Yûsuf Ve Züleyhâ Nedir?
Yûsuf peygamberin Züleyhâ ile olan kıssası etrafında yazılan edebî eserlerin ortak adı.
Türk ve Fars edebiyatları yanında Keşmir, Afgan ve Urdu edebiyatlarında da Yûsuf ve Züleyhâ, Kıssa-i Yûsuf, Yûsuf u Züleyhâ, Yûsuf ile Zelîhâ gibi adlar altında mesnevi şeklinde kaleme alınan hikâye Tevrat (Tekvîn, bab 37-50) ve İncil’de (Resullerin İşleri, 7/9-14) yer almış, Kur’ân-ı Kerîm’de de “ahsenü’l-kasas” (kıssaların en güzeli) diye nitelenen müstakil bir sûrede anlatılmıştır (Yûsuf 12/3-102). İçerdiği öğeler bakımından eski Türk edebiyatında önemli bir kıssa olan Yûsuf ve Züleyhâ hikâyesi XIII. yüzyıldan itibaren şairler arasında hayli rağbet görmüş, XIX. yüzyıla kadar yazılmaya devam etmiştir. Kıssanın kahramanlarıyla başlarından geçenler divanlardaki manzumelerde de telmih yoluyla sıkça anılmış, kıssadan esinlenerek hayaller geliştirilmiş ve bunlar en güzel ifadelerle ortaya konmuştur. Eski Türk edebiyatındaki mesneviler içinde konuyu kendi çağının sosyal yaşamıyla örtüşecek biçimde anlatan şairler oldukça fazladır. Yûsuf’un kuyuya atılması, Ya‘kūb peygamberin sabrı, Züleyhâ’nın tutkulu aşkı ve Yûsuf’un Allah’a tevekkülü hikâyedeki ana temalardır.
Kur’an âyetlerinden ve müfessirlerin rivayetlerinden hareketle kaleme alınan Yûsuf ve Züleyhâ mesnevisi şöylece özetlenebilir: Ken‘an ilinde yaşayan Hz. Ya‘kūb’un on iki oğlu vardır. Bunların küçük kardeşleri Yûsuf bir gece rüyasında on bir yıldız ile ayın ve güneşin kendisine secde ettiğini görür. Rüyasını anlatınca babası kardeşlerine bundan söz etmemesini tembih eder, çünkü kardeşleri Yûsuf’u kıskanmaktadır. Babası Yûsuf’u ne kadar sakınsa da kardeşleri onu bir gün kırlara çıkarıp eğlendirme bahanesiyle babalarından alarak bir kuyuya atarlar ve gömleğini kana bulayarak dönüşte babalarına Yûsuf’un kurt tarafından parçalandığını söylerler. Korktuğu şeyin başına geldiğini gören Ya‘kūb oğlunun hasretiyle o kadar acı çeker ki yaşadığı yer “beytü’l-ahzân, külbe-i ahzân” (hüzünler evi) diye anılmaya başlar. Bir müddet sonra da ağlamaktan gözlerine perde iner. Öte yandan Mısır’a gitmekte olan bir kervan kuyunun yakınında konaklar, su almak üzere gönderilen kişi kuyunun başına gelip kovasını suya daldırınca Yûsuf kovaya yapışarak kuyudan çıkar. Kervandakiler onu yanlarına alarak Mısır’a vardıklarında köle diye satılığa çıkarırlar. Güzelliği bütün şehre yayılan Yûsuf’u Mısır azizinin karısı Züleyhâ satın alır, ergenlik yaşına gelince de ona âşık olur. Yûsuf ise Allah korkusuyla ona karşılık vermez. Züleyhâ’nın kölesine âşık olduğunu duyan Mısır’ın asil kadınları onu kınayınca Züleyhâ kadınları evine davet eder. Önlerine meyve tabakları yanında keskin birer bıçak koydurur ve Yûsuf’u içeriye çağırır. Yûsuf’un güzelliği karşısında şaşkına dönen kadınlar meyve yerine ellerini keserler. Fakat Yûsuf’tan kâm alma isteğinden vazgeçmeyen Züleyhâ bir gün ondan kaçan Yûsuf’un peşine düşer ve tam yakalayacağı sırada gömleğini arkadan yırtar. Olayı öğrenen kocası gerçek suçlunun Züleyhâ olduğu anlaşıldığı halde dedikodulardan çekinerek Yûsuf’u zindana attırır. Yûsuf zindanda iken peygamberliğe erer ve kendisine rüya tabiri bilgisi verilir. Mısır sultanının gördüğü bir rüyayı tabir edince zindandan çıkarılır ve ülkenin malî işleriyle görevlendirilir. Sultanın rüyasından hareketle aldığı tedbirler sayesinde yedi yıl süren bolluk zamanında erzak biriktirip ardından gelen yedi yıllık kıtlık döneminde ülkeyi sıkıntıdan kurtarır. Bu sırada kardeşleri erzak almak için Mısır’a gelince onunla karşılaşırlar. Yûsuf anne bir kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoyup diğer kardeşleriyle gömleğini babasına gönderir. Ya‘kūb gömlekten Yûsuf’un kokusunu alınca onun yaşadığını anlar ve gömleğin gözlerine sürülmesiyle tekrar görmeye başlar. Daha sonra Yûsuf bütün ailesini Mısır’a davet eder, Ya‘kūb da ailesiyle birlikte Mısır’a gider. Yûsuf’u selâmlamak üzere hepsi önünde eğilir, böylece onun rüyası da gerçekleşmiş olur.
Türk edebiyatında Orta Asya’dan Anadolu sahasına kadar birçok edip ve şair Yûsuf ve Züleyhâ kıssasını ele almıştır. Bu eserler yazıldıkları coğrafyanın ve zaman diliminin sosyal anlayışı, kardeşlik, baba-oğul ilişkileri, aşk, hasret vb. konulara dair gelenekleri yansıtır. Bilinen ilk Yusuf ve Züleyhâ mesnevisi 1232-1233’te Yesevî dervişlerinden Ali tarafından yazılmıştır. Hece vezniyle dörtlükler halinde düzenlenen ve Fars edebiyatındaki örneklerine benzemeyip kısmen orijinal sayılan eser yayımlanmıştır (Kıssa-i Yûsuf Aleyhisselâm, Kazan 1839). İkinci eser Haliloğlu Ali’ye ait olup Kırımlı Mahmud’un Kıpçak Türkçesi’yle kaleme aldığı, ancak yarım kalan Yûsuf ve Züleyhâ’dan Anadolu Türkçesi’ne tamamlanarak aktarılmış ve İsmail Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbasımı yapılmıştır (Yûsuf ile Züleyhâ, İstanbul 1960). XIV. yüzyılda yazılan Yûsuf ve Züleyhâ’lar arasında en dikkate değer olanı Şeyyad Hamza’nın ünlü mesnevisidir. 1529 beyitten meydana gelen eserin pek çok baskısı mevcuttur. Şeyyad Hamza’nın lirik anlatımı ve akıcı üslûbuyla mesnevi hem çok okunmuş hem de sonraki eserlere örnek oluşturmuştur (bk. DESTÂN-ı YÛSUF). Kesin adı ve ne zaman yaşadığı bilinmeyen Süle Fakih’in Yûsuf ü Züleyhâ’sı 5005 beyitlik bir eserdir. Yalın bir Türkçe ile kaleme alınan mesnevinin on yedi nüshası bilinmektedir (Köktekin, sy. 4 [1996], s. 176-177). Aynı yüzyılda Yûsuf ve Züleyhâ mesnevileri içinde önemli bir eser de Erzurumlu Darîr’in kaleme aldığı mesnevidir. Tek nüshası bulunan mesnevi (İÜ Ktp., TY, nr. 311) 2126 beyit olup ayrıca çeşitli kahramanların ağzından söylenmiş yirmi bir gazel içerir. Bu eser de daha sonraki Yûsuf ve Züleyhâ mesnevilerini hayli etkilemiştir. Gerek Şeyyad Hamza’nın gerekse Darîr’in eserleri Eski Anadolu Türkçesi’nin güzel örnekleri arasındadır ve dil özellikleri bakımından önemlidir.
XV. yüzyılda Yûsuf ve Züleyhâ mesnevisi yazan şairler arasında Nahîfî (2653 beyit), Hatâyî (1234 beyit) ve Akkoyunlu Ahmedî’nin (2986 beyit; kitap hakkında bir araştırma için bk. Azamat, sy. 7-8 [1988], s. 348, 351, 357) adları anılsa da asıl çağa damgasını vuran eser Hamdullah Hamdi’ye aittir. Yûsuf ve Züleyhâ’lar arasında çok önemli kabul edilen bu mesnevi Molla Câmî’nin aynı adı taşıyan mesnevisinden ilham alınarak yazılmıştır; ancak ihtiva ettiği millî ve mahallî unsurlarla Türk insanının duygularını ve geleneğini de çok iyi yansıtmaktadır. Lirik bir üslûpla yazılan, anlatımda Züleyhâ’nın öne çıkarıldığı mesnevi 6241 beyittir. Kendisi de on bir kardeşin en küçüğü olan Hamdullah Hamdi, âdeta kendi başından geçenlerle paralellik kurarak kaleme aldığı bu eserini II. Bayezid’e sunmuş, fakat beklediği ilgiyi görememiştir. Mesnevide ayrıca dokuzu Züleyhâ’ya ait değişik kahramanlarca söylenmiş on beş gazel bulunmaktadır (Hüseyin Ayan, sy. 5 [1972], s. 31, 32). Aynı yüzyıla ait Yûsuf ve Züleyhâ’lar arasında, Hüseyin Baykara adına Çağatayca yazılan ve Hâmidî’ye (Dolu, V [1954], s. 51-58; Korkmaz, III/1 [1968], s. 7-48) yahut Kutbüddin Ahmed Câm Cendepîl’e (Korkmaz, III/1 [1968], s. 12) nisbet edilen eserle Anadolu sahasında Çâkerî’ye izâfe edilen 4200 beyitlik mesnevi (15. yy. Şâiri Çâkerî ve Dîvânı, hazırlayanın girişi, s. 5, 6) sayılabilir.
XVI. yüzyılda kaleme alınan ilk Yûsuf ve Züleyhâ kimliği tam tesbit edilemeyen Şerîfî adlı bir şaire ait olup 1172 beyittir (Yûsuf u Zelîhâ, haz. Zuhal Kültüral, hazırlayanın girişi, s. V, VI). Ardından Kemalpaşazâde’nin Molla Câmî’nin etkisinde yazdığı 7777 beyitlik eseri (Yûsuf u Zelîhâ, haz. Mustafa Demirel, hazırlayanın girişi, s. XXI, XXXV), Taşlıcalı Yahyâ’nın Hamdullah Hamdi’yi örnek alıp nazmettiği 5179 beyitlik başarılı mesnevisi (nşr. Mehmed Çavuşoğlu, İstanbul 1979), Gubârî’nin yalın bir Türkçe ile kaleme aldığı 2106 beyitlik eseriyle Hâmidîzâde Celîlî’nin mesnevisi gelir (Levend, TDAY Belleten 1967, s. 99). XVII. yüzyılda bu alanda Bursalı Hevâî Mustafa, Zihnî Abdüddelîl ve Rif‘atî Abdülhay efendilerin adı zikredilebilir (Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 128). XVII. yüzyıldan sonra yazılan mesneviler eskileri kadar başarılı değildir; bunlardan Köprülüzâde Esad Paşa, Molla Hasan, Ahmedî-i Âmidî’nin eserleri sayılabilir. Aynı dönemde Türkmen sahasında Nevrûzî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı (7670 beyit) sevilerek okunmuştur. Eserde mesnevi dışında farklı nazım şekillerinde şiirler de vardır. XIX. yüzyılda Tâib’in Yûsuf u Züleyhâ’sı yirmi sekiz gazel ve dört murabba ilâvesiyle 2488 beyte çıkmış (Gönül Ayan, Osm.Ar., sy. 26 [2005], s. 76), Âteşzâde Mehmed İzzet Paşa’nın eseri ise yarım kalmıştır. Mensur Yûsuf ve Züleyhâ yazanlar arasında Celâlzâde Mustafa Çelebi, Galatalı Mehmed b. İbrâhim, Altıparmak Mehmed Efendi’nin isimleri zikredilir (Kavruk, s. 64). Doğrudan basılarak çoğaltılan ilk Yûsuf ve Züleyhâ kitabı Süleyman Tevfik’e aittir (İstanbul 1331).
Bibliyografyada yer alanlar dışında çeşitli incelemelerle birlikte yayımlanan Yûsuf ve Züleyhâ mesnevileri şunlardır: Dehri Dilçin, Şeyyad Hamza, Yusuf ve Zelîha (İstanbul 1946); Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Zelîhâ Mesnevisi (Giriş, Metin, İnceleme ve Tıpkıbasım) (haz. Zehra Öztürk, I-II, Cambridge 2001); Diyarbakırlı Ahmedî, Yûsuf u Züleyhâ: İnceleme, Metin, Dizin, Sözlük (haz. İdris Kadıoğlu, Malatya 2005); Öznur Tuba Aktaş, Köprülüzâde Esad Paşa’nın Terceme-i Yûsuf u Züleyhâ Adlı Eserinin Bilimsel Yayını ile Eserin Şekil ve Muhteva Bakımından İncelenmesi (yüksek lisans tezi, 2006, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); İbrahim Taş, Yusuf ve Zeliha (İstanbul 2008); Melike Gökcan Türkdoğan, Klasik Türk Edebiyatında Yusuf u Züleyha Mesnevileri Üzerine Mukayeseli Bir Çalışma (doktora tezi, 2008, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Oflu Bilal Efendi, Kıssa-i Yusuf u Zelîha (haz. Muhammet Kuzubaş, İstanbul 2010). Bu mesnevi üzerine yazılmış çok sayıda tez, kitap, makale ve bildiri Hanife Koncu tarafından bir makalede toplanmıştır (bk. bibl.). Yûsuf ve Züleyhâ modern Türk edebiyatının da konuları arasında yer almış, bu hususta manzum ve mensur çeşitli eserler yazılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Nazan Bekiroğlu, Kalbin Üstünde Titreyen Hüzün: Yusuf ile Züleyha (roman, İstanbul 2000); Melek Özlem Sezer, Yusuf ile Zeliha (manzum, İstanbul 2011); Nurullah Çetin, Yeni Türk Şairinin Yusuf ile Züleyha Hikâyesi Duyarlığı (inceleme, Ankara 2004).
FARS EDEBİYATI. Dinî kaynaklı bir Doğu edebiyatı ürünü olan Yûsuf ve Züleyhâ mesnevisi Fars edebiyatında da işlenen konulardan biridir. Farsça eserlerde Yûsuf ve Züleyhâ hikâyesine yapılan telmih ve atıflar ilk defa X. yüzyılda Ferruhî-yi Sîstânî, Müncîk-i Tirmizî ve Ebû Hanîfe İskâfî gibi sebk-i Horasan şairlerinin methiyelerinde görülür. Yûsuf’un ve diğer kahramanların başından geçenler, şairlerin kendi zamanlarındaki bazı olaylar ve kişilerle ilişkilendirilmiş, böylece anlatım zenginliği sağlanmıştır. XI. yüzyıl şairlerinden Katrân-ı Tebrîzî’nin divanında bu hikâyeye yirmiden fazla atıf yapılmış, Nâsır-ı Hüsrev, Hâkānî-yi Şirvânî ve Nizâmî-i Gencevî gibi şairler şiirlerinde hikâyeye sembolik yaklaşımlarla yeni bir anlatım kazandırmıştır. Meselâ Nâsır-ı Hüsrev bir şiirinde, Yûsuf’un duasıyla Züleyhâ’nın gençliğinin geri gelmesini kış mevsiminden sonra baharın tekrar canlanmasına benzetmiş, başka bir yerde kendi şiirinin etkisini Yûsuf’un duasıyla kıyaslayıp Farsça’nın bu sayede hayat bulduğunu söylemiştir. Hâkānî-yi Şirvânî de hikâyenin farklı yönlerine atıfta bulunmuştur. Örnek olarak Hâfız-ı Şîrâzî’nin, “Kaybolan Yûsuf Ken‘an’a geri dönecek üzülme / Hüzün kulübesi bir gün gülşene dönecek üzülme” beytiyle Ganî’nin, “Ey Ganî! Ken‘an’daki yaşlı adamın (Ya‘kūb) karanlık gününe bak ki onun gözlerinin nuru Züleyhâ’nın gözlerini aydınlattı” beyti anılabilir (M. Ecmel Han, IX/4 [1958], s. 20). Yûsuf ve Züleyhâ’ya ait sembollerin dinî şiir türünde daha çok kullanıldığı görülmektedir. Senâî ve Ferîdüddin Attâr gibi mutasavvıf şairler eserlerinde hikâyedeki sahra, kuyu, zindan, Mısır ve Züleyhâ gibi kavramlara tasavvufla ilgili mecazi ve sembolik anlamlar yüklemiştir. Şairler, çeşitli edebî kurgular da ekleyerek Kur’an’daki bu kıssa etrafında birçok manzum eser meydana getirmişlerdir. Fars edebiyatında Yûsuf ve Züleyhâ hikâyesinin müstakil bir eserde ele alınması İslâm sonrası Fars şiirinin ilk dönemlerine kadar uzanır. Araştırmalarda kırk iki adet Farsça manzum Yûsuf ve Züleyhâ yazıldığı tesbit edilmiştir.
Firdevsî’ye (ö. 411/1020 [?]) nisbet edilen Yûsuf ve Züleyhâ mesnevisi bu hikâyelerin en eskisidir. Ancak mesnevinin Firdevsî’ye ait olup olmadığı konusunda ihtilâf vardır. Lutf Ali Beg Âzer, Rızâ Kulı Han Hidâyet ve Edward G. Browne gibi yazarlarla eseri tercüme edenler onun Firdevsî’ye aidiyetini ileri sürerken Müctebâ Mînovî ve Saîd-i Nefîsî gibi araştırmacılar Firdevsî’ye nisbetini şüpheyle karşılamaktadır. İlk defa Alman şarkiyatçısı Carl Hermann Ethé’nin bulup yayımladığı eseri (Oxford 1908; nşr. Hüseyin Muhammedzâde Sıddîk, Tahran 1368 hş.) Baron Ottokar de Schlechta Wssehrd manzum olarak Almanca’ya çevirmiştir (Viyana 1889). İngilizce’ye de iki tercümesi yapılmıştır. 6500-9000 beyit arasında değişen versiyonları bulunan mesnevinin mukaddimesinde şair kendisinden önce Yûsuf ve Züleyhâ mesnevisi yazan Ebü’l-Müeyyed-i Belhî (IV./X. yüzyıl) ve Bahtiyârî adlı şairlerin adını zikreder. Bunların eserleri günümüze ulaşmamıştır. Farsça manzum Yûsuf ve Züleyhâ hikâyesinin günümüze kadar gelen en önemli versiyonu Abdurrahman-ı Câmî’ye aittir. Câmî’nin Heft Evreng’deki yedi parçadan biri olan Yûsuf u Züleyḫâ mesnevisi bu hikâyenin Fars edebiyatındaki en meşhur örneğidir. Mesnevi, Heft Evreng içinde (nşr. Murtazâ Müderris-i Gîlânî, Tahran 1337 hş.), ayrıca müstakil olarak birçok defa basılmıştır (nşr. Nâdir Vezinpûr, Tahran 2536 şş.). Mesnevinin Türkiye kütüphanelerinde birçok nüshasının bulunması Türk şairlerinin Molla Câmî’den çok etkilendiklerini göstermektedir. Nitekim XV. yüzyılda Hamdullah Hamdi ve XVI. yüzyılda Gubârî Abdurrahman bu esere nazîre yazmış, Karamanlı şairlerden Kâmî Mehmed ve Âteşzâde Mehmed İzzet Paşa tarafından manzum tercümeleri yapılmıştır. Câmî’nin mesnevisini V. E. von Rosenzweig Almanca’ya (Vienne 1824), Ralph T. H. Grifrith (London 1882) ve A. Rogers (London 1889) İngilizce’ye, Francesco Cimmino İtalyanca’ya (Napoli 1899), Auguste Bricteux Fransızca’ya (Paris 1927) çevirmiştir.
Molla Ferruh Hüseyin Nâzım Herevî’nin 4500 beyitlik Yûsuf u Züleyḫâ’sı (Leknev 1286; Taşkent 1322) Câmî’nin bir taklididir. Lutf Ali Beg’in Yûsuf u Züleyḫâ mesnevisi yaklaşık 8000 beyittir (yazma nüshası için bk. Abdürresûl Hayyâmpûr, sy. 48 [1338 hş.], s. 43). Câmî’den sonra yazılan Yûsuf ve Züleyhâ hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyede de Câmî ile benzerlikler hayli fazladır. İlk mesnevilerden biri de Mes‘ûd-i Kûmî’nin Yûsuf u Züleyḫâ’sıdır (nşr. Ali Âl-i Dâvûd, Tahran 1369 hş., 1380 hş.). Şu‘le-i Gülpâyigânî’nin 5000, Cevherî-yi Tebrîzî’nin 1321, Şihâb-ı Türşîzî’nin 1100 beyit olan mesnevileri günümüze ulaşmıştır (diğerleri için bk. M. Emîn Zevârî – Hasan Zülfikārî, s. 40-42). Kaynaklarda A‘mâk-ı Buhârî, Mes‘ûd-i Herevî, Âzer-i Tûsî, Tezhûrî-yi Ebherî, Mücî-yi Bedahşânî, Sâlim-i Tebrîzî, Evhadüddîn-i Belyânî, Nâmî-yi İsfahânî, Şevket-i Kaçar, Hâzık-ı Herevî, Nâzım-ı Herevî ve Kâtib-i Belhî’nin Yûsuf ve Züleyhâ’yla ilgili çalışmaları olduğu kaydedilmekle birlikte bunların zamanımıza kadar gelip gelmediği bilinmemektedir (diğerleri için bk. Âgā Büzürg-i Tahrânî, XXV, 298-300; M. Emîn Zevârî – Hasan Zülfikārî, sy. 19 [1388 hş.], s. 43-44).
KAYNAK