Savunma Sanayi Başkanlığı’nın (SSB) paylaştığı bilgilere göre geçen yıl savunma sanayi ihracatımız 5,5 milyar dolar ulaştı. En fazla ihracat yapan Türk savunma ve havacılık sanayisi şirketleri ve ihracat miktarları incelendiğinde kamuoyundaki algının aksine ilginç ve sürpriz bir durum ortaya çıkıyor. Özellikle yarı kamu konumdaki Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) şirketleri maalesef henüz istenen ihracat seviyesine ulaşamaması dikkat çekiyor. Peki bu şirketlerimiz ne kadar doğru ve profesyonel şekilde yönetiliyor?
Yurtiçinde güvenlik birimlerine ve kamu şirketlerine tedarik sağlayan ve en büyük ciroya sahip olan, hatta Türkiye’nin en büyük savunma sanayi şirketi olarak lider durumda olan ASELSAN ihracatta ilk 5’te değil. “Neden cirosunun çok cüzi miktarı kadar ihracat yapabiliyor?” Sorusuna mutlaka cevap bulunması lazım. ASELSAN’ın geçen yıl yaptığı ihracatın tamamı 108 milyon dolar. Bunun da önemli bir kısmı stratejik ihracat.
Devlet kurumlarının yönlendirilmesiyle gerçekleşen ve ticari olarak karlılığı ön planda olmayan bu stratejik ihracatlar da çıkıldığında yurtdışındaki pazarlama ve fuar faaliyetlerini dahi karşılamayacak ihracat rakamı söz konusu olduğu söylenebilir. Dolayısıyla savunma sanayini desteklemek için ek vergileri, yeni paketleri gündeme almadan önce bu kurumların daha verimli nasıl yönetilebileceğine kafa yorulması gerekir.
Geçen yıl ihracatlarıyla ilk 10’da yer alan savunma ve havacılık şirketlerimize bir göz atalım:
1- Baykar: 1 milyar 766 milyon dolar
2- Türk Havacılık Uzay Sanayii: 864 milyon dolar
3- Makine ve Kimya Endüstrisi: 439 milyon dolar
4- TUSAŞ Motor (TEI): 337 milyon dolar
5- BMC: 255 milyon dolar
6- Roketsan: 161 milyon dolar
7- RAM Dış Ticaret: 160 milyon dolar
8- Pratt & Whitney THY Teknik: 111 milyon dolar
9- ASELSAN: 108 milyon dolar
10- Samsun Yurt Savunma: 104 milyon dolar.
Bu tabloda yer alan Baykar ile sivil havacılık kapmasında ihracat yapan (TUSAŞ ve TEI) şirketleri bir kenarda tuttuğumuzda savunma sanayi ihracatı açısından kamu ve yarı kamu konumdaki şirketlerin oluşturdukları algının çok gerisinde kaldıkları ortaya çıkmaktadır. TUSAŞ ihracatının yaklaşık 700 milyon doları Airbus ve Boeing’e yapılan tedariklerden oluşuyor. TEI’nin ihracatının ise neredeyse tamamı ABD’li GE ile ortaklığı sebebiyle yurtdışına gönderilen uçak motor parçalarını kapsıyor.
Kamunun kontrolünde olan vakıf şirketlerinin ihracatının tamamı ancak BMC’e kadar. Mesela MKE’de bir kamu kurumu, ama ihracat açısından dikkat çekici rakamları söz konusu. Her durumda kesinlikle yönetim modellerine, yöneticilerine, başarılarına, kalifiye durumlarına kafa yorulması ve doğru yönetim şekillerinin aranması şart… Bu kurumların ihracat başarısı nasıl ölçülüyor, ona da bakılmalı. Yapılan ihracatın beyaz yakalı çalışana bölünmesi halinde yani böyle bir formül uygulanması durumunda acaba nasıl bir başarı tablosu ortaya çıkar? Veya genel yönetim giderleri beyaz yakalılara bölünürse bir süprizle karşılaşır mıyız?
En büyük kamu desteğini alan, güvenlik güçlerine ve kamu kurumlarına en yüksek rakamlardan tedarik sağlayanlar ayrıca özel sektöre de hareket alanı bırakmıyor. Hatta yaşama hakkı bile tanımıyorlar. Daha verimli bir Türk savunma sanayisi için bu şirketlerin ellerindeki ürünlerin mutlaka özelleştirilmesi, özel sektöre de açılması gerekir. Alt tedarikçi gibi ifadelerle, kelime oyunlarıyla değil, direkt özel sektör tarafından tedarik edilmesinin sağlanması icap eder. Böylece hem kamu kaynakları iyi kullanılmış olur hem de insan kaynağı açısından ciddi mesafe kat edilir.
Son günlerde limiti 100 bin liranın üzerinde olan kredi kartlarından yıllık 750 TL’lik savunma sanayi payı alınacak olmasına yönelik torba yasa teklifinin tartıştık. Geri adım atılmasıyla konu gündemden şimdilik düştü. Fakat bu ülkenin savunma sanayisi önemli. Savunmada güçlü olması da şart. Ancak doğru model konusunda ciddi sıkıntılar var. Bu model konusu hakikaten önemli. Savunma sanayini desteklemek için yasa teklifi hazırlayanların bile derslerine çalışmadıkları anlaşılıyor. Bu şekilde fona önemli oranda para toplansa dahi verimli kullanım olmadığı müddetçe sağlıklı bir netice almak zor olacaktır.
Savunma sanayi şirketlerimizin başındaki isimler ya profesör ya da mühendis kökenli. İyi işletmecilere, uluslararası pazarlamacılara, finansçılara ihtiyaç var. Şu an işbaşında olan profesörler/mühendisler araştırma yapıyorlar, geliştirmede de bir noktaya kadar ilerliyorlar, ama seri üretimde sıkıntı yaşıyorlar. Tedarik zincirlerini kurmada başarılı olamıyorlar. Seri üretimini başardıkları ürünlerde ise rekabetçi olamıyorlar. Diğer ifadeyle ürünleri rekabetçi hale getiremiyorlar. Kısacası işletmecilik tarafları zayıf…
Öte yandan bu şirketlerimiz TSK’ya emniyete ve kamu kurumlarına istedikleri fiyatlardan satış yapıyorlar. Ürün teslimatlarında ciddi gecikmeler olabiliyor. Bir yılda teslim edilmesi gereken ürünleri 3-4 yılda çıkarabiliyorlar. Ancak bu durumda yurtdışında başarısızlığa sebep oluyor.
Tartışmalar sonrası geri çekilen Savunma Sanayi Destekleme Fonu (SSDF) katılım payından toplamda 69,3 milyar lira gelir bekleniyordu. Bir süre sonra yine fon meselesi gündeme geleceğinden savunmada kaynakların nasıl harcandığına, savunma sanayimizi geliştirme modelinin ne kadar doğru yolda olduğuna da bu esnada biraz beyin yorulması icap ediyor.
Birçok uzman 100 bin TL ve üstü limitli kredi kartlarından kesilecek 750 liralık pay için ihtimal üzerinden vergi alınamayacağına vurgu yapmıştı. Bu düzenlemeyi yapanlar gerçeklerden bu kadar kopuk hareket ettiğine göre savunma sanayinde neler olduğunu pek fazla bilmiyorlar demektir. Savunma sanayi ciddi bir iştir. Bu alanda düzenleme yapanlarında ciddi olması hatta samimi olması gerekir. Aceleyle, mevzuatlar incelenmeden ve vergi tekniklerine kafa yorulmadan alınacak kararlar, ancak ülkemize zaman ve enerji kaybettirir.