Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İSRAİL ve İran, füzeler veya silahlı insansız hava araçlarını, Suriye, Irak ve Ürdün üzerinden yolladı.

        İlk saldırıyı gerçekleştiren İsrail, İran toprağı sayılan Şam’daki Büyükelçilik binasını vurmak için Suriye hava sahasını kullanmış oldu.

        Benzer şekilde İran, İsrail’e yolladığı yüzlerce silahlı insansız hava aracı ve füzelerini Irak ve Ürdün hava sahası üzerinden gönderdi…

        İsrail’in İran’a üç dron ile saldırısı konusunda farklı iddialar olmakla birlikte; uçaktan atmış olsun veya körfezden yollamış bulunsun, sonuçta o da bir başka ülke hava sahası üzerinden saldırısını gerçekleştirdi.

        Şimdi soru şu?

        Kendilerine dönük olmamakla birlikte, diğer ülkeye zarar vermek amacıyla yollanan silahlı hava araçlarının üzerinden geçtiği ülkeler açısından nasıl bir hukuki sonuç doğurur?

        HAVAYA İLİŞKİN BİR HUKUK NORMU YOK

        Soruyu savaş hukuku ve uluslararası hukuk konusunda Türkiye’nin önde gelen isimlerine sordum…

        Her ikisinin de yanıtı benzer oldu:

        “Hiçbir sonuç doğurmaz, çünkü denizde var olan uluslararası hukuk sistemi, havada yok…”

        Evet, yanlış okumadınız…

        Füzelerin veya yüksekten uçan insansız hava araçlarının bir başka ülkeye atılması durumunda dava edecek uluslararası hukuk normu bulunmuyor…

        Uzay Komitesi’nin ilk kuruluşunda da yer alıp, Başkanlığını da üstlenen Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, “uluslararası hukukta havaya ilişkin düzenleme yapılamadığına” vurgu yaptı.

        Prof. Dr. Pazarcı, Birleşmiş Milletler kurulmadan önce, 1931’de Milletler Cemiyeti döneminde düzenlenen bir konferansta alt komisyon kararı olarak alınan kararlarla bugüne kadar gelindiğini söyledi.

        Bu kararların sivil hava araçlarına yönelik olduğunun da altını çizdi...

        İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Chicago Konvansiyonu adını alan ve Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’nün kurulmasını sağlayan bir Antlaşma daha bulunuyor.

        Birkaç kez değişime uğrayan Chicago Konvansiyonu’na Türkiye’nin de arasında bulunduğu bazı ülkeler de çekince koymuş.

        Dünya havayolu rotaları ve hizmetlerinin temellerinin kurulabilmesi için imzalanan Antlaşma aslında savaş hukukunu belirlemiyor, sivil uçuşlara ilişkin prensip ve temelleri sıralıyor.

        HER ÜLKE KENDİ BELİRLİYOR

        Prof. Dr. Pazarcı bu noktaya dikkat çektikten sonra şu önemli vurguyu yaptı:

        “Dolayısıyla savaş uçakları, füzeler veya insansız hava araçlarının geçişine ilişkin uluslararası bir hukuk sistemi söz konusu değil…”

        Durum böyle olunca Montrö Antlaşması’nda olduğu gibi, ülkeler aralarında imzaladıkları metinlerin içine yerleştirmiş; her ülke kendi normunu belirlemiş…

        Uluslararası Hukuk da uçaklara ilişkin sınırlamanın, “her ülkenin kendi iznine bağlı” olduğuna vurgu yapmış…

        Özetle “uluslararası savaş hukuku” açısından hava araçlarını sınırlayan veya normlarını belirleyen hukuk sistemi yok…

        DENİZDEKİNE BENZER SINIRLAR ÇİZİLEMEDİ…

        Uluslararası Deniz Hukuku’nda olduğu gibi bazı sınırların çizilmesi için uğraş verilmiş, ancak sonuç alınamamış...

        Örneğin, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de sıklıkla karşılaşılan 3-6 mil sınırı benzeri uygulamalar var.

        Yine Birleşmiş Milletler’in, birbirinin kıyı sınırlarını karşılıklı gören ülkelerin o denizi ortak kullanmalarını sağlayan Deniz Yetki Anlaşması mevcut…

        Bu kapsamda havada da stratosfer, mezosfer, termosfer katmalarının sınırlarının belirlenmesinde esas alınmasını önerenler olmuş.

        Bazıları bunun yerine yükseklik getirilmesi önermiş, 60-80-100 mil gibi sınır konulmasını tavsiye etmiş; devletlerin ağırlıklı bölümü katılmamış…

        Uzayın nerede başladığı, ülke sınırlarının ne olacağı konusunda uzlaşı sağlanamayınca da uluslararası hava hukuku havada kalmış…

        Havadan füze veya silahlı hava aracıyla, diğer ülkelerin üzerinden geçerek bir başka ülkeye dönük eylem yeni karşılaşılan bir durum değil.

        CASUS UÇAKLARINA SINIR KONULAMADI…

        Bundan önce de yaşandı; en dikkat çekenlerden biri de 1960’ın Mayıs ayında Sovyetler Birliği üzerinde uçarken düşürülün ABD’ye ait U-2 casus uçağı kriziydi.

        Ankara’yı da kapsamına alan kriz, ABD Başkanı Eisenhower’in Türkiye, İngiltere, Almanya ve Japonya’dan 1956 yılından itibaren başlattığı bir dizi istihbarat uçuşuydu…

        U-2 casus uçağını tespit edip düşüren dönemin Sovyetler Birliği yöneticileri soğuk savaşın dozunu arttırmıştı…

        Yakın geçmişte de yaşandı.

        Rusya 2015’te Suriye’deki IŞİD’e ait 11 hedefi Hazar Denizi’ndeki 4 savaş gemisinden fırlattığı uzun menzilli 26 füze ile vurdu.

        Ancak bugün yaşanandan bir farkı vardı, Rusya Savunma Bakanı Şoygu’nun açıklamasına da yansıdığı gibi, İran ve Irak hükümetlerinin hava sahasını kullanma onayı ile füzeler yollandı…

        Bütün bunlara bakarak, son günlerde İran ve İsrail’in füze veya insansız hava aracıyla birbirine saldırırken, diğer ülkelerin hava sahasını kullanmalarının hukuki bir karşılığı bulunmuyor.

        Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Ürdün veya Irak başvursun, bakalım nasıl bir sonuç veya kural doğuracak; ben de merakla bekliyorum” dedi…

        MEŞRU MÜDAFA HAKKI…

        Ancak bu saldırılardan ilkinin uluslararası hukuk açısından sonuç doğurucu olduğuna dikkat çekmekten de geri kalmadılar.

        Dikkat çektikleri nokta, İsrail’in İran’ın Şam Büyükelçiliği’nin vurması durumu…

        Bunun hem uluslararası hukuk, hem de İran açısından bir sonuç doğurduğu konusunda hemfikirler…

        İşaret ettikleri nokta, başka ülke sınırları içinde olmakla birlikte uluslararası hukukun kendi toprağı saydığı Büyükelçiliğe İsrail’in saldırmış olması…

        Bu kapsamda “uluslararası hukuk İran’a meşru müdafaa hakkı” tanıyor, bunu “Bir başka devletin, bir devleti haritadan silme girişimi” olarak değerlendiriyor…

        Aslında buna ilişkin de hukuk normu bulunmamakla birlikte, Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde kabul edilmiş bir kurallar bütünü var…

        BOWET NORMLARI…

        Şartlar, Cambridge Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü Sir Derek Bowet’in, 1958’de yayınlanan “Uluslararası Hukukta Meşru Savunma” kitabında yer alıyor…

        BM Uluslararası Hukuk Komisyonu üyesi de olan Prof. Dr. Bowet’in kitabında koyduğu ilkeler, BM normu kabul edilmiş…

        Sıraladığı 4 ilke arasında, “konsolosluk veya büyükelçiliklere yapılan saldırıları” da sayıyor, meşru müdafaa kapsamına karşılığı haklı buluyor.

        GUTERRES’E GÖRE, “ZARARLA KARŞILIK”

        Ancak BM Genel Sekreteri Guterres, Sir Bowel’in normlarının karşısında meşru hukuk kapsamında görmediğini açıklamasıyla ortaya koydu.

        “İran’ın yaptığı ‘Zararla Karşılık’ vermektir…” dedi…

        Hukukta “Zararla Karşılık”, hukuksuz saldırısı nedeniyle zarar gören devletin, uluslararası hukuka aykırı yöntemlerle saldırıda bulunan devlete karşılık vermesi anlamına geliyor…

        Guterres, bu kapsamda İran’ın Şam Büyükelçiliği’ni vuran İsrail’e daha ağır karşılık vermesini, “meşru müdafaa değil, Zararla Karşılık” ilkesi kapsamında ele alıyor.

        BM KORUMA GÜCÜ…

        Peki, böyle bir durumda ne olur veya bu konuya kim bakar?

        Aslında savaş durumunda başvurulabilecek tek yer var o da BM Güvenlik Konseyi (BMGK)…

        Çünkü BM Antlaşması’nın 7’inci Bölümü “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi Durumunda Alınacak Önlemleri” düzenliyor…

        Barışın bozulması veya tehdidi sonucu bir saldırı söz konusuysa BMGK’nın hangi önlemlerin alınacağı konusunda tavsiyede bulunacağını belirtiyor.

        BMGK’nın tavsiyeleri arasında, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava ve posta taşımacılığının kısıtlanması ulaştırma araçlarının tümüyle kesintiye uğratılması, diplomatik ilişkilerinin de kesilmesi sayılıyor.

        Bunların yetersiz kalması halinde de BM üyelerinin oluşturacağı hava, deniz veya kara kuvvetleri aracılığıyla her türlü girişimde bulunması şartını getiriyor.

        BM Koruma Gücü (UNPROFOR) bugüne kadar eski Yugoslav savaşları sırasında görev yaptı; Bosna Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan’da etkin rol üstlendi.

        Ancak görev süresi de çok sürmedi, 1992’de kuruldu, üç yıl sonra 1995’te dağıtıldı…

        Yerine IFOR, SFOR, KFOR, EUFOR Althea aldı ancak bunlar da daha çok Barış Gücü niteliğinde görev üstlenen kuvvetler oldu.

        CEZA MAHKEMESİ’NİN KARARI ÇALIŞMAZKEN

        Bütün bunların ötesinde böyle bir gücün oluşması için BMGK’dan karar çıkmasının da bu koşullarda olanağı yok, çünkü Rusya ve Çin öteden beri İran’ın yanında olduğunu açıktan dile getiriyor.

        BMGK’nın 5 üyesinden ikisinin direndiği bir yerde karar çıkması da pek olası görünmüyor; Daimi Üye Fransa’nın da İran’da önemli otomobil yatırımı bulunuyor.

        Oy birliğinin şart olduğu BMGK’dan karar çıkmasının imkanı bulunmuyor.

        Özetle, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararının dahi yaptırımı olmadığı coğrafyada, uluslararası hukukun veya BM yaptırımının esamisinin okunması olası görünmüyor…