Adalet itibarın kestirme yoludur!
Son yazının yayın tarihine bakınca küçük bir ara gibi olmuş. Ama memlekette küçük aralara büyük muammalar yerleştiği için zaman hızlı akmış…
Bugünlerde konuşulmadık bir şey kalmadı. Haneden başlayarak, dükkanda, kahvehanede, sokakta, caddede, alanda ve her yerde…
Özellikle güvenlik meselesi gündemin ilk maddesi oluverdi. Bugüne kadar hep haber bültenlerinde; kimi zaman da küfür ederek izlediğimiz haberlerde ibre sıradan vatandaşa dönünce öncelikler de değişti…
Politikanın gündemine bir türlü giremeyen taciz, tecavüz, istismar, cinayet, kavga ve gürültü neredeyse iki gün içinde “yasal düzenleme görüşmelerine” kadar getirdi gündemi…
Peki, bu bizi mutlu edecek mi? Türkiye’de meselelerin ifrat ya da tefrit noktasına gelmeden gündeme alınmaması gibi, alınınca da eyleme dökülmesinin zaman alması gibi bir sorun var…
Neresinden bakarsanız bakın, ilk madde tamamlandı. Şehit vererek, masum genç kızları doğranmış bir şekilde kaybederek, bebek istismarı, çocuk boğazlanmasına acıyla yutkunarak da olsa tamamlandı…
Şimdi eylem pratiği zamanıdır. Öylece oturup kadın kuşağı ya da haber bültenlerindeki artan/azalan vaka sayısını takip ederek değil, balyozu sorunun tam tepesine indirerek…
Bu yüzden diyorum, “siyaset içindeki her görüşün kendini mağdurların yerine koyarak ortak bir ceza dili geliştirmesi ve bunun uygulanmasını oy birliğiyle hayata geçirmesi; korku ve endişelerimizin gazını alacak ve siyaset kurumuna da itibar kazandıracaktır”…
Eskinin sloganı; “İnsan Hakları Hemen Şimdi” yerini acilen “Adalet Hemen Şimdi”ye bırakmalıdır. Adalet inşa edilince kimse kuşku duymasın, İnsan Hakları ve Demokrasi hemen ardı sıra el eder bize. O günü iple çekiyoruz, nokta!
***
Bakanlar Koalisyonu gerekli...
Tarım ve Orman Bakanlığı kendisinden bekleneni yaptı ve Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü’nün teftişleriyle ortaya çıkan ayıplı ürün listesini günü gününe halkın bilgisine açtı…
Geç kalınmış sayabilirsiniz ama bana göre önemli bir adım. Büyük hayal kırıklıklarına neden olsa da ekmeğini veren müşterisini yok sayanlara atılan okkalı bir yumruk oldu. En azından ak kim kara kim görmüş olduk, oluyoruz…
Şimdi isimlerini saymaya gerek yok ama güvenerek aldığımız ve marka sadakatinden ödün vermediğimiz her ürünle aramızda tek taraflı bir aşk olduğunu anladık. Bizi çoktan terk etmiş o güzel sevgili…
Zeytinyağında tohum yağı, balda glikoz şurubu, peynir de süt tozu ve nişasta, baharatta öldürücü boya, ette yenilemez şerhi olan her tür ve gramajda hırsızlıklar sayabildiklerim…
Çoğunluğu da indirim marketlerde satılan ürünler bunlar. Bir diğer çoğunlukta da semirip zincir dükkâna dönüşmüş restoranlar filan var. İddiaya göre listede kendini gören düzenbazların aldırdığı “isim yayınlatmama şerhi” de yediğimiz goller arasında…
Öncelikle, Tarım ve Orman Bakanlığı, halk sağlığını birinci dereceden ilgilendiren bu listeleme meselesine bir an önce Adalet, Ticaret ve İç işleri Bakanlığını da içerecek bir kolektifle devam etmelidir…
İşlenen suç basit bir sahtekârlık değil, saydığım tüm bakanlıkların sorumluluk alanıyla iltisaklı insanlık suçudur. Para cezalarının bu sahtekârları caydırmayacağı ortada ki bunu hepimiz biliyoruz. Mevzuat boşluklarını kullanarak vasatın devamlılığını sağlayabileceklerini de görüyoruz…
Ama meseleyi bir insanlık suçu olarak görürsek çok başlı ejderhanın her başını ayrı keseriz ve hayatımızdan sonsuza dek çıkarmış oluruz…
Allah’tan korkusu, kuldan utanması olmayanları amel defteri hesabına bırakmadan hesap verir hale getirmeliyiz. Bunu yaparken de kimin ayağına bastığımızı düşünmemeliyiz. Hiç sevmediğim ama cuk oturan bir dizi repliği vardır. “Azdan az çoktan çok gider”; o gideri yapmanın zamanıdır!
***
Kokoreç ne olacak?
Konuya tağşiş olayından devam edersek dikkatinizi çekti mi bilmem ama Türkiye’nin en tartışmalı sokak lezzetlerini listede göremiyoruz…
İlk sırada da kokoreç var. Sokakta satılan diğer ürünlerden biraz daha meşakkatli bir içeriği var. Ve hijyen konusunda verilecek en küçük açık, ciddi cinayetlerin önünü açabilir…
Kokoreç aslında bir Yunan yemeğidir. Tıpkı dönerin Türk, yoğurdun da Bulgar kökenli olduğu gibi. Yüzlerce yıllık kültür alışverişinde bizim sokaklarda da yer bulmuştur ve kendi kökeninden çok daha iyi lezzet eşiğine gelmiştir…
Ama sorun bu değil. Bizdekine Avrupa Birliği standardı vetosu getirilip sınırı geçmesine izin verilmezken, Yunan’da serbest dolaşımda olması çifte standarttan değil güvenlikten kaynaklı bir meseledir. Kimse, kimseyi aldatmasın…
Köprü altlarında ekmek içine köpek balığı, yol üstlerinde tavuk yerine martı- pilav, lahmacun tezgahlarında kedi etiyle yapılmış lahmacun satan işportacılarımız meseleyi cıva dolgulu midye dolmaya kadar getirince, sonraki nesillerin de yaşam hakkını düşünen AB, kapıyı yüzlerce yıllık onlarca masum lezzetimize de çat diye kapatmıştır…
Bunu onarmak bir o kadar yıl alacaktır bunu biliyorum. Ve fakat neden hala bakanlığın bilerek ya da bilmeyerek itibarımızı yerin dibine sokan bazı sokak lezzetlerini mercek altına almayışının izahını yapacak bir yetkili var mıdır; bak onu bilemiyorum!
***
Samatya yastadır şimdi!
Samatya’da küçük bir dükkan çok büyük lezzetler üreterek Türk restoran tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Neredeyse geçen yüzyılın ortasında İstanbul’un balıkçı semti olarak kabul gören Samatya’da belki de ilk kebapçıydı Develi…
Markayı Gaziantep’ten İstanbul’a taşıyarak o dönemin şartlarında atılan büyük adımı, İstanbul ve hatta dünya kentlerindeki şubeleriyle dev bir sıçramaya dönüştürdü Develi ailesi…
Arif DeveliBizim tanıdığımız zamanlarda işin başında olan Arif amcamızı önceki gün hakka uğurladık. Vefatından bir gün önce Girne’de çiğ köftesini tadarken “bir lezzet hiç mi değişmez?” sorusunu sormuştuk eşimle…
O lezzeti hayatımıza sokan Arif amcanın eli değmeyecek artık tepsiye ama biliyorum Develi, bu ülkenin medarı iftiharı olan lezzetleriyle, misal yine maçlarda, arkadaş meclislerinde, doğum günlerinde filan “yeriniz var mı?” diye sorduğumuz mekânlardan ilki olarak kalacak hep. Unutulmayacak; Arif Develi gibi…
***
8 Ekim’de ne oldu?
Bir önceki yazımda Araştırmacı Yazar Oktan Keleş’in “8 Ekim tarihiyle ilgili kehanetinden” bahsetmiştim. İçerik değil ama tarih vermişti…
Aynı Oktan Keleş, Rusya- Ukrayna savaşını daha ortada fol yokken saatiyle bilmiş ve çok konuşulmuştu. Hal böyle olunca 8 Ekim’de kaldı bizim akıllar. Peki, ne oldu?
Türkiye Büyük Millet Meclisi öznesi “İsrail Saldırganlığı” olan bir kapalı oturum yaptı ve iki bakanıyla meclis genel kurulunda o an mevcutlu herkesi bilgilendirdi…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Bilindik şeyler konuşuldu” diye spoiler verse de sıradan vatandaşların toplantı tutanaklarına on yıldan önce erişebilme şansı yok…
Bu noktada Oktan Keleş’e sordum; “Bahsettiğiniz tarihi henüz belli olmamış bu toplantı mıydı?” diye…
“Evet” dedi ve ekledi, “Önemli bir toplantıydı. Akkuyu, İran, Rusya, İsrail, NATO, Amerika ve Türkiye hattıyla çerçeveleyeceğimiz tarihin akışını değiştirebilecek ihtimaller üzerinden konuşuldu her şey”…
Fazlasını sormadım. O tarihle ilgili fantezi yapanlar belki farklı beklentilerde olabilirdi ama yakın orta geleceğimiz üzerinde 8 Ekim tarihinin bir milat olduğuna inanlar daha üstünden iki gün geçmemiş olmasına rağmen o kadar kalabalıklaştılar ki, hakikaten şaşırdım. Şimdi susup, zamana şahit olma hakkımı kullanacağım kendi adıma…