ABD, Vietnam savaşından bu yana, en büyük güç kaybı dönemini yaşıyor.
Teknolojideki gelişmelerden yola çıkarak bunun doğru olmadığını savlayanlar olabilir.
Ancak unutulmamalı ki bunların hepsinin gücü, demokrasi ve barış ile depolanabilir.
Üzerine bir de barış inşasının mimarlığını yapıyorsa, elindeki teknolojik varlık gücüyle güç kazanır.
ABD, 1978’de Orta Doğu Barış Süreci’nin mimarlığını üstlenerek güç kazanmış olması da bunun en iyi örneğidir.
Camp David Sözleşmeleri olarak da bilinen Mısır ile İsrail arasındaki savaşa son veren Barış Antlaşması, ABD’yi Avrupa karşısında daha güçlü kıldı; Baas sistemiyle hakim olduğu bölgede Sovyetlerin de etkisini kırdı.
Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, girişimi sonucu 1978’de başlayan görüşmeler 1979’da Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin Barış Antlaşmasına imza koymasıyla sonuçlandı.
FKÖ-İSRAİL OSLO BARIŞ SÜRECİ
Devamı da geldi…
Oslo’da 1993’te başlayan İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki “barış müzakerelerinin” ardında da Washington yönetimi vardı.
Oslo Süreci, 2000 yılında Camp David ile taçlandırılmak istendi, ancak görüşmelere katılan İsrail Başbakanı Ehud Barak kibirli ve agresif tutumunun yanında, FKÖ lideri Yaser Arafat ile yalnız görüşmeye yanaşmadı.
Arabulucu rolünü üstlenen Washington yönetiminin de Mısır-İsrail uzlaşısında olduğu gibi ortamın yumuşatılması için ihtiyaç duyulan kolaylaştırıcı araçları zamanında ve yerinde sunamadı.
Bir dizi anlaşmaya varıldı ama sonuçsuzlukla bitti…
ABD sonrasında bölgede varlığını sadece sert gücü ile gösterdi.
Irak, Suriye, Yemen, Libya, Lübnan ve bugün de Gazze’de yaşanan çatışmalarda yumuşak gücü yerine sert gücünü taraflı şekilde bölgeye taşıdı.
Ve bölgede inşa ettiği yumuşak gücü elinden kaptırdı…
KONGREDE KAYBETTİREN
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Gazze’de insanlık katliamı yaptığı için Savaş Suçlusu olarak ilan edilen İsrail Başbakanı Netanyahu’nun dün ABD Kongresinde konuşturulmakla kalmayıp, sürekli alkışlanmasını izlerken geçmiş aklıma geldi…
ABD Kongresi’nde önceki gün yaşananlardan sonra Washington yönetiminde kim olursa olsun, bundan böyle bırakın Orta Doğu’yu herhangi bir çatışma alanında barışı sağlama görevini üstlenemez…
Çünkü inandırıcılığını kaybetti.
Daha doğrusu bu tutumuyla da barışı sağlama misyonunu en büyük rakibi Çin’e kaptırdı…
Ortadan kaldırmak için çabaladığı Kuşak- Yol Projesinin de dişlilerini yağladı.
İRAN- SUUDİ ARABİSTAN BARIŞI
Çin de ABD’nin sertliğe dayanan politikaya yönelmesinin boşluğunu iyi doldurdu.
En önemli adımını da geçen yıl attı ve İran ile Suudi Arabistan arasında var olan sorunu barışla çözdü…
Bu aynı zamanda ABD’nin Orta Doğu politikasına da vurulmuş büyük bir darbe oldu.
Çünkü Washington’un canavarlaştırdığı İran üzerinden Orta Doğu’daki uzlaşmazlıkları ve çatışmaları diri tutma yöntemiyle İsrail’in elini kolaylaştıran politikasını yerle yeksan etti.
Uzun yıllardır süren savaşlar yerine, “yararlı barışın” bölgede sağlanabileceğini de sergiledi.
UKRAYNA BARIŞ STRATEJİSİ
Ardından Ukrayna projesinin adımını attı…
Rusya’nın bu dönemde en büyük destekçisi Çin Devlet Başkanı Şi, bu pozisyonunu bir kenarda tutarken, Ukrayna ile de yakınlaşma ve sorunu çözmek için adımlar atmaya başladı.
Şi, hazırladığı 12 maddelik barış planını yayınlarken Dışişleri Bakanı Wang Yi’yi de taraflarla müzakere etmesi için görevlendirdi.
Ardından BRİCS’te birlikte olduğu Brezilya ile “Ukrayna Krizinin Siyasi Çözümüne İlişkin Ortak Anlayışlar Belgesi”ni yayınladı.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın konuşulduğu bir dönemde Çin barış aracısı, küresel sorunların çözücüsü, atışma sonrası yeniden inşa sürecinin liderliği rollerine soyundu.
Ukrayna’da barışla birlikte sağlanacak yeni inşa süreci, gıda güvenliğini de kapsayan akılcı çözümler içeren üç belgeyi Dışişleri Bakanı Wang Yi aracılığıyla AB ülkelerine aktardı.
UKRAYNA DIŞİŞLERİ BAKANI PEKİN’DE…
Herkesin savaş konuştuğu bir dönemde gelen bu atak, sadece AB ülkelerinde değil, Ukrayna’da da dikkat çekti.
Nitekim bir süredir Rusya ile de bu kapsamda devam eden görüşmelerin ardından Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitri Kuleba önceki gün barış çabalarını konuşmak için Çin’e gitti.
Bugün ayrılacağı Çin’de izlenecek yol haritasının detayları almakla kalmayıp, beklentilerini de aktardı.
Çin’in bu atağının Ukrayna tarafından da dikkate alınır bulunması bir ABD’nin ambargolarıyla bunalan AB ile olan ilişkilerini normalleştirmesi açısından önem arz ediyor.
AB’nin başat ülkeleri Fransa, Almanya ve İtalya Moskova-Pekin aksı üzerinden okuduğu Çin ile ilişkisini gözden geçirirken, Macaristan da tüm olumsuzlukları göze alıp ticaretin önünü açmak için adım attı.
İLK FİŞEĞİ MERKEL ATEŞLEDİ
Bunun zemini de hazırdı, ilk fişeğini de eski Almanya Şansölyesi Merkel Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD’nin otomobillerine getirdiği sınırlamaya tepki koyarken ateşlemişti.
Öyle görülüyor ki Ukrayna süreci, hemen yanı başında olduğu için AB’yi, ABD’den çok daha fazla yoruyor.
Üstelik Rusya’dan alamadığı doğal gaz maliyetinin de artmasına yol açıyor.
Bütün bunların farkında olan Çin, savaş olarak tanımlamayıp “kriz” olarak niteliği Ukrayna üzerinden AB ile işbirliğini geliştirmekle kalmıyor.
Ukrayna’nın savaş sonrası inşasında başat rol üstleneceği mesajıyla AB ülkelerinin de iştahını kabartıyor.
Bu Avrupa ile olan bağını güçlendirirken, aslında büyük hedefi olan Kuşak Yol Projesinin de sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı da sağlıyor.
ABD’de seçim sonucunun nasıl olacağını kestiremeyen Avrupa için de bu gelişmeler aslında rahatlatan bir zemin de sunuyor.
Bir süre önce bu sütunda da aktardığım gibi, AB yönetimi uzun yıllardır güvenlik ve diplomasi konusunda Washington’un peşine takılan politika izlemekten yorgun.
Bunun yerine kendi politikalarını baskın şekilde uygulayan, tekrar dinamizmine kavuşmuş, bir zamanlar Franko-German; yani yanına İtalya’yı da katmış Fransa-Almanya motor gücünü harekete geçirmek istiyor.
Çin’in de rol üstlenmesiyle Orta Doğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’da oluşacak barış ve bahar havasının kendisine fayda sağlayacağının da farkında.
FİLİSTİN İÇİNDEKİ SORUNU DA ÇÖZDÜ
O nedenle Pekin’in bu hafta içinde attığı Filistin adımından aldığı sonuçtan da hoşnut…
Çünkü ABD, Orta Doğu’da barışı inşa eden mimarlık görevini terk ettiğinden beri bu alandaki boşluğu Avrupa da dolduramadı; çünkü arasında uzlaşamadı.
ABD’nin eril tahakkümüne yenik düştü.
Çin de 2013’ten bu yana bu konuda önemli mesafe kat etti; 2017 ve 2021 yıllarında İsrail ile Filistin arasında arabuluculuğa soyunması da bunun en önemli göstergesiydi.
İsrail’in tutumu dolayısıyla bu konuda bir adım atamadı, ancak Filistin’de, El Fetih ile Hamas arasında ulusal birlik hükümetinin kurulması konusunda üç gün önce önemli bir gelişme kat etti.
Filistinli 14 grup arasında iki gün süren görüşmelerin ardından Pekin Deklarasyonu’nun yayınlanmasını sağladı.
İsrail’in işgalini sürdürme çabası karşısında Hamas ve El Fetih Gazze’yi birlikte yönetecek…
İsrail’in elinden Gazze gerekçelerini çekip alırken, Filistin de BM Güvenlik Konseyi’nin 5 başat ülkesinden 4’ünü yanına çekmiş oldu…
Başkenti Kudüs olan bir Filistin’in devletinin kurulmasına bundan böyle kim seçilirse seçilsin ABD’nin de karşı durma şansı kalmadı.
Yumuşak gücünü kaybeden ABD’nin, çatışmadan beslenen sert gücü de işe yaramaz hale geldi…