Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Yüzde birin, doksan dokuza etkisi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        DÜNYAYI saran mavi ekran sorununun nasıl yaşandığını dinlediğimde uzun süre bilgisayara bakakaldım…

        Bir an bu denli basit bir sorun mu diyesim geldi…

        Telefonu açıp nesneler interneti üzerine çalışan, Türkiye’den uzaya uydu gönderen ilk özel sektör şirketinin ortaklarından Berker Yaşar’ı arayıp, 8 ay kadar önce konuştuklarımızı anımsattım.

        Berker Yaşar, bu günleri öngörmüş gibi basit bir işlemin bütün dünyayı etkisi altına alacağını ve içinden çıkılmaz bir durum oluşturabileceğini, o nedenle uzaya gönderdikleri ağırlıklı olarak nesneler internetine odaklı uydularının bu açıdan önemli olacağına vurgu yapmıştı.

        Aslında Microsoft’un sorumluluğu bulunmayan, onun güvenlik sistemini sağlayan CrowaStrike şirketinin bir yenileme faaliyeti sırasında yaşanan basit bir işlem gibi görünüyor.

        Microsoft’un üst düzey yöneticisi de sohbetimizde yaşananları gizlemedi, bütün içtenliğiyle anlattı.

        Buna göre Perşembe Türkiye Saati ile 21:00’de sorun başlıyor.

        Siber güvenlik şirketi CrowdStrike yazılımda bir yenileme yapıyor.

        Ancak bu yenileme Falcon’un bulunduğu Windows kullanıcılarının hepsini etkiliyor.

        Özetle daha güvenli hale getireyim derken, daha güvensiz bir noktaya taşıyor.

        GECE GÖNDERİLEN DÜZELTME MESAJI

        Microsoft üst yöneticisinin şu cümlesi önemliydi:

        “Bu düzenleme öncesi bütün kullanıcılarımızın mail adreslerine fikslemelerini sağlayacak bir uyarı mesajıyla birlikte yazılımı da yolladık. Ama gece bakan olmamış. Oysa geceden yüklemeye başlamış olsalardı makinaların büyük bölümü hazır olacaktı ve tıkanmayacaklardı. Sabah olduğunda her makinanın yüklemesi saatler aldığı için sorun patladı…”

        Havacılık şirketlerini ciddi anlamda vuran, bazı bankaları işlevsiz, medya kuruluşlarının yayın yapamayacak hale getiren sorunun kendilerinden kaynaklı olmadığını belirtmekle birlikte, buna karşı ikinci bir sigorta sistemini hayata geçirmeleri gerektiğini anladıklarını da gizlemedi.

        Çözüm için önerdikleri yönteme aslında Türkiye’de çoğunlukla başvurulan bir yöntem.

        Hani görüntüde sorun çıkınca televizyonun tepesine vurulur ya, burada da klasik yöntem öneriliyor 15 defaya kadar açıp kapatmanın sorunu çözdüğüne vurgu yapılıyor.

        KOLLEKTİF HATA…

        Uzun yıllardır bilişim hukuku üzerine çalışan, Türkiye’nin daha güvenli bir internet ve yapay zekaya kavuşması için çabalayan Prof. Dr. Leyla Keser Berber önemli bir noktaya işaret etti…

        Prof. Dr. Berber’e göre Yapay Zeka bu şirketlerde etkin şekilde kullanılıyor olsaydı gelen yazılımı sorgulayıp yükleme yapmak için bir insan müdahalesi beklemek yerine, onu denetler ve onaylayarak zamanında yüklenmesini sağlardı.

        Ancak casus yazılımların her geçen gün arttığı, trol kafalılarının sadece zarar vermek uğruna helak olduğu dünyada güven en büyük sorun olmaya devam ediyor.

        Yapay Zeka da sonuçta bir yazılım olduğu için ona da güvenmiyor…

        KENDİNİ KONTROL EDEN YAPAY ZEKA

        Prof. Dr. Keser, bu noktada şu önemli tespiti yaptı:

        “Siz dilediğiniz kadar önlem alın. Yedekleme yapın, bölük sistemi dışında hibrit çalışın. Sonuçta %1 hata %99’a hakim oluyor, bütün sistemi yıkıyor. Bunun en güzel örneği de içinde yaşadığımız durum…”

        sonuçta ortada kolektif hatalar serisi bulunuyor...

        Yazılımcı şirket önceden gerekli uyarıyı daha anlaşılır şekilde duyurmuyor.

        Yaptığı düzeltme metni gece 21:00'de geldiği için bir çok şirket çalışanı farkına dahi varmıyor.

        Sabah bilgisayarlar açıldığında da felaketin kapı tokmağı vuruyor.

        MATBAADAN AĞIR ETKİSİ OLUR

        Sonuç olarak Yapay Zekaların da hata yapma olasılığı bulunabilir.

        Ama yapay zekaları denetleyen yapay zeka sistemlerinin devreye girmesi halinde insan denetiminin milyarlarca üzerinde bir güvenlik ağına sahip olunacağı da unutulmamalıdır.

        Hemen belirteyim ki Prof. Dr. Keser de yıllardır bu teoriyi savunuyor ve bunun için çaba gösteriyor.

        Umarım bu konuda Türkiye daha etkili adımlar atar.

        Çünkü bu alanda geri kalmak, matbaada geri kalmaya benzemez, çok daha ağır sonuçlara yol açar…

        Bağımsız tutsaklar…

        “TÜRKİYE Kıbrıs’a barış için gidiyor. Sadece Türkler için değil, Rumlarla da barış için gidiyor…”

        Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, 20 Temmuz 1974 sabah 06:00’da radyodan yayınlanan açıklamasına Barış Harekatı’nın başladığını bu sözlerle duyuruyordu.

        Hemen ardından Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile Başbakanlık önüne yaptığı açıklamada da indirme ve çıkarma herekatının devam ettiğini belirterek bütün insanlığa, millete ve Kıbrıslılara hayır getirmesini istiyordu…

        Üzerinden tam 50 yıl geçti…

        Bu sürede Ada’da yaşayan insanların bir araya gelmesi için bir çok formül üretildi.

        Sadece son 20 yılda çözüm konusunda iki büyük girişim sonuçsuz kaldı…

        Çözüm arayan ve bulduğunu sanan Birleşmiş Milletler Genel sekreterlerinin hemen hepsi sonuç bulamadan görev dönemi sonlandığını gördü.

        RUMLARIN 2004 ÇIKMAZI

        Şimdi BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres’in Türkiye ile Yunanistan arasında son dönem gerçekleşen yakınlaşma çabalarını fırsat bilip yeni bir süreci başlatacağından söz ediliyor.

        Eylül ayına Kuzey ve Güney Kıbrıs liderlerini bir araya getirip yeni bir çözüm sürecinin başlatma çabasında olacağına vurgu yapılıyor.

        Güney Kıbrıs yönetimi, Yunanistan ile bu girişimi desteklemesi normal çünkü oyalama yönteminin en iyi yolu olarak gördü; 2004’te çözüme en yakından Türk tarafının %65 evet oyuna, %75 hayır oyu ile yerle yeksan etmeyi başardı.

        O nedenle AB üzerinden elde ettiği ayrıcalıklı kimliğini devlet adı altında sonuna kadar kullanıyor; kimse de Ada'nın geri yarısı nerede diye sormuyor.

        CUELLAR NE YAPABİLİR?

        BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’a Özel Temsilci olarak atadığı Kolombiyalı diplomat Maria Angela Cuellar ne kadar formül üretirse üretsin, iki devletli bir yapı dışında Kıbrıs’ta çözüm bulmak olanaksız.

        On yıllardır bu sütundan yazıyorum, Kıbrıs’ta tek çözüm anlaşmalı federasyon veya konferederasyon modelleri değil, anlaşmalı ayrılmadır…

        Nitekim 50’nci yıl nedeniyle düzenlenen törenlerde konuşan Türkiye’den ve KKTC’den devlet yöneticileri de aynı noktaya vurgu yaptı; yeni bir maceranın içinde olmayacaklarını açıkça dile getirdi.

        O nedenle boşa kürek çekmek olur…

        Ayrıca KKTC de dünyada bu durumda olan tek ülke değil…

        Yani yönetimi olan, kendi iç dinamikleri ile ilişkilerini yürüten, bağımsızlığı konusunda kimsenin şüphe dahi duymadığı, son dönem uluslararası arenada da en iyi şekilde kabul görmekle birlikte devlet olan anılmayan o kadar çok ülke var ki…

        TAYVAN’IN STATÜSÜ

        Örneğin Tayvan…

        Çin kendi toprağının bir parçası olduğunu ileri sürüyor, ancak kendine ait Anayasası, demokratik yolla seçilmiş parlamento ve hükümet yöneticileri, hatta 300 bin kişilik de aktif kuvvete sahip…

        Bir devlet olmanın her türlü koşuluna sahip, ama devlet olarak BM’nin bir parçası olması olası değil…

        ABHAZYA-OSETYA ÖRNEĞİ

        Bir başka örnek Abhazya…

        Gürcistan ile arasında yaşadığı savaşın ardından ayrıştı, Ruslar büyük destek verdi.

        Onların da Tayvan gibi kendine özgü seçilmiş liderleri, parlamentosu bulunuyor.

        Gelin görün ki devlet olarak sadece Rusya kabul ediyor.

        Aynen Osetya’da olduğu gibi…

        Orası da Gürcistan’dan ayrılmış durumda, Rusların desteği ile yaşam sürüyor.

        Ama hiçbir ülke tarafından devlet olarak kabul edilmiş değil…

        SURİYE’NİN YAPISI

        Suriye için de benzer bir durum var…

        İster Suriye’nin Kuzey Doğusundaki ABD güdümünde olan ve teröre destek veren Rakka’dan Ayn El Araba kadar uzanan bölgeyi ele alın, dilerseniz de Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında bulunduğu Afrin, Azez bölgesini…

        Hepsi de kendi yönetimini oluşturmuş, demokratik kurumlarını kurmuş, Şam’ın etkisi hiç yok…

        Bu yapılar için BM’nin üretebileceği bir çözüm modeli de yok…

        Bazıları Türkiye’nin de olduğu gibi kendini korumak amacıyla oraya girmiş, bulunduğu ülkenin toprak bütünlüğünü her aşamada kayda geçirmiş.

        Bazıları destekli işgal yapmış, ardındakiyle yaşamını sürdürmeye devam etmiş.

        BM’NİN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ

        BM böyle bir dünya düzeninde ise etkisini yitirmiş. 5 ülkenin kararına sıkışıp kalmış…

        Bundan çıkış modelini de üretebilmiş değil.

        Üçüncü dünya savaşından söz edildiği bir dönemde de zaten üretmesinin olanağı yok…

        İster tanınmamış devlet, dilerseniz bağımsızlığını ilan etmiş ülke veya işgal edilenlerin zapturap ettiği toprak diye tanımlayın.

        İçi bağımsız dışı mahkum bu yapılara çözüm bulunmadığı sürece de dünya barışından söz edilmesi olası değil.

        KKTC de bunun en iyi örneği.

        Tek çözüm de federasyona dönüş değil, anlaşmalı ayrılma; iki devletli bir yapıyla yola devam etme…

        Diğeri 50 yıldır olanı, patinajı getirir, Rum tarafı da unutmamalı ki patinaj sadece yeri oymaz, tekeri de yıpratır…