Vekî‘ B. Cerrâh Nedir?
Muhaddis ve fakih.
128 veya 129 (746-747) yılında doğdu. Aslen Nîşâburlu yahut Semerkant’ın Buhara tarafında yer alan Soğd asıllı olduğuna dair kayıtlar varsa da (Hatîb, Târîḫu Baġdâd, XIII, 496-497) bu yanlış bilgi muhtemelen babasının Soğd’da doğduğunu zikretmesinden (Zehebî, IX, 168) kaynaklanmıştır; zira Ruâsî (Ruvâsî) nisbesi onun Arap asıllı ve Benî Ruâs’a mensup olduğunu göstermektedir (Sem‘ânî, VI, 174). Babası Kûfe’de beytülmâl görevlisiydi; annesi tarafından kendisine büyük bir miras kalmıştır. Vekî‘ babasının yanı sıra İsmâil b. Ebû Hâlid, Eymen b. Nâbil, İkrime b. Ammâr, Hişâm b. Urve, A‘meş, İbn Ebû Leylâ, İbn Cüreyc, Evzâî, Mâlik b. Enes, Süfyân es-Sevrî, Şu‘be b. Haccâc ve Hammâd b. Seleme gibi şahsiyetlerden rivayette bulundu. Kendisinden de oğulları Süfyân, Melîh, İbrâhim ve Ubeyd ile hocası Süfyân es-Sevrî, Abdullah b. Mübârek, Abdurrahman b. Mehdî, Ahmed b. Hanbel, Ali b. Medînî, Yahyâ b. Maîn, Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, İbn Sa‘d, Ebû Bekir ve Ebü’l-Hasan İbn Ebû Şeybe, Halîfe b. Hayyât, Sahnûn ve diğerleri hadis rivayet etti. Hadise ilgisi çok erken yaşlarda başlayan Vekî‘ 145’te (762) A‘meş’ten hadis öğrendi. Bu durum, hadis usulünde bir çocuğun kaç yaşında hadis dinlemeye başlayabileceği konusunda örnek gösterildi (Hatîb, el-Kifâye, s. 54). Otuz üç yaşında hadis nakletmeye başladı. Onun ilim hayatında Süfyân es-Sevrî’nin ayrı bir yeri vardı. Vekî‘ Mekke, Medine, Bağdat, Enbâr, Vâsıt, Abadan, Musul, Dımaşk, Misis (Massîsa), Tarsus, Kudüs ve Mısır’a yaptığı ilim yolculukları sayesinde birçok tarikten rivayette bulunma imkânı elde etti.
Asrının en fakihi, hadiste müminlerin emîri ve zamanının Evzâî’si gibi niteliklerle anılan Vekî‘ sorgulanmaya gerek duyulmayacak güvenilir imamlar arasında zikredildi (a.g.e., s. 87). Çok güçlü bir hâfızaya sahipti. Süfyân es-Sevrî’nin vefatından sonra onun yerine geçti. Ehl-i hadîs ile ehl-i re’y arasında hararetli tartışmaların yapıldığı bir dönemde Kûfe’de yaşayan Vekî‘in hadisçi olmakla birlikte re’y düşmanı bir tutum benimsemediği görülür. Ebû Hanîfe’ye karşı şiddetli muhalefetiyle bilinen Süfyân es-Sevrî’nin en gözde talebesiydi. Buna rağmen Ebû Hanîfe’den rivayette bulundu, onun görüşleriyle fetva verdi (İbn Ebû Şeybe, II, 30, 36, 322, 371; Hatîb, Târîḫu Baġdâd, XIII, 501), ayrıca Züfer ve Ebû Yûsuf’un derslerine katıldı. Vekî‘in, fıkhü’l-hadîse ve fukahanın rivayet ettiği hadislere akranlarına nisbetle daha fazla ihtimam göstermesinde Ebû Hanîfe ve taraftarlarıyla olan münasebetinin rolü vardır.
Vekî‘in Râfizî veya Şiî olduğuna dair kayıtlar (İbn Kuteybe, s. 624; Şehristânî, I, 222-223), erken dönem Kûfeli hadisçilerin Hz. Ali’yi Hz. Osman’dan üstün saymaları anlamında olup bu durumunun ve Şîa’ya hafif meylinin rivayetlerine zarar vermeyeceği kabul edilmiştir. Onun halku’l-Kur’ân vb. konularda Mu‘tezile’ye ve diğer bid‘at fırkalarına karşı şiddetli bir tutum sergilemesi ve Allah’ın sıfatlarına ilişkin rivayetler hakkında yorum yapmamayı tercih etmesi de bu kanaati desteklemektedir. Vekî‘ siyasî otoriteye karşı da mesafeli davrandı. Nitekim Hârûnürreşîd tarafından Bağdat’a getirilip kendisine kadılık teklif edilmesine rağmen bu teklifi kabul etmedi; ayrıca görevi kabul eden yakın dostu Hafs b. Gıyâs’la ilgisini kesti. Halife Emîn de Vekî‘i devlet işlerinde görevlendirmek üzere Bağdat’a davet ettiyse de kendisine bir görev kabul ettiremedi.
Vekî‘ b. Cerrâh 184 (800) yılında Mekke’de bir rivayeti yüzünden zor durumda kaldı. Hz. Peygamber’in, vefatından hemen sonra defnedilmediği için naaşında birtakım değişikliklerin görüldüğüne dair olan bu rivayet halkın tepkisine yol açtı; Vali Muhammed b. Abdullah b. Saîd’e şikâyet edildi. Vali onu yakalatıp idam edilmesine karar verdiyse de Süfyân b. Uyeyne’nin araya girmesiyle bundan vazgeçti. Bu sırada hac için Mekke’de bulunan Hârûnürreşîd durumu öğrenince Süfyân b. Uyeyne’ye ve aşırı Mürciî olarak bilinen âlimlerden Abdülmecîd b. Abdülazîz b. Ebû Revvâd’a danıştı. Abdülmecîd’in Vekî’in öldürülmesine dair fetva vermesine rağmen Süfyân’ın ricası üzerine onu affetti ve Mekke’den çıkarılmasına karar verdi. Medine’ye doğru yola çıkan Vekî‘, Saîd b. Mansûr’dan aldığı bir mektuptan Medineliler’in de durumdan haberdar olduklarını öğrenince yolunu değiştirip Rebeze üzerinden Kûfe’ye ulaştı (Fesevî, I, 175-176; Zehebî, IX, 160).
Vekî‘ b. Cerrâh 196’da (812) hacca gittikten sonra memleketine dönerken Kûfe ile Mekke arasındaki Feyd’de vefat etti (10 Muharrem 197 / 21 Eylül 812). Onun, ilmi nâfile ibadete tercih ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim bir sözünde, “Allah’a hadisten daha faziletli bir şeyle ibadet edilmemiştir” derken bir başka sözünde, “Hadisin nâfile namazdan daha faziletli olduğunu bilmeseydim hadis rivayet etmezdim” demiştir (Hatîb, Şerefü aṣḥâbi’l-ḥadîs̱, s. 82, 84). Vekî‘in sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar mescidde hadis okuttuğu, ardından evinde öğle namazına kadar dinlendiği, öğle ile ikindi arasında çobanlara ve hizmetçilere Kur’an öğrettiği, ikindi namazını mescidde kılıp burada Kur’an dersi verdiği, akşama doğru bir süre Allah’ı zikredip evine döndüğü, her gün oruç tuttuğu için iftardan sonra uyuyuncaya kadar ibadet ettiği, namazların arasında dinlenirken nebîz içtiği nakledilmektedir (Hatîb, Târîḫu Baġdâd, XIII, 501-502). Zehebî, Resûl-i Ekrem’in tavsiyesine uymadığı gerekçesiyle onun her gün oruç tutmasını, ayrıca nebîz içmesini yadırgamaktadır (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, IX, 143-144).
Eserleri. 1. Kitâbü’z-Zühd. Güzel ahlâk ve âdâba dair 539 rivayetten oluşan eserde 200 merfû, 193 mevkuf, 132 maktû‘ ve 14 İsrâiliyat nevinden haber yer almaktadır (neşredenin girişi, I, 160-162). Abdurrahman Abdülcebbâr el-Feryevâî eseri el-Câmiatü’l-İslâmiyye’de (Medine) yüksek lisans tezi olarak neşre hazırlamış (Medine 1984; Riyad 1994), Ali Pekcan da kitabı Hayatı Allah’a Adamak başlığıyla Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 2010).
2. Cüzʾ fi’l-ḥadîs̱. Nüsḫatü Vekîʿ ani’l-Aʿmeş adıyla da bilinmektedir (nşr. Abdurrahman Abdülcebbâr el-Feryevâî, Küveyt 1406). Ahmet Yüksel eser üzerine yüksek lisans çalışması yapmıştır (1985, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). Vekî‘ b. Cerrâh’a Kitâbü’t-Tefsîr (İbnü’n-Nedîm, s. 53; Taşköprizâde, II, 77, 581, 590), Kitâbü’s-Sünen (el-Müsned, el-Muṣannef) (İbn Hayr, s. 126) ve Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe (Zehebî, IX, 154) adlı eserler de nisbet edilmektedir.
KAYNAK