A‘meş Nedir?
Hadis, kıraat ve ferâiz sahalarındaki bilgisiyle tanınan tâbiîn nesline mensup âlim.
Aslen Taberistanlıdır. Rey yöresinde Dünbâvend’de (Dübâvend) doğdu (61/680-81); Kûfe’de doğduğu da rivayet edilmiştir. Hıfzını tamamladıktan sonra öğrenimine kıraat ilmiyle başladı. Bu ilmi, Irak kıraati temsilcisi sayılan Yahyâ b. Vessâb’dan tahsil etti. Ayrıca onun zamanında Kûfe’nin en meşhur âlimleri olan Zeyd b. Vehb, İbrâhim en-Nehaî, Mücâhid b. Cebr, Ebü’l-Âliye er-Riyâhî ve Âsım b. Ebü’n-Necûd gibi âlimlerden ders okudu. Bunun yanında hadis ve fıkıh ilimleriyle de meşgul oldu. Bilhassa hadis ilminde şöhreti kısa zamanda her tarafa yayıldı. Rivayette bulunduğu meşhur muhaddisler arasında Saîd b. Cübeyr, Kays b. Ebû Hâzim, Ebû Vâil Şakīk b. Seleme ve Şa‘bî zikredilebilir. Kendisinden de Ebû Hanîfe, Şu‘be, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Abdullah b. Mübârek gibi hicrî II. yüzyılın meşhur âlimleri hadis rivayet etmişlerdir.
A‘meş kıraat, hadis ve ferâiz ilimlerinde devrinin Kûfe’deki en önemli âlimi kabul edilmiştir. A‘meş’in kıraati her ne kadar meşhur yedi veya on kıraat arasında yer almamış ise de on imamın kıraatlerine diğer bazılarını da ekleyerek kaleme alınan eserlerde onun kıraatine, on kıraatten sonra öncelikle yer verilmiştir. Ebû Ali Hasan b. Muhammed el-Bağdâdî’nin Kitâbü’r-Ravża fi’l-ḳırâʾâti’l-iḥdâ ʿaşere’si (bk. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 74; Brockelmann, I, 721), Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Hayyât el-Bağdâdî’nin Kitâbü’l-Câmiʿ fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr ve ḳırâʾati’l-Aʿmeş’i (bk. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 84) ve on dört imamın kıraatini ihtiva eden Ahmed b. Muhammed el-Bennâ’nın İtḥâfü fużalâʾi’l-beşer fi’l-ḳırâʾâti’l-erbaʿati ʿaşer adlı eseri bu konuda misal olarak zikredilebilir. Bundan da anlaşılacağı üzere A‘meş, kıraatiyle ilgili kaideler ve hususiyetler zamanımıza kadar ulaşmış sayılı kurrâ arasında yer almıştır. Hadis ilminde ise hâfızlık mertebesine yükselmiş, Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ebû Evfâ’dan mürsel olarak rivayet ettiği hadislerde tedlîs yapması dışında umumiyetle sika sayılmıştır. Zehebî, A‘meş’i bazı râvilerin kusurlarını örtbas etmekle, cerh ve ta‘dîl imamlarından Ali b. Medînî de vehim sahibi olmakla itham ederler. Buna rağmen o, kendi döneminde Kûfe âlimleri arasında Kur’ân-ı Kerîm’i kaidelerine en uygun bir şekilde okuyan, Hz. Peygamber’in hadislerini en iyi bilen ve kendisine yöneltilen sorulara en isabetli cevaplar veren bir kişi olarak ün yapmıştır. Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer almış, dürüstlüğü ve doğru sözlülüğü sebebiyle “mushaf” diye anılmıştır. Devrinin en büyük münekkidi Yahyâ el-Kattân onun hakkında “allâmetü’l-İslâm” tabirini kullanmıştır. Fakir bir âlim olmasına rağmen son derece kanaatkâr idi. Beytülmâlden aldığı beş dirhem aylıkla geçinir, zenginlere iltifat etmezdi. Nüktedan ve hazırcevap olmasıyla da tanınmıştır. İbn Tolun onun bu yönünü ez-Zehrü’l-enʿaş fî nevâdiri’l-Aʿmeş adlı eserinde (bk. Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 241) dile getirmiş, Ahmed Muhammed ed-Dabîb de A‘meş’in hayatına dair olan el-Aʿmeşü’ẓ-ẓarîf (Cidde 1401/1981) adlı kitabında 105 nüktesini yayımlamıştır.
Bazı rivayetlere dayanarak Aʿmeş’in Zeydiyye veya İmâmiyye kollarından birine mensup bir Şiî olduğunu ileri sürenler olmuştur (bk. EIr., I, 926-927). Söz konusu rivayetlerde, Halife Hişâm b. Abdülmelik’in, A‘meş’ten, Hz. Osman’ın meziyetleri ve Hz. Ali’nin kusurları hakkındaki hadisleri toplamasını istediği ve onun bu teklifi reddettiği, Halife Mansûr’a Ali’nin faziletlerine dair on bin hadis bildiğini söylediği, Ebû Hanîfe’nin kendisinden Ali’nin faziletleri hakkındaki hadisleri rivayet etmekten vazgeçmesini istediği ve onun bu teklifi kabul etmediği, Hz. Hüseyin’in lehinde bazı hadisler rivayet ettiği ve kabrinin ziyaret edilmesi için teşvikte bulunduğu, ayrıca Kur’an’ın bir kısım âyetlerini Şiî anlayışa uygun olarak yorumladığı iddia edilmektedir. Bu iddiaların doğru olduğunu kabul etmek, hem rivayet tekniği açısından hem de ihtiva ettikleri fikirler bakımından mümkün görünmemektedir. Zira bütün Sünnî müslümanların Hulefâ-yi Râşidîn’den kabul ettiği ve büyük bir saygı beslediği Hz. Ali’nin kusurları hakkında hadis toplama işi, hiçbir Ehl-i sünnet âliminin dahi kabul edemeyeceği bir husustur. Resûl-i Ekrem’in amcazadesi ve damadı, ilim ve fazilet kaynağı, kahraman Hz. Ali’ye karşı beslenen bu duyguların Şiîlik’le bir ilgisi yoktur. Hz. Ali’nin, ayrıca diğer birçok sahâbînin faziletlerine dair Şiî-Sünnî birçok hadis ve tabakat kitabında ve benzeri kaynaklarda rivayetler mevcuttur. Ehl-i sünnet âlimleri bunlardan sahih kabul ettiklerini benimsemekte ve eserlerinde nakletmektedirler. Ali’nin faziletleri konusunda on bin hadisin bulunduğunu aşırı Şiîler’in bile iddia etmesi mümkün değildir. Ebû Hanîfe’nin mutedil bir Ehl-i beyt taraftarı olduğu ve bu sebeple devlet ricâli tarafından cezalandırıldığı bilinmektedir. Bundan dolayı onun, ne vicdanî kanaati ne de siyasî görüşü açısından, A‘meş’ten Ali’nin faziletleri hakkındaki hadisleri rivayet etmekten vazgeçmesini istemesi mâkul değildir. A‘meş’in Hz. Hüseyin’in lehinde bazı hadisler rivayet etmesinin ve Peygamber torununa karşı beslediği saygı duygusuyla kabrinin ziyaret edilmesini istemesinin de Sünnîliğe aykırı bir tarafı yoktur. Bir kısım Kur’an âyetlerini Şiî anlayışla yoruma tâbi tuttuğu iddiasına gelince, bu da diğer iddialar gibi mesnetsiz bir söylentiden ibarettir. Sonuç olarak, devrinin en meşhur âlimlerinden ders görüp rivayette bulunmuş, birçok âlime hocalık yapmış ve özellikle titiz Sünnî hadis tenkitçileri tarafından Şiîlik’le itham edilmemiş olan, hâfızlık mertebesine ulaşmış bir muhaddis hakkındaki bu gibi iddiaların gerçekle bir ilgisi bulunmadığı kesinlikle söylenebilir.
KAYNAK