8 Ekim'de Ne Olacak?
Pazar akşamı Türkiye’de Şaman inancını konuştuk. Başka Meseleler programının konukları sağlamdı. İhtisas alanının önemli fikir önderleriydiler. Ama…
İçlerinden biri diğerlerinden farklı bir profil çiziyordu. Bir Şaman ya da kendi deyişiyle Kam’dı. Türkçede Kaman olarak biliniyordu bu inanç. Üyeleri de Kam…
Neyse. Araştırmacı yazar Oktan Keleş, Şaman inancı ve Türklük ilişkisi hakkında derya gibi bir adam. Kitapları, programları, röportajları ve sıkı durun kehanetleriyle tanınıyor. Seveni de çok, hakkında ileri geri görüş bildireni de…
Oktan Keleş’i asıl ünlü yapan özelliği Rusya - Ukrayna savaşını daha ortada fol ya da yumurta yokken tarih hatta başlangıç saati vererek tahmin etmesiymiş…
Dedikleri harfiyen tutunca, ben de programda ister istemez sordum. Bu konularda çok konuşmayı sevmediğini söyledi. Israr ettim…
“Yakın zamanlı önemli bir tarihi kehanet, program için de bir hediye olur” dedim. Kırmadı. Ve verdi…
8 Ekim tarihi için “çok önemli” dedi. Biz ya da dünya için mi önemliydi? O ayrıntıya girmedi. Sadece küçük bir ekleme yaptı. “Şaman takvimine göre yeni yıldan sonra Türkiye’de ışığın çağı başlayacak, her şey güzel olacak” notunu düştü…
Aldı mı beni bir merak. Dilerim birkaç gün sonra her şey güzel olur. Ya da insan için hiçbir şey eskisi gibi olmaz…
Nedense ikinci seçenek daha samimi görünüyor bana. Umut işte!
***
Değişen Ağız Tadımız Değil!
Kibirden zerre hoşlanmam. Kibirli ruhları da sevmem. Kendisi gibi yakındakileri de zehirleyen bir Kara Mamba yılanı gibidir. Panzehri olmayan bir zehir yani…
Neyse. Birkaç haftadır “Yemekteyiz” isimli programa takılıyorum biraz. Yarışmacı profilleri kurgu tipleri andırıyor ilk bakışta. Kimse bu kadar kötü niyetli ya da heybesinde bilgi olmayan fikir sahibi olamaz diyorum…
Sonra yarışmacıların arkadaşım Zuhal Topal üzerinde yarattığı travmayı görünce her şeyin gerçekliği konusunda zerre miskal şüphe duymuyorum…
Toplum bağları başta olmak üzere saygı ve samimiyet konusunda tüm erdemlerimiz yitmiş gibi. Hırstan gözü kör olan insanların kullandığı sıfatlar çileden çıkarıyor benim gibileri…
Zaten her bölümü belki de sesli hakaret edip içimi boşaltmak için izler oldum. Öğrendiğim birkaç şeyi not ederek tabii…
Türkiye’de son bir yılda herkes kendine “Şef” der olmuş. Sıradan yemek atölyesi sertifikasına sahip olanlar da ilk sırada, bu bir…
Saray mutfağından çıkma menüler bile “basit” diye tanımlanır olmuş. Sanırsın mürebbiyeler eşliğinde öğrenmişiz dünya lezzet sanatlarını, bu iki…
Diyaloglarda ikinci cümle yaş farkı gözetmeksizin tekil hitaplar üzerinden kurulmaya başlanmış. “Siz” nezaketi raftan inecek gibi de değil artık, bu üç…
Yemek tarifleri sanat ya da zanaat reçeteleri değil, internet üzerinden ulaşılan ve doğruluğu tamamen izafi; ne idüğü belirsiz anayasa maddeleri haline gelmiş, bu dört…
İsrafın adı tadım, her yemeği tadan da gurme oluvermiş, bu da beş…
Artık “menemen soğanlı mı yapılır soğansız mı?” diye sıradan bir soruya tuzluk alıp koşan kalabalığı çok iyi okuduğu için Vedat Milör’ü tebrik ediyorum…
Bu çağın giderek kalabalıklaşan yeni türünü çabuk anlamış. Acı ama gerçek!
***
Herkes Öldürür Sevdiğini!
Geçenlerde bir paylaşım platformunda “Emre Fel’in Barış Manço’yı Sollaması” diye bir başlık gördüm. Daldım bakayım, kim ne yazmış?
Emre Fel genç bir şarkıcı. Yorum olarak tam rahmetli Barış Manço ile Cem Karaca arasında arafta bir yerde kalmış. Sesinin hacmi, farklılık yaratan ara nameleri güzel. Eh, sahne performansı da keza…
Ama ne bileyim tam olarak hangi otobanda Barış Manço’yu solladığını anlayamadım. Eskilerin “mübalağa sanatı” dedikleri şey şimdi “sevdiğini abartılı bir şekilde şişirmek” haline geldi…
“Herkes öldürür sevdiğini” der ya şair. Bu genç adamı şimdiden böyle şişirirsek; kendinden önceki büyük kalabalık gibi balon mezarlığına atmak zorunda kalırız, vakti gelmeden…
Dilerim sahnedeki duruşuyla kendinden emin bir omurganın ipuçlarını veren Emre kardeşim bu Helyum rüzgarına kaptırmaz kendini…
Şimdi değilse de birkaç yıl sonra Barış ağabey gibi bir otobanın adı olur. Nefesi bol, kibri az olsun!
***
Tavşantepe Travması Ne Olacak?
Bu sabah itibarıyla 8 yaşında öldürüldüğü ortaya çıkan Narin Güran’ın yapılan otopsisinde vücudunda 90 küsur örnek üzerinden başka bir DNA izine rastlanılmadığı açıklandı…
Onlarca ayrı tetkikten geçmiş adli tıp raporu bu. Aklım karıştı birden bire. Geçtiğimiz ayın tamamında küçük Narin’i kimin öldürdüğü manşetlerden inmeyen bir soruydu…
Sonra birden bire kapandı konu. Üstü örtülmek istercesine. Birileri çıkıp “Görevi bitti, atın bir kenara” dedikten sonra gündemden düşürülmüşçesine…
Peki, ne olacak toplumun üzerinde ve daha çok vicdanında yaratılan “Tavşantepe Travması”? Adi bir vaka mı, kullanışlı bir gündem mi, saklanmak istenen koca bir skandal mı; öğrenemeyecek miyiz?
Narin küçük ama çok küçük ayrıldı aramızdan. Ama bu koca merak duygusu öyle kolayca ayrılacak gibi değil.
Dilerim gerçeklerin ortaya çıkma lüksü için birkaç yıl beklemek zorunda kalmayız bu kez. Er geç çıkar ama bekletmeden çıksın yeter!
***
İyi Bilirdik!
Sabah yayındayken aldım haberini. Ve aktarmak zorunda da kaldım. Böyle haberlerden nefret ederim oysa…
Güneri Civaoğlu ağabeyimizi yitirdik. Herkes için yeri birbirinden farklıydı. Şu gerçekler hariç…
Türk medya tarihinin milyon taşlarından biriydi. Yöneticiliğini yaptığı gazeteler tarihe geçti, yaptığı TV yorumları unutulmadı, programı klasikler arasına girdi. Ama en çok ağabeyliği unutulmayacak gibi. O başkaydı…
Bildiğini ortaya atarken içten içe bir öğretme sevdası, yanlış kelimeleri daha ağızdan çıkar çıkmaz kırmadan tashihi, birlikte yapılan seyahatlerde ortak unutulmaz anıların arasına girsin diye gösterdiği nazik çaba ve bunun gibi niceleri…
İyi bir insanı kaybettik. İyi bir büyüğümüzü de aynı zamanda. Yaşadığımız dönemin sessiz ama etkin ismi olarak kalacak dimağımda. Sessizliği asaletinden gelen…
Nur içinde yatsın!