Bacasız Sanayi çıkışımız olacak!
Aslında birkaç yıl önce düşünülmüş. Kültür ve Turizm iki ayrı bakanlıkla mı temsil edilmeli? Öyle ya, tek yumurta ikizleri gibi görünseler de iki ihtisas alanın da baktığı ufuk farklı…
Turizm, daha çok bir endüstri artık. “Bacasız Sanayi” olarak isimlendiriliyor. Bizim gibi sahili bol ülkelerin analog olarak “Deniz, Kum, Güneş” üçlemesinden para basıyor…
Kültür ise daha derinlemesine bir hacme sahip. Para bastığı söylenemez. Ama doğru bir pazarlamayla giderini karşılayabiliyor. Misal arkeolojide iş sadece kazmakla değil, onu korumakla ve evrensel değerlere katabilmek için sürekli üretmekle devam ediyor…
Böyle sığ bir bakışla biri var olanı artı değere tahvil edip, diğeri olanı koruyabilmek için tahvil bozduruyor…
En azından kaynakları kıt bir ülke için fotoğraf böyle. Peki, bizde durum ne? Aslında farklı değil. Ama işin içine pazarlama girince renk de değişiyor…
Önceki gün iki saat baş başa sohbet ettiğimiz Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, çift yumurta ikizlerini nasıl bir arada tuttuğunu arkeoloji üzerinden anlattı…
Türkiye’de yabancıların yaptıkları da içinde olmak üzere yüzlerce aktif kazı var. Ve işin ilginci artık sadece en çok dört ay süren kazı dönemlerinin dışında yılın 12 ayı kazılabiliyor antik kentler…
Harcama kalemi olarak basit bütçeler değil söz konusu olan. Kimisi yüzlerce kişilik istihdam gerektiren bilimsel çalışmalar bunlar. İçinde matematikten fiziğe, felsefeden tarihe uzanan onlarca disiplin 12 ay bir arada…
Buraya kaynak yaratabilmek için turizm kaçınılmaz bir kaynak. Oraya entegre olabilmek için de ortaya çıkarılan eserlerin duyurulması ve yaşatılmasıyla yaratabilecek ek bir gelir yoluna ihtiyaç var…
Ersoy döneminde devam eden kazıların neredeyse hepsi devlet tarafından finanse ediliyor. Kalan birkaç kazı için de sponsor markalar kullanılıyor…
Ama sonuçta ortaya çıkan servet orta kısa bir gelecekte kendini amorti edip “sürdürülebilir turizm”in ana damarlarından biri olacak. Dahası Akdeniz coğrafyasında artık ilk beşte yer alan Türkiye’yi belki zirveye taşıyacak…
Anadolu toprağında elini nereye atsan medeniyet fışkırıyor. İş, bu medeniyeti koruyup, kollamak ve meraklı gözlere kiralayabilmek de…
Efes, Stratonikea, Sagalasos, Side, Xantos, Bergama, Troya, Göbeklitepe ilk elden sayabildiğim ve şu haliyle bile kendi marketingini yapabilen antik kentler. Her biri döner sermaye gibi çalışıyor. Kendi ektiğini biçiyor. Üstelik bunu sonsuza kadar da sürdürebilecekler gibi…
Kalan binlerce ören yeri ise aynı otobana girebilmek için sırasını bekliyor. Şimdilik turizm gelirinden pay alıyorlar ama doğru politikalarla turizme bizzat can suyu olacaklar…
Barcelona’da Gaudi’nin apartmanını 25 Euro’ya gezdiğimi düşünürsem on binlerce apartman gezisine benzer bir servetten bahsediyorum. Ve o servetin ayağımıza gelmesinden…
Bir parça inanç, sabırlı bir yatırım, doğru bir tanıtım politikası ve en çok da kendi toprağımızın değerlerini siyaset üstü görüp sahiplenmemiz bu binanın harcına yetecektir.
Ersoy’un kendisinden sonraki isimler için yaptığı çalışmalar böyle değerlendirilmelidir ki değerlidir!
***
Tarihin akışı değişirken…
Önceki gün Şanlıurfa’da Turizm ve Kültür Bakanlığı himayesinde, TGA tarafından İstanbul ve Harran Üniversiteleri işbirliğiyle gerçekleştirilen “Dünya Neolitik Kongresi”nin açılış seremonisinin sunuculuğunu üstlendim. Bir arkeolog olmamın ve bahsedilen “Cilalı Taş Devri” konusunda ihtisas yapmamın da rolü vardı burada…
Kente giden uçakta neredeyse birkaç tane Türk vardı. Kalanı tamamen bilim insanı ve turistlerden oluşuyordu. Gün boyu uçuşların süreceği söylendi…
Mutlu oldum. Rahmetli “eniştemiz” Klaus Schmidt’in titiz merakı sayesinde bir köylünün bulduğu taşın izini sürerek ortaya çıkardığı Göbeklitepe, artık dünya tarihinin sıfır noktası olarak kabul gören Taş Tepeler kazısının da ilk ayağı olmuştu…
Ve dünyada tarihle içlidışlı olan herkes artık Göbeklitepe fenomenini konuşuyordu. Akın akın Şanlıurfa’ya gelerek, görerek, gezerek ve kulaktan kulağa fısıldayarak…
Törende Bakan, Vali, Belediye Başkanı gibi protokolün dışında onlarca bilim insanı da meraklı yüzlerle anlatılanları dinliyordu. Aralarında hayatta kalan bir iki hocamın suretlerini de görüp iyiden iyiye keyiflendim…
Taş Tepeler Kazısı bölümden arkadaşım Prof. Dr. Necmi Karul başkanlığında 12 ayrı noktada yürütülüyor. Rakamın yeni araştırmalarla artacağı da net. Sadece bu sezon bulunan eserler dünya tarihini tersine çevirmek için yeterli. Ama bir gelişme çok heyecan verici geldi bana…
Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan eserlerin üç tıpkı kopyası (replika) İtalya’nın başka hiçbir kültüre ait eseri sokmadığı Roma Kolezyum’unda 6 ay boyunca sergide kalacak. Herkes için bir ilk bu. Bizim, İtalya’nın ve hatta dünyanın ilki…
İhtişamı görebiliyor musunuz? Onuru hissedebiliyor musunuz? Bu kongreyle misal, tarihin akışının değişeceğini biliyor musunuz? Görüyorum, hissediyorum, biliyorum. Ne mutlu!
***
Atın ne suçu var?
Bu arada gelişen teknoloji ve modern hayatın nimetlerinden yararlanarak kendi pazarını oluşturan hatta fenomen olan bir müzemiz olduğunu biliyor muydunuz?
UNESCO değerlerinden Troya, birkaç yıl önce ziyarete açılan dünyanın en ilginç tasarımlı müzelerinden biriyle sadece bizim değil, dünya sosyal medyasının da gözdesi oldu…
Müzenin X ya da Instagram gibi sosyal platformlardaki hesaplarını takip edenler konulan her postta yeni bir bilgi ya da olağanüstü fotoğraf kareleriyle yüzleşiyorlar…
Son zamanlarda en çok güldüğüm espri de bu hesaptan geldi. Hani casusluk mevzusu konuşulduğunda ağızdan düşmeyen Truva Atı dile gelmişti; “Yıllarca birbirinize yapmadığınızı bırakmadınız ama suçu hep bana attınız, ben suçsuzum” diye isyan ediyordu insanlığa…
Eminim önümüzdeki günlerde başka bir dolu sürprizle karşımızda yaşayan bir anlatıcı olarak devleşecek bu hesap…
Takipte edin, takipte kalın, öğrenin ve gülümseyin!
***
Şu konser meseleleri...
Son dönemin en büyük polemiklerinden biri de belediyelerin özellikle de CHP’li belediyelerin verdiği konserler oldu…
Açıkçası belediye borçları ve kayyumlar konuşulurken araya katılan bu tatsız mesele, bir an önce muhatap bulmalı ve çözüme kavuşmalı…
Şunu kabul edelim. Kimisi 70 hatta 100 milyon liraya varan etkinlikleri bir bütün olarak değil bir konser olarak algılıyor insanlar…
Sosyal belediyeciliğin gereklerinden olan halkı eğlendirmek, bilgilendirmek, sosyalleştirmek gibi hacimli bir meseleyi bir konser eksenine sıkıştırmak tüm sanat kollarına ve emekçilerine büyük ayıp…
Ama çıkıp da doğru düzgün bir açıklama yapmazsanız, seçmen için sanat sadece konser, konser ise sadece israf olarak anılacak. Getirdiğinden çok götürdüğüyle konuşulacaksınız siz de…
Milyonlarca doları çarçur eden siyasal belediyecilik anlayışından ancak (sizden öncekilerin yapmadığı) sosyal ve izah edilebilir belediyecilik yaparak kurtulabilirsiniz…
Bir de daha yaşamsal ihtiyaçlara öncelik vererek. Erişim, barınma, alt ve üst yapı gibi. Bunlar olursa biz kendimiz de eğleniriz. Haksız mıyım?
- Futbol maçı yorumlamıyorsunuz!1 hafta önce
- Erşan Kuneri güldürmüyor mu?2 hafta önce
- Adalet itibarın kestirme yoludur!3 hafta önce
- 8 Ekim'de Ne Olacak?1 ay önce
- Cezasızlık Şımarıklığı!1 ay önce
- Ev aletleriyle saldırmazlık antlaşması yapmak!1 ay önce
- Komşu bir dur gözünü seveyim!1 ay önce
- Acil Kurulması Gereken Bakanlık!1 ay önce
- Kantin travması denen bir şey var!1 ay önce
- Merhaba...1 ay önce