Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya "Kötülük Çiçekleri"nin ettikleri…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cemal Süreya'nın deyimiyle şiirde bir çağ kapatıp yeni bir çağ açan büyük Fransız şairi Baudelaire’in “Her nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir,” diyen meşhur bir mısraı vardır. Mısra, hayatımızdan memnun değilsek, nerede olursak olalım, isterseniz cennette, bulunduğumuz yerde değil, o yerin dışında başka bir yerde mutlu olabiliriz avuntusuna kapılarak, tebdil-i mekânda ferahlık vardır eski deyişine uygun olarak yer değiştirmenin bize iyi geleceğini sanarak, bir an önce başımızı alıp gitme isteğimizi anlatır.

        Mesela şu anda dışarıda Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri”nde anlattığı bir hava var. “Güzel kokular, renkler ve sesler” birbirine karışmış (Mehmed Uzun, vefatından önce derleyip bir dosyaya koyup bana teslim ettiği denemelerine “Kokular, Renkler, Sesler” adını vermişti şairin dizesinden ilhamla!), “denizlerin ötesinde, gizemli kedilerin ve yoğun duyguların içinde kaybolmuş kadınların mesken tuttuğu bir peri masalı” evreni duruyor, şairin kurduğu “simge ormanında” gezintiye davet ediyor her şey beni; bu yüzden bulunduğum yerden memnunum, başka yerdeki mutluluk çağırmıyor şu anda, en iyisi ben de Victor Hugo’nun “sanat göğünü bilinmedik bir ölüm ışığıyla süsleyen, yeni bir ürperiş yaratan” bu büyük şairin çiçek aramak için cehenneme indiği, “kötülükten güzellik, mutsuzluktan mutlu” anlar damıttığı, “Hem bıçağım hem de yara/Hem yanağım hem de tokat/Hem kurbanım hem de cellat/Ezen ve ezilen çarkta”dediği “Kötülük Çiçekleri”nden bahsedeyim size bugün.

        *

        Ahmet Hamdi Tanpınar 1957 senesi Nisan ayının 9’unda, sabah saatlerinde günlüğüne Baudelaire’ın şu dizelerini düşmüş:

        “Bir eski zaman ülkesinde

        Kıyısında çok eski bir zaman nehrinin

        -Ve el ele beraberce karanlığa gidiyorlar-”

        1957 senesi, Baudleaire’ın “Kötülük Çiçekleri”ni yayınlamasının yüzüncü yılıdır. 1857’de çıkmış kitap piyasaya. Çıkar çıkmaz da “küçük bir kıyamet” koparmış. Şunları yazar Tanpınar:

        “Aradan yüz yıl geçti.

        Bu sene Fransız ve dünya sanat alemi Baudleaire’in ‘Şer Çiçekleri’nin yüzüncü yılını kutluyor. Bu küçük kitap, Valéry’nin dediği gibi, geçen asrın hemen ortasında birdenbire bir dinamit yahut o electro-instantané fotoğrafilerine şaşırdığımız o vitamin zerreleri gibi renk ve ateş fışkırışıyla patladı.

        Görülmemiş bir şeydi bu. Bu acayip kitapta hem bütün bir estetik ve onunla beraber bir insan görüşü yıkılıyor, hem de yepyeni bir güzellik meydana çıkıyordu.

        Hiçbir şey bu kitabın hakkında yapılan adli takip kadar gülünç değildir. Şer Çiçekleri Üçüncü İmparatorluk adliyesi tarafından, yayının haftasında ahlaki kasıt yüzünden hüküm giydi, mevcut nüshaları toplatıldı ve sahibi nakit cezasına mahkum edildi. Kitap ancak bu hükme bilhassa sebep olan 5 manzume çıkartılmak şartıyla neşredilebildi. Üçüncü Napolyon adliyesi kitabın bazı cesaretlerini ancak görebilmişti. Hakikatte ise bu küçük kitap onların bulunduğu zaviyeden daha çok büyük cezalar isteyebilirdi. Çünkü her manzumesi bir ihtilaldi. Her mısraı bir şey yıkıyor”du.

        İmparatorluk savcısına göre “şair insanın değil münkirlerin, Habil’in değil Kabil’in, Azizlerin değil Şeytan’ın yanında yer” almıştı.

        *

        Baudelaire, “Kötülük Çiçekleri”ni yayınladıktan on sene sonra, 1867 yılında öldü. Öldüğünde arkasında kalan şey Cemal Süreya’nın deyimiyle “estetikte başlattığı yeni çağ”dı. Şiirde eski çağı kapatmış, yeni bir çağ açmıştı. Cemal Süreya der ki:

        “Onun ölümünden sonra (…) o günden bugüne şairler bin yıllık güzelin yerine çirkini oturttular. Mısralarda iyi kötüye yenildi. Tanrının tası tarağı toplayıp göklere çekilmesi, insandaki şeytanın zaferden zafere koşması bu tarihten sonra ortaya çıkan gerçeklerdendir.”

        “Şiirde eski çağı kapatıp yeni bir çağ başlatan” Baudelaire’in yarattığı depremden dünyanın bütün şairleri etkilendi. Ondan önce yazanlar, dönüp yazdıklarına tekrar baktılar; onun kitabından sonra yazmaya başlayanlar da onun etkisinden kurtulamadılar. Bütün dünyada olduğu gibi Türk edebiyatında bir “Baudelaire etkisinden” söz etmek mümkün.

        Bu konuda “Karanlıklar Prensi Baudelaire” adında bir kitap yazmış olan Erdoğan Alkan, bu büyük şairin Türk şairlerini nasıl etkilediğini uzun uzun araştırmış. Ben de onun yazdıklarının izini süreceğim bu yazıda.

        *

        “Kötülük Çiçekleri” ilk defa 1927 yılında Alişanzade İsmail Hakkı tarafından “Elem Çiçekleri” adıyla çevrildi Türkçeye ama bu çeviri serbest bir çeviridir, düz yazı şeklindedir ve kafiyesi, ölçüsü yoktur. İkinci çeviriyi yine “Elem Çiçekleri” adıyla Vasfi Mahir Kocatürk yaptı. Bu çeviri de düzyazı şeklindedir. 1984 yılında Erdoğan Alkan “Charles Baudelaire, Özden Günceler, Kötülük Çiçekleri” adıyla eksiksiz bir çevirisini yaptı kitabın. Onu Sait Maden’in çevirisi izledi.

        Erdoğan Alkan’ın verdiği bilgiye göre, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli ile Ahmet Muhip Dranas gibi önemli şairler Baudelaire’den şiirler çevirip yayınladılar. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ile Necip Fazıl Kısakürek onu Fransızca okudular, ondan bir hayli etkilendiler ama tek bir dizesini bile yayınlamadılar.

        Alkan’a göre Baudelaire’den etkilenen, şiirlerinden esinlenen şairlerin başında Cahit Sıtkı, Necip Fazıl ile Ahmet Muhip Dıranas gelir. Ahmet Hamdi daha çok Nerval’a hayrandır ama o da Baudelaire’den birçok dize tırtıklamıştır.

        Misal;

        “Bu azap ta hilkatten beri bizimle ve bizde

        Geçinir, kurt nasıl ölüyle, tırtıl neşeyle

        Beslenirse biz de öyle besleriz onu”

        şiirinde Alkan’a göre “Tırtıl neşeyle beslenirse” dizesi onun değil Baudelaire’dir ki şiirinde şöyle geçer:

        “Dindirebilir miyiz eski, uzun azabı?

        Yaşar ve kımıldanır içimizde

        Kurt nasıl ölülerle, tırtıl nasıl meşeyle

        Beslenirse öyle beslenir bizle

        Dindirebilir miyiz bu onulmaz Azabı?”

        Tanpınar, Baudelaire’in beş dizesinin cevherini alıp kendince üç dizeye dönüştürmüş, “meşe”yi de “neşe” yapmış. Daha birçok örnek veriyor Alkan ve en sonunda Baudelaire’in “Sesler, kokular, renkler/Bilmiyorum hangi derin/Ve uzak hayali bekler”, dizelerinin Tanpınar’da “Çılgın mahşerinde ses ve renklerin” şeklini aldığını belirtir.

        Alkan’a göre, Necip Fazıl “Kabus” şiirinde;

        “Ve evlerde baş köşe

        Batının pırtıkları

        Görünmezi görmeye

        Eremez mantıkları”

        diyerek Batılı şairleri küçümsediği halde, kendisi de onlardan bir hayli etkilenmiş ve onları şu şekilde övmüş “poetika”sında:

        “Bodler müsbet ilim keşifleri önünde bütün dayanak ve tahakküm hakkını kaybetmiş ve malihülyaya düşmüş bedbin münevverlerin sesiydi... Rembo bu sesi, buhran ve maraziliklerle daha ileriye götürdü. Valeri ise aynı sesi, şiire sonsuz bir tecrid mizacı aşılamak yoluyla muvazeneye kavuşturmak istedi. Fakat kimse, müsbet ilimlerin atlı karıncasında sarhoş hale gelen insanın beklediği yeni ümit şarkısını besteleyemedi.”

        Necip Fazıl, Bodler, Rembo ve Valeri’yi çok iyi okumuş ve biliyor. Erdoğan Alkan’a göre Necip Fazıl’ın şiir sanatı üzerine ileri sürdüğü fikirlerin çoğunun Baudelaire ve Rimbaud’un fikirlerine benzer. Şiirlerinde de Baudelaire’in izleri bir hayli belirgindir. Baudelaire’in şiirlerinde “renk, koku, ses ve uyum” kelimeleri çok sık geçer, Necip Fazıl’da da… Baudelaire şiirlerini “günah, azap ve pişmanlık” kavramlarıyla örer; “Besliyoruz sevimli azaplarımızı”, “Günahlarımız dik başlı, pişmanlıklarımız alçak”, “Kıvançlı Melek, bilir misin acı denen şeyi / Nedir utanç ve azap, gözyaşı, iç sıkıntısı,” dizelerinde olduğu gibi. Aynı kavramlar Necip Fazılda da fazlasıyla var; “Başı görünmez hayal, sonu gelmez nedamet”, “Kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum / Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık”, “Annesi azabın! Sonsuzluk şarkısı / Annesi azabın! Cinnetin tıpkısı”, "Azap, saçlarıma ak/Yüzüme çizgi serdi" dizelerinde olduğu gibi. Baudelaire, mezardaki kurt ve böceklerden bahseder sık sık şiirinde; “Ey kurtlar! gözsüz, kulaksız kara yoldaşlar / Size gelen özgür, kıvançlı bir ölü var! Obur filozoflar, pisliğin oğulları”, “Dindirebilir miyiz eski, uzun Azabı! Kımıldayıp kıvranır, yaşar içimizde! Kurt nasıl ölülerle, tırtıl nasıl meşeyle Beslenirse öyle beslenir bizle! Dindirebilir miyiz bu onulmaz azabı?”, “Besliyoruz sevimli pişmanlıklarımızı / Dilenciler bitlerini beslerse nasıl.” Aynı kavramlar Necip Fazıl’ın şiirinde şöyle yer alır: “Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek”, “Bir kurdum ki sizi hep diş diş yerim / Ve gezerim her gün elbisenizde”,“Ağzıma soğuk kurtlar dolacak, gözüme kum”, “Ufak böcekler gibi! Gezer onların kalbi! Üstünde döşemenin”.

        “Ölüm” ve “tabut” şirin olmazsa olmaz iki kavramı… Baudelaire’in “Güz Şarkısı”şiirinde;

        Tekdüzen vuruşlarla salınan bir tabut var

        Sanırım, çivilenen, bilmediğim bir yerde

        Ölen kim? -Dün yazdı, bugün sonbahar

        Çınlar bir yolculuk gibi bu ses yüreklerde

        derken; Necip Fazıl “Tabut” şiirine;

        “Tabut değildir bu, bir tahta kundak

        Bu ağır hediye kime gidecek

        Çakılır çakılmaz üstüne kapak” der.

        *

        Baudelaire’den esinlenen şairlerden birisi de Cumhuriyet döneminin ilk şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas’tır.

        Şu dizeler Baudelaire'indir:

        Kıpırdanıp gözlerinde çiçeklendiğin

        En güzel, en iyiye, en sevgiliye...”

        Şu dizeler de Dıranas'ındır:

        “Hatırası kalbe ışıklarla dökülen

        En sevgiliye, en iyiye, en güzele”

        Şu dize Baudelaire'indir:

        “Soğuk karanlıkların içine dalmamız yakındır”

        Bu dize Dıranas'ın:

        “Artık karanlıklar içine gömülmekteyiz”

        Bazı dizeler çok yakın benzemeseler de çağrışım yapıyorlar. Ne diyor Baudelaire:

        “Uslu dur ey Hüznüm, daha sakin ol

        Akşam olsun diyordun, işte akşam”

        Ve Dıranas:

        Gel bakalım Ahmet Muhip Dıranas

        Otur

        Gün batıyor görüyor musun?

        Her vakit böyle hoş bir akşam olmaz”

        diye yazar. Baudelaire Bu gudubeti emzirmektense/Engerek düğümü doğuraydım keşke” diyor, Dıranas ise “Engerek düğümü doğuran gelinler” diyor. Baudelaire, “Ama hayır! yalzca bir maske gibidir/İnce bir acıyı yansıtan bu yüz” derken, Dıranas, “Ya bu yüzler, ne yüzler, maske gibi” diyor. Baudelaire’nin meşhur “renk, koku, ses ve uyum” kelimeleri Dranas’ta “Bizimdir bu koku, bu renk dolu sini” diye geçer.

        *

        Gelelim Cahit Sıtkı Tarancı’ya…

        Erdoğan Alkan’a göre Cahit Sıtkı Tarancı, etkilenmeyi, esini bir tarafa bırakalım, açıkça Fransız şairlerinden bazen mısra araklamaktan çekinmez ve bunu da “şairden şaire geçen mamelek” olarak görür. Misal, Apollinaire’in “Geçiyordum Seine kıyısından/Eski bir kitap koltuğumda dizeleri Cahit Sıtkı’da Geçtim bir akşam Sâdâbâtdan/Koltuğumda Nedim divanı olur. Verlaine’ın “Hatıra, hatıra, ne istiyorsun benden? Sonbahar” dizesi onda;

        “Bilmem ki hatıralar

        Ne istersiniz benden

        Gelir gelmez sonbahar”

        şeklini alır.

        Cahit Sıtkı büyük bir Baudelaire hayranıdır, onun hakkında şunları söyler:

        “Baudelaire elinde tuttuğu canlı meşale ile bana tutacağım, tutmam gereken yolu gösterdi. Baudelaire, bana suyun dibine inmeyi öğretti: İçimle dışım arasındaki farkı Les Fleurs du Mal'ı (Kötülük Çiçekleri) okuduktan sonra anladım. Baudelaire bana kendi kendimi buldurttu ve ben hayatımı, Baudelaire'i okuduktan önce, Baudelaire'i okuduktan sonra diye iki bölüme ayırmaktayım.”

        Ona göre Baudelaire'i okuyabilmek bile bir meziyettir. Arkadaşı Ziya Osman Saba'ya yazdığı bir mektupta der ki:

        “Rimbaud'yu, yahut Baudelaire'i, Verlaine'i, Mallarme'yi tatmak için, onların ruhunu şad etmek için okur alelade kimse olmamalıdır. Mesela, onların okuru Türkiye'de Ahmet Hamdi, Nurullah Ataç, sen, ben ve daha birkaç kişi olabilir. Tabi bu kadarcık meziyetimizi söylemek böbürlenmek filan sayılmaz.”

        Çok erken öldü Cahit Sıtkı, külliyatı fazla değildir. Şiirlerinde Baudelaire dizelerine çok sık rastlanır. Alkan şu örnekleri verir:

        Baudelaire, “İçe Kapanış” şiirinde “Uslu dur ey Hüznüm, daha sakin ol / Akşam diyordun, işte oluyor akşam,” derken Cahit Sıtkı da “Abbas” şiirinde; “Haydi Abbas vakit tamam/ Akşam diyordun işte oldu akşam” der.

        Baudelaire'in Güz Şarkısı şiiri şöyle biter:

        “Kırık dal sesleriyle salınan bir tabut var

        Sanırım çivilenen, bilmediğim bir yerde

        Ölen kim? -Dün yazdı bugün sonbahar

        Çınlar bir yolculuk gibi bu ses yüreklerde."

        Tarancı'nın Otuz Beş Yaş şiirinden bir dize:

        “Nereden çıktı bu cenaze, ölen kim?” biçimini alır.

        Cahit Sıtkı Baudelaire’den birçok şiir çevirdi Türkçeye. “Akşamın Ahengi” şiirini de. O şiirde Baudelaire, “Sesler ve kokular dönüyor akşamın havasında / Hazin bir vals, bir baş dönmesidir bu rüzgar” derken Cahit Sıtkı da “Seslerle kokular el ele dolaşır/Renklerle şekiller sevişip anlaşır/ Bir mükemmeliyet orkestrasında” der.

        Baudelaire ile Cahit Sıtkı’nın sadece şiiri benzemiyor birbirine; kaderleri de benzer. Ölümleri de... İkisi de içki müptelasıydı. İkisi de aynı yaşta, 46 yaşında öldüler. İkisine de inme indi, ikisi de yıpratıcı ve mutsuz bir hayat yaşayarak gittiler bu dünyadan.

        *

        “Kötülük Çiçekleri”nin yayınlanmasının üzerinden 166 sene geçti. Erdoğan Alkan’ın deyimiyle, Raimbaud’nun “Şairlerin Tanrısı”, Yahya Kemal’in “Gelmiş geçmiş şairlerin kuşkusuz en büyüğü” dediği Baudelaire’in hayali dünya şiirinin üstünde dev bir Albatros kuşu gibi, “ağır kanatları”nı germiş duruyor hâlâ.

        *

        Yazıya oturduğumda içimdeki duygu, tam da şairin “Sarhoşluk” şiirinde yazdıkları gibiydi:

        “Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu.

        Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zamanın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

        Ama neyle?

        Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.

        Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; ‘Saat kaç’ deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: ‘Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

        *

        “Kötülük Çiçekleri” birebirdir sarhoşluğa.