolmaya başlar. Her geçen gün kalabalık daha da büyür. Tansiyon tavan yapmıştır artık.

        Mayıs aynın başında “555K” parolası kulaktan kulağa yayılmaya başlar. Sezai Karakoç, “Hatta Cemal (Süreya) de 555K diye bir şiir yazmıştı” diyor hatıratında, işte bu şiir çoğaltılmış öğrenciler arasında elden ele dolaştırılmaktadır.

        Cemal Süreya’nın hiçbir kitabına almadığı Papirüs’ün Ağustos 1960 sayısında yayınlanan ve adına “555 K” dediği bir hayli uzun o şiir şöyle:

        Şimdi Bursada ipek çeken kızlar

        Bir karasevda halinde söylemektedir:

        Görmeye alıştığımız nice yazlar

        Kimleri alıp götürdüler ama kimleri

        Karanfil bıyıklı genç teğmenleri

        Ak saçlı profesörleri, öğrencileri

        Adları şuramıza işlemektedir

        Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler

        Bir karasevda halinde söylemektedir

        Şimdi Bursada ipek çeken kızlar

        Şimdi Erzurumda çift sürenlerin

        Geçit vermez kaşlarının ardında

        Derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri

        Sabanın demiri girdikçe toprağa

        Hınçlarını gömmektedir içine yerin.

        Çünkü millet hayınları Ankaralarda

        Çünkü İzmirlerde, çünkü İstanbullarda

        Çünkü başka yerlerinde memleketin

        Kanına girdiler masum gençlerin

        İşte onun için karanlıktır gözleri

        Şimdi Erzurumda çift sürenlerin.

        Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz

        Gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar

        Şimdi acının ve hüznün göklerinde

        Umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız

        Uykumuzun bir ucunda bombalar

        Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar

        İngiliz usulü piyade tüfekleriyle

        İnsanca yaşamanın onuru arasında

        Milletcek bir gidip bir geliyoruz

        Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz

        Şimdi ay doğar bulutlar arasından

        Kavat derebeyleri yüreksiz Bolu beyleri

        Hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri

        Cebren ve hile ile haklarımızı alan

        Zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçgen

        Biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi

        Türküleri duyuyor musunuz nice derin

        Yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda

        Karanlığı tutuşturup bir köşesinden

        Geceyi gündüze çevirenlerin

        Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya

        Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya

        Anamız çay demliyor ya güzel günlere

        Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa

        Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız

        Bu, böyle gidecek demek değil bu işler

        Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz

        Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını

        İşte o gün sizi Tanrılar bile kurtaramaz.

        İsmet Paşa’nın “DP’lilere sizi ben bile kurtaramam” demesi, şair Cemal Süreya’nın dilinde “Sizi Tanrılar bile kurtaramaz”a dönüşür.

        Cemal Süreya 1959 Temmuz’unda askere gider. Bu şiiri askerdeyken yazar. Cemal Süreya, Altan Öymen, Turgut Erdem, Öztin Akgüç, İsmail Hakkı Aydınoğlu ve iki arkadaşı sık sık Mülkiyeliler Birliği’nde bir araya geliyorlar, randevu şifresi; 555K’dır. 5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te, Kızılay’da buluşacaklar!

        Cemal Süreya “Günler” adını verdiği günlüğünün 783. Gün'ünde “555K”yla ilgili çok ilginç bilgiler verir. Şaire göre “555K olayını yaratan 7 kişinin Turgut Erdem, Öztin Akgüç, İsmail Hakkı Aydınoğlu, kendisi ve Altan Öymen olduğunu” söyler, diğer iki kişi bunları yazdığında “devlet memuru” oldukları için isimlerini vermez, grubun liderinin de Altan Öymen olduğunu belirttikten sonra şunları yazar:

        “Karar verdik; Kızılay’a hep beraber yürüyecek, yürürken de hep beraber Osman Paşa Marşı’nı ıslıkla söyleyeceğiz.

        O gün, 5 Mayıs günü saat 5’te Kızılay’da, küçük bir olayın nasıl büyüyebileceğini, taşıran damla olabileceğini gördüm.

        Birkaç görüntü var ki hiç gözümden gitmez.

        Büyük Sinema’nın önündeyiz. Müzisyenimizin işmarıyla marşı ıslıkla söyleyerek geniş kol yürümeye başlar başlamaz caddeyi dolduran kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Karşılıklı gidip gelen topluluklar, tek tek kişiler, bizim yürüyüş yönümüze (Kavaklıdere) katıldılar. Birden uzun bir gencin sıçrayarak (ne sıçrama!) Büyük Sinema’nın kapısının üstüne asılmış Zeki Müren konseri bez afişini yırttığı görüldü.

        Arkadaşlarımızdan biri (yıllar sonra bakan oldu) olayın daha başında yok oldu. Geri kalan altı kişi yürüyoruz. O ara, kısa şiirleriyle de kendisinden söz ettiren genç bir öykücü arkadaş bizim gruba yaklaştı. Benden beş lira borç istiyor. Bende yoksa arkadaşlarımdan isteyebilirmişim. Unutamam.

        Birden nasıl oldu, bir ses mi geldi, başlarımızı geriye çevirdik. Caddenin karşı kıyısında, Ankara Sineması’nın hizasında koyu renk giysileriyle, geçit resmi düzeninde ilerleyen bir grup insan: Menderes ve bakanları… Caddenin o kısmı onlar için açılmıştı.

        Kızılay binasının önünde Menderes’i tartakladılar. Çok yakınındaydım. İnanılmaz bir şeydi. İki genç başbakanın yakasına yapışmıştı.”

        Şevket Süreyya Aydemir, “Menderes’in Dramı” kitabında Cemal Süreya’nın Menderes’le ilgili söylediklerini teyit eder. Aydemir’e göre Menderes o gün kendini nümayişçilerin arasına atmış, Bayar’la birkaç arkadaşının, bu tehlikeli macerayı bir köşeden, bizzat seyrettikten sonra, işi oluruna bırakıp oradan uzaklaştığını belirttir ve şunları yazar: “Menderes: ‘Ben tek başıma bu halkın içine girerim, onlara hakikati anlatırım’ demiştir. Evet, o gün orada Menderes, kendince haklı bulduğu bir heyecan uğrunda, belki de kurban gidebilirdi,” der.

        Sezai Karakoç ise hatıralarında bu hadiseyi şöyle anlatır:

        “… Menderes akşam vakti Kızılay’a geliyor ve doğrudan talebelerin arasına girip sert bir şekilde onlardan ne istediklerini soruyor. Görevliler, zor bela Menderes’i ikna edip otomobiline bindirip oradan uzaklaştırıyorlar. Sonradan bu olay da tersine çevrilip öğrencilerin Menderes’in yakasına yapıştığı şekline dönüştürülmüş, bir politikacı için de yıllar yılı bir kahramanlık öyküsü gibi anlatılıp durmuş. Neyse ki geçenlerde bu politikacı Menderes’in yakasına yapışmadığını Meclis’te açıkladı da gerçek ortaya çıktı.”

        Sezai Bey’in “o politikacı” dediği kişi Deniz Baykal’dı.

        5 Mayıs günü Kızılay’daki büyük öğrenci gösterisi daha sonra Türk edebiyatında birçok romana konu oldu. Attila İlhan’dan Yılmaz Karakoyunlu’ya, Samim Kocagöz’den Erol Toy’a, Vedat Türkali’den Alev Alatlı’ya kadar birçok romancı romanlarında bu hadiseye de yer verdiler.

        Alev Alatlı’nın “Valla Kurda Yedirdin Beni” romanının anlatıcısı “555K” hadisesinden çok etkilenir. Ona göre Başvekil Kızılay’da dövülür. Adnan Menderes’in büyük bir sevinçle gösterici kalabalığın içine daldığını, etrafının kısa sürede sarıldığını, hep bir ağızdan yuhalandığını belirttikten sonra şöyle devam eder:

        “Biz katil değiliz! dedi ve tükürdü birisi. Balgam koyu renk kumaşın üzerinden süzüldü. Sivil polis olduğu sonradan anlaşılan bir başkası, saldırganı yakalamakla Başvekil’i oradan kaçırmak arasında bocaladı. İkincisinde karar kıldı. Ve Türkiye Cumhuriyeti Başvekil’i, karga tulumba edildi, bir otomobile tıkıldı, uzaklaştırıldı” (s. 52). Anlatıcıya göre Menderes’in yüzüne tükürülme olayı “tarihin bir inkârı”dır.

        Başvekil Menderes’in kalabalığın içinde yarasız beresiz kurtulmasını gazeteci Emin Karakuş, “40 Yıllık Gazeteci Gözü ile İşte Ankara” adlı kitabında anlatır. Alatlı’nın “bir otomobil” dediği araba, gazeteci Karakuş’un Volkswagen marka arabasıydı.

        Yazdığına göre Karakuş o gün gösteriyi çalıştığı gazetenin Kızılay’da bulunan bürosunun penceresinden izliyor. Kalabalığa bakarken, o sırada aldığı ve Kızılay binasının önüne park ettiği, henüz parasını ödemediği Volkswagen marka arabasına kayar gözleri. Arabanın etrafı sarılmış, kalabalıktan araba görünmüyor. Aman arabama bir şey olur diye telaşla çıkar bürodan. O sırada Zafer Anıtı’nın önünde Başbakan Menderes’in arabasından inerek kalabalığa karıştığını görür. Bir anda kalabalık başvekilin etrafını sarar, “yuh” sesleri ayyuka çıkar. Menderes güçlükle kalabalıkta ilerlemeye çalışır, etrafını polisler sarmış, bir yandan da kalabalığa “Ne istiyorsunuz?” diye bağırarak sorar, kalabalıktan bir ses “istifa et, hürriyet istiyoruz!” diye cevap verir. Menderes, “o halde beni öldürün” deyince, kalabalıktan aynı ses “Biz katil değiliz” diye cevap verir. Başbakan’ın yanında İçişleri Bakanı Namık Gedik, tümen komutanı, vali ile emniyet müdürü var. Hepsi etrafında çember oluşturmuşken o sırada başka bir arabada bulunan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Refik Koraltan, oluşan gergin havayı anlayarak oradan uzaklaşırlar. Bütün bunlar Karakuş’un arabasının bulunduğu yerde oluyor, Karakuş arabasının derdinde, ona yaklaşır, zar zor kapısını açarak biner, ileri geri hareket ettirmek ister nafile. Bu sırada 28’nci Tümen Komutanı, eliyle ona “dur” işareti yapar, Menderes arabanın yanındadır. Polisler onu Volkswagen’e bindirmek ister, Menderes arabaya binerken bir yandan da öğrencilerle öfkeli bir şekilde tartışmaya devam eder. Polisler kalabalığı azıcık yarar, araba hareket eder. Karakuş, “Beyefendi sizin ne işiniz var burada, kim size otomobilden inin dedi” der. Heyecandan zangır zangır titremekte, ağzından köpükler saçan Menderes, durmadan “bana yuh ha” der, başka bir şey demez. Araba, Amerikan Haberler Merkezi’nin önüne gelir, Emin Karakuş, “Sizi nereye götüreyim, evinize mi, makamınıza mı, yoksa başka bir yere mi?” diye sorar. Menderes, “Karakuş, sen beni burada bırak” der. Başvekil kaçmış veya kaçırılmış gibi görünmek istemez. Orada arabadan iner, polisler tekrar etrafını sarar. İçişleri Bakanının bulduğu siyah bir arabaya binerek oradan uzaklaşır.

        Ertesi gün bütün dünyada radyo ve gazetelerinde Menderes’in Volkswagen marka bir arabayla bir gazeteci tarafından öfkeli kalabalıktan kaçırıldığı haberi çıkar. (Emin Karakuş, “İşte Ankara, Hürriyet Yayınları, 1977, s.479-483)

        *

        Cemal Süreya, bu olaylar olduğu sırada Milli Savunma Bakanlığı AR-GE Başkanlığı’nda, kuruluşun bütçe çalışmalarına yardım etmekle görevli yedek subaydır. “555K” şiiri bu hadiseden iki gün sonra son şeklini alır. Şiiri daha sonra hiçbir kitabına almaz. Çok sonra, 1986 yılında “Gökyüzü” dergisine verdiği bir mülakatta, arkadaş çevresinin şiiri beğenmediğini, bu yüzden de onu kitaplarına almada “gönülsüz” davrandığını söyler. Arkadaşlarından Arif Damar şiiri beğenmeyenlerden birisidir mesela. Şiirden, “Erzurumda/Geçit vermez kaşlarının ardında/Derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri” dizelerini alır, başka bir şiirinin içine monte eder.

        *

        Adnan Menderes o gün Kızılay’da toplanmış olan gençlerin dediğini yapıp istifa etmiş olsaydı 27 Mayıs darbesi olur muydu sorusuna Sezai Karakoç “yine de olacaktı” cevabını verdikten sonra şunları yazar:

        Halk Partililer vazgeçmezlerdi ihtilalden. Hatta ihtilali daha kolaylıkla yaparlardı. Ama yine de Menderes istifa etseydi, sonradan ihtilalciler daha suçlu görünürlerdi. Bu bakımdan bir faydası olurdu.”

        *

        Her sivil itaatsizlik eylemi, onu düzenleyen sivillerin o eylemle murat ettikleri sonucu vermeyebilir. Bazı sivil eylemleri, gelmekte olan korkunç bir olayın altlığı olarak da kullanılabilir kötü niyetliler.

        “555K” eylemi böyle bir eylemdir bana göre.

        Kaynakça

        Sezai Karakoç, Hatıralar, Diriliş Yayınları

        Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Cemal Süreya, “Şairin Hayatı Şiire Dahil”, Can Yayınları

        Emin Karakuş, “40 Yıllık Gazeteci Gözü ile İŞTE ANKARA”, Hürriyet yayınlar, 1977

        Cemal Süreya, Günler, YKY

        Cemal Süreya, Sevda Sözleri, YKY