Müşki̇lü’l-Kur’ân Nedir?
Âyetler arasında ilk bakışta var olduğu sanılan ihtilâfları inceleyen ilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı.
Sözlükte “zihnî karışıklığa yol açmak, karışık olmak” gibi anlamlara gelen işkâl masdarından ism-i fâil olan müşkil kelimesi, terim olarak değişik ilim dallarında farklı şekillerde tanımlanmış, ulûmü’l-Kur’ân’da “Kur’an âyetleri arasında ilk bakışta var olduğu sanılan ihtilâf ve tenâkuz durumuna” müşkil; bu durumları inceleyen ilme de “müşkilü’l-Kur’ân” denmiştir. II. (VIII.) yüzyılın sonları ile III. (IX.) yüzyılın başlarından itibaren müşkilü’l-Kur’ân ilminin müstakil bir disiplin haline gelmeye başladığı söylenebilir. IV. (X.) yüzyıla gelindiğinde müşkilü’l-Kur’ân kavramı iyice netleşmiş olmalı ki İbnü’n-Nedîm onu meâni’l-Kur’ân ve mecâzü’l-Kur’ân ile yan yana, fakat ayrı bir kategori olarak zikretmiştir. Müşkilü’l-Kur’ân terimini kullanmayan Zerkeşî bu ilmi “Ma‘rifetü mûhimü’l-ihtilâf” (el-Burhân, II, 45), Süyûtî ise “Müşkilü’l-Kur’ân ve mûhimü’l-ihtilâf ve’t-tenâkuz” (el-İtḳān, II, 724) başlığı altında ele almıştır.
Hz. Peygamber’in ardından ortaya çıkan fitne olaylarının sonucunda İslâm dünyasında meydana gelen siyasî parçalanma çok geçmeden fikrî ve itikadî gruplaşmaya dönüşmüş, henüz I. (VII.) yüzyıl bitmeden müteşâbih ve müşkil âyetler etrafında Allah’ın sıfatları, kazâ-kader, hidâyet-dalâlet, irade hürriyeti vb. konularda yoğun kelâmî tartışmalar cereyan etmiştir. Bu tartışmalarda genellikle kendilerinden zındık ve mülhid olarak söz edilen İslâm karşıtı şahıs ya da gruplar, özellikle Kur’an’ı hedef alıp daha çok ondaki müteşâbih ve müşkil âyetler üzerinde durmuşlar, böylece Kur’an’ın ihtilâf ve çelişkileri barındıran bir kitap olduğunu iddia ederek onun hakkında kuşku uyandırmaya çalışmışlardır. Buna göre müşkilü’l-Kur’ân ilminin ortaya çıkışının temelde iki sebebi olduğu söylenebilir. Bunlardan biri, Kur’an’ı İslâm’a muhalif akımlara karşı savunmak, diğeri de halkın zihnini meşgul eden bazı müşkil ve müteşâbih âyetleri tefsir etmek. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de (en-Nisâ 4/82) âyetler arasında ihtilâf ve çelişkinin bulunmadığına işaret edilerek bu durum onun ilâhî kaynaklı oluşuna delil gösterilmişse de bazı âyetler, yeterli bilgiye sahip bulunmayanların zihinlerinde bir ihtilâf ve tenâkuz düşüncesi uyandırabilmektedir.
Kur’an’daki zâhirî ihtilâflar şöylece sıralanabilir: 1. Kıraat farklılıkları. Bunlar gerçek bir ihtilâf ve tenâkuz oluşturmamakta, aksine müfessirin önüne geniş bir yorum alanı açmaktadır. Meselâ hayız gören kadınla temizleninceye kadar cinsel ilişki kurulmamasıyla ilgili (el-Bakara 2/222), çoğunluk tarafından “yethurne” şeklinde okunan lafzı Kisâî ve Halef “yettahherne” diye okumuş, bu kıraat Hanefîler tarafından kadının on günden önce hayızdan kesilmesi haline yorumlanmış, bu durumdaki bir kadınla ilişki kurmanın ancak gusletmesi ya da üzerinden bir namaz vaktinin geçmesi halinde câiz olacağına hükmedilmiştir. 2. İfadenin hakikat ve mecaz ihtiva etmesi. Âyetlerde kelimeler genellikle hakiki mânalarında kullanılmakla beraber bazan mecazi anlamlarda da geçmiştir. Meselâ “fe ümmühû hâviyeh” (Onun annesi cehennemdir) âyetiyle (el-Kāria 101/9) “ve ezvâcühû ümmehâtühüm” (Hanımları da müminlerin anneleridir) âyetindeki (Ahzâb 33/6) “ümmühû” ve “ümmehâtühüm” kelimeleri buna örnektir. 1. âyette annenin çocuğunu kucağına alıp sarması gibi cehennemin de kâfirleri içine alıp kuşatacağı ifade edilirken 2. âyette peygamber eşlerinin özellikle nikâh ve hürmet bakımından anne durumunda olduğu belirtilmektedir (İbn Kuteybe, s. 104). 3. Müşterek lafızlar. Bunlar birden fazla mânaya gelen “hidâyet, ümmet, millet, kurû” gibi lafızlardır. 4. Âyetlerdeki müteşâbihlik ve mücmellik. Kur’an’ın esasını mânası açık olan muhkem âyetler teşkil etmekle beraber onda anlamları herkes tarafından kolayca anlaşılamayan müteşâbih âyetler de bulunmaktadır (Âl-i İmrân 3/7). Özellikle Allah’ın sıfatları, kazâ-kader, hidâyet-dalâlet, irade hürriyeti gibi konulardaki müteşâbih âyetler zihnî karışıklığa yol açabilen faktörlerin başında gelmektedir. Metafizik konulara ilişkin bu âyetlerdeki işkâlin çözümünde âlimler genellikle te’vil yöntemine başvurmuşlardır. Meselâ bazı âyetlerde (el-Bakara 2/6-7) kâfirlerin iman etme hususunda iradelerinin yok edildiği ima edilirken diğer bir kısım âyetlerde (en-Nisâ 4/170; el-Kehf 18/29) kâfirlerin de irade hürriyeti bulunduğu, dolayısıyla inanmakla mükellef oldukları ifade edilmiştir. Zâhiren çelişkili gibi görünen bu âyetler telif edilebilir. Nitekim başka bir âyette de (en-Nisâ 4/155) belirtildiği üzere kâfirlerin kalpleri inkârlarına bir ceza olarak mühürlenmiştir. Şu halde kalplerin imanı kabul etmeyecek şekilde mühürlenmesi, kendi iradeleriyle inkârı seçen kişilerin artık imanda muvaffak olamayacağı anlamındadır, iradelerinin kaldırılması söz konusu değildir (Bilmen, I, 156). 5. Bir olayın değişik yönlerden ele alınması. İlk bakışta ihtilâflı gibi görünen bazı âyetlerin farklı açılardan değerlendirilmesi halinde gerçekte bir ihtilâf bulunmadığı anlaşılır. Meselâ bir âyette (er-Ra‘d 13/28) müminlerin kalplerinin Allah’ı zikirle sükûna ereceği belirtilirken başka bir âyette (el-Enfâl 8/2) onların kalplerinin titremesinden söz edilmektedir. Bu iki âyet arasında bir çelişki varmış gibi görünse de kalplerin sükûn bulması tevhid inancının verdiği bir rahatlık, titremesi de doğruluk ve hidayetten sapma korkusunun bir neticesidir (Zerkeşî, II, 61-62). Nitekim diğer bir âyette (ez-Zümer 39/23) müminlerin kalplerinde hissettikleri korku, ümit, ürperti ve sükûn birlikte anılmıştır. 6. Bir cinsin değişik türlerine veya bir oluşumun muhtelif safhalarına işaret edilmesi. Hz. Âdem’in yaratılış sürecinin aşamalarından bahsedilirken toprak (Âl-i İmrân 3/59), pişmiş kuru çamur (el-Hicr 15/26, 28, 33), yapışkan çamur (es-Sâffât 37/11) ve pişmiş çamura benzeyen balçık (er-Rahmân 55/14) gibi maddelere işaret edilmiştir. Ancak âyetlerde geçen bütün bu maddelerin aslı topraktır ve ilk insanın yaratılış sürecinde toprağın son formuna gelinceye kadarki süre içerisinde aldığı farklı şekil ve özelliklerden ibarettir. 7. Konu ve yer farklılığı. Bazı âyetlerde insanların ve cinlerin âhirette hesaba çekileceği ifade edilirken (el-A‘râf 7/6; es-Sâffât 37/24) diğer bazı âyetlerde işledikleri günahların hesabının kendilerinden sorulmayacağı veya onlarla asla konuşulmayacağı belirtilmiştir (er-Rahmân 55/39; el-Bakara 2/174). Bu âyetlerdeki ihtilâfın sebebi konu ve yer farklılığıdır. Zira kıyamette değişik mevkiler ve farklı sınıflar mevcuttur. Bazı mevkilerde sorgu olurken bazılarında olmayacaktır. Yine kıyamette hesapları sırasında kâfirler sert bir muameleyle karşılaşırken müminler şefkat ve merhametle muamele görecektir (a.g.e., II, 55 vd.). Ayrıca kâfirlerin ağızlarının mühürlenip diğer organlarının konuşturulacağına dair âyet de (Yâsîn 36/65) bu durumu açıklamaktadır. 8. Harf-i cerlerin birbirinin yerine kullanılması. İbn Kuteybe bu şekilde harf-i cerlerin birbirinin yerine kullanıldığı on beş kadar âyeti izah etmiştir (bk. Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân, s. 565-578). 9. Fiillerin kullanım cihetleri. Meselâ savaştan söz edilirken, “Onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü, attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı” meâlindeki âyette (el-Enfâl 8/17) böyle bir ihtilâf söz konusu ise de âyette öldürme işinin kesb ve mübâşeret yönünden ashaba, tesir ve yaratma yönünden Allah’a izâfe edildiği düşünülürse söz konusu ihtilâf ortadan kalkar (Zerkeşî, II, 59-60). Bazan ihtilâf aynı fiilin farklı varlıklara isnat edilmesinden de kaynaklanmaktadır. Ruhları kabzedenin bazı âyetlerde melekler ve elçiler (el-En‘âm 6/61; en-Nahl 16/28), bazı âyetlerde ölüm meleği (es-Secde 32/11), bazılarında ise Allah’ın kendisi olduğu (ez-Zümer 39/42) ifade edilmiştir. Bu âyetlerin ruhları fiilen melekler ve elçilerin kabzettiği, ölüm meleğinin ruhları çağırdığı ve diğer meleklere onları kabzetmelerini emrettiği, Allah’ın ise ölümü yarattığı şeklinde anlaşılması mümkündür (a.g.e., II, 64); ya da ruhları kabzeden her bir melek, aynı zamanda bir ölüm meleğidir.
Âyetler arasında görülen ihtilâfların giderilebilmesi için âlimler te’vil, tahsis ve nesih yoluna başvurmuştur. Özellikle itikadî ve ahlâkî konulara ilişkin işkâllerde te’vile müracaat edilirken ahkâm âyetlerindeki müşkiller tahsisle veya aralarında nesih ilişkisi olup olmadığına bakılarak giderilmeye çalışılır. Meselâ Mekke’ye girenlerin emniyette olduğunu belirten âyetle (Âl-i İmrân 3/97) öldürülenler hakkında kısasın farz kılındığını ifade eden âyet (el-Bakara 2/178) arasında böyle bir işkâl söz konusudur. Bu durumda nesh olduğu düşüncesiyle ikinci âyetin hükmü esas alınır yahut tahsis yoluyla kısas cezası alanlar ilk âyetin kapsamı dışında tutulur.
Hz. Peygamber döneminde müslümanlar arasında Kur’an’ın müteşâbih ve müşkil âyetleri üzerinde kayda değer bir tartışma olmamıştır. Zira Kur’an’da bir taraftan kitabın esasını muhkem âyetlerin teşkil ettiği, dolayısıyla inananların bunlara tâbi olması gerektiği belirtilirken diğer taraftan mânasını ancak Allah’ın ve ilimde rüsûh sahiplerinin bileceği müteşâbihlerin peşine düşenlerin kalplerinde eğrilik bulunan kimseler olduğu ifade edilmiştir. Bu da müslümanların müteşâbih ve müşkil âyetlerin üzerinde tartışma yapmaları konusunda caydırıcı rol oynamıştır. Öte yandan Resûl-i Ekrem de ashabını Kur’an hakkında şüphe uyandıracak sorular sormaktan, özellikle müteşâbih ve müşkil âyetlere dair zihinlerde kuşku uyandıracak türden tartışmalara girmekten sakındırmıştır (Müsned, II, 178, 196; Buhârî, “Tefsîr”, 41; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 19; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 2).
Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte Kur’an’ın müteşâbih ve müşkilleri üzerinde düşünülmeye başlanmıştır. Abdullah b. Mes‘ûd ve Abdullah b. Abbas gibi sahâbîler, zâhiren ihtilâflı görünen âyetlerin bir kısmını yorumlarken diğer bir kısmı hakkında çekimser davranmışlardır (Buhârî, “Tefsîr”, 41; ayrıca bk. Hâkim, II, 394; Süyûtî, el-İtḳān, II, 724-725, 728). I. (VII.) yüzyılda sahâbîlerin yorumlarından oluşan müşkilü’l-Kur’ân’a dair dağınık malzeme tefsir rivayetleri olarak sonraki nesillere intikal etmiş, II. (VIII.) yüzyılın başlarından itibaren müşkilü’l-Kur’ân’a dair literatür oluşmaya başlamıştır. Nitekim Hasan-ı Basrî’ye nisbet edilen Risâle fi’l-ḳader adlı eserde (nşr. Muhammed İmâre, Resâʾilü’l-ʿadl ve’t-tevḥîd, I-II, Kahire 1971, I, 81-93) zındıkların Kur’an’da ihtilâf ve tenâkuz bulunduğu yönündeki iddialarına da atıflar vardır. Bu iddialara karşı daha derli toplu cevaplar Mukātil b. Süleyman’ın eserlerinde görülmektedir Tefsîrü’l-ḫamsi miʾe âye mine’l-Ḳurʾân adlı eserinde İbn Abbas’a dayandırarak zikrettiği ve dokuz ihtilâflı hususun yer aldığı rivayetin dışında Mukātil’in ihtilâf ve tenâkuz iddialarına cevaplarını toplu olarak Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, Kitâbü’t-Tenbîh ve’r-red ʿalâ ehli’l-ehvâʾ ve’l-bidaʿ adlı eserinde zikretmiştir (nşr. Muhammed Zâhid el-Kevserî, Kahire 1308/1948).
Konuya dair ilk müstakil eserler II. (VIII.) yüzyılın sonları ile III. (IX.) yüzyılın başlarına doğru yazılmaya başlanmıştır. Bu sahanın ilk müellifleri Cevâbâtü’l-Ḳurʾân adlı eseriyle Süfyân b. Uyeyne, Müşkilü’l-Ḳurʾân ve er-Red ʿale’l-mülḥidîn fî müteşâbihi’l-Ḳurʾân adlı çalışmalarıyla Kutrub’dur (İbnü’n-Nedîm, s. 34, 53). Müşkilü’l-Kur’ân’a dair günümüze ulaşan en eski telifler III. (IX.) yüzyıla ait olup bunlar arasında Ahmed b. Hanbel’in er-Red ʿale’z-Zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye adlı risâlesi önemlidir. Bu yüzyılda yazılmış daha sistemli ve kapsamlı bir eser İbn Kuteybe’nin Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân’ıdır. Mufaddal b. Seleme’nin Żiyâʾü’l-ḳulûb fî meʿâni’l-Ḳurʾân ve ġarîbihî ve müşkilih (a.g.e., s. 37), Sa‘leb’in Kitâbü Müşkili’l-Ḳurʾân, İbnü’l-Haddâd el-Mağribî’nin Tavżîḥu’l-müşkil fi’l-Ḳurʾân (eserin yazma nüshasına ait bazı bölümler Kayrevan Ulucamii Kütüphanesi’nden Tunus Millî Kütüphanesi’ne nakledilen bir koleksiyonda bulunmaktadır) adlı eserleri de burada zikredilebilir.
IV. (X.) yüzyıla ait önemli çalışmalardan biri İbn Fûrek’in Müşkilü’l-Ḳurʾân’ı olup eser Ebû Muhammed İbn Vahşî et-Tücîbî tarafından ihtisar edilmiştir. Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî ve Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh’ın veziri İbnü’l-Cerrâh diye tanınan Ebü’l-Hasan Ali b. Îsâ’nın da konuya dair birer eseri bulunduğu zikredilmiştir (a.g.e., s. 34, 53; Îżâḥu’l-meknûn, II, 332; Sezgin, GAS, VIII, 163). Mekkî b. Ebû Tâlib’in 389 (999) yılında kaleme aldığını söylediği (İbnü’l-Cezerî, II, 310) Tefsîrü’l-müşkil min ġarîbi’l-Ḳurʾân’ı da burada belirtilmelidir (bk. bibl.). Mekkî’nin Müşkilü iʿrâbi’l-Ḳurʾân (nşr. Yâsîn Muhammed es-Sevvâs, I-II, Dımaşk 1394/1974; Beyrut 1408/1988; nşr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Bağdat 1973, 1975; Beyrut 1984, 1985, 1987, 1988) ve Müşkilü meʿâni’l-Ḳurʾân (Yâkūt, XIX, 170) adlı iki eseri daha vardır.
V. (XI.) yüzyılda bu alanda soru-cevap tarzında telifler ortaya çıkmış olup Hatîb İskâfî’nin Dürretü’t-tenzîl ve ġurretü’t-teʾvîl fî beyâni’l-âyâti’l-müteşâbihât fî kitâbi’llâhi’l-ʿazîz adlı eseri (Beyrut 1416/1995) bu tarzın önemli bir örneğidir. Süyûtî’nin el-İtḳān’ının kaynakları arasında yer alan (el-İtḳān, I, 20) Şeyzele’nin el-Burhân fî müşkilâti’l-Ḳurʾân’ı ile (İbn Hallikân, I, 318; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 241) Kādî Abdülcebbâr’ın Tenzîhü’l-Ḳurʾân ʿani’l-meṭâʿin’i de (Kahire 1329) bu çalışmalardandır.
VI. (XII.) yüzyılda müşkilü’l-Kur’ân sahasında telif edilen en önemli eserler Beyânü’l-Hak lakabıyla tanınan Mahmûd b. Ebü’l-Hasan en-Nîsâbûrî’ye ait olup bunlar Bâhirü’l-burhân fî müşkilâti meʿâni’l-Ḳurʾân (Îżâḥu’l-meknûn, I, 162; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 403), Dürerü’l-kelimât ʿalâ ġureri’l-âyâti’l-mûhimeti li’t-teʿâruż ve’ş-şübühât (Îżâḥu’l-meknûn, I, 468) ve Vaḍaḥu’l-burhân fî müşkilâti’l-Ḳurʾân (bk. bibl.) adlı çalışmalardır. Bâhirü’l-burhân ile Vaḍaḥu’l-burhân’ın aynı eser olması muhtemeldir. Bu yüzyılda ayrıca Kur’an ve Sünnet müşkillerini birlikte ele alan telif türlerinin ortaya çıktığı görülmekte olup Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin Kitâbü’l-Müşkileyn’i bunun ilk örneğidir (Îżâḥu’l-meknûn, II, 332; Ali Şevvâh İshak, III, 306).
VII. (XIII.) yüzyılda yazılan eserlerin en önemlileri İzzeddin İbn Abdüsselâm’ın Fevâʾid fî müşkili’l-Ḳurʾân’ı (nşr. Seyyid Rıdvân Ali Nedevî, Küveyt 1387/1967; Kahire 1402/1982) ve Muhammed b. Ebû Bekir er-Râzî’nin Müşkilâtü’l-Ḳurʾân’ıdır (yazması için bk. Ferrâc Atâ Sâlim, s. 146). Râzî’nin Ünmûẕec celîl fî esʾile ve ecvibe min ġarâʾibi âyi’t-tenzîl adlı bir çalışması daha vardır (el-Fihrisü’ş-şâmil: Maḫṭûṭâtü’t-tefsîr ve ʿulûmih, I, 257-261). Bu eser ilk defa Ukberî’nin Vücûhü’l-iʿrâb’ı ile birlikte basılmıştır (Kahire 1306). Daha sonra Tefsîru esʾileti’l-Ḳurʾâni’l-mecîd ve ecvibetuhâ (nşr. M. Ali Ensârî, Kum 1970), Mesâʾilü’r-Râżî (nşr. İbrâhim Atve Avad, Kahire 1406/1985) ve Tefsîrü’r-Râżî (nşr. Muhammed Rıdvân ed-Dâye, Beyrut 1411/1990) adlarıyla üç ayrı neşri yapılmıştır. Ayrıca Ziyâeddin ed-Dîrînî’nin Tefsîrü ġarîbi müşkili’l-Ḳurʾân (a.g.e., I, 344-345; M. Hasan Bikâî, VII, 2934), Ebû Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şâtıbî’nin el-Envâr fî müşkilâti âyâtin mine’l-Ḳurʾân ve el-Lübâb fî müşkilâti’l-kitâb (el-Fihrisü’ş-şâmil: Maḫṭûṭâtü’t-tefsîr ve ʿulûmih, I, 604) ve Sadreddin Konevî’nin Şerḥu Meʿâni müşkilâti’l-Ḳurʾân (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 647) adlı çalışmaları bulunmaktadır. Bu yüzyılda müşkilü’l-Kur’ân alanında nazım türünde eserlerin de ortaya çıktığı görülmektedir. Ebû Şâme el-Makdisî’nin Tetimmetü’l-beyân limâ eşkele min müteşâbihi’l-Ḳurʾân’ı (Zâhiriyye Ktp., nr. 344) bu türün ilk örneklerinden olup el-Beyân limâ eşkele min müteşâbihi’l-Ḳurʾân adlı bir başka manzum eserin tetimmesidir (İzzet Hasan, s. 344; el-Fihrisü’ş-şâmil: Maḫṭûṭâtü’t-tefsîr ve ʿulûmih, I, 257).
VIII. (XIV.) yüzyılda yazılan önemli eserler arasında İbnü’z-Zübeyr es-Sekafî’nin Milâkü’t-teʾvîli’l-ḳātıʿ bi-ẕevi’l-ilḥâd ve’t-taʿṭîl fî tevcîhi’l-müteşâbihi’l-lafẓ min âyi’t-tenzîl’i (bk. bibl.) ve Şerefeddin Hüseyin b. Süleyman b. Reyyân’ın er-Ravżü’r-reyyân fî esʾileti’l-Ḳurʾân’ı (Delhi 1298; ayrıca bk. bibl.) zikredilebilir. VIII. (XIV.) yüzyılda ve sonrasında müşkilü’l-Kur’ân’a dair diğer eserler şunlardır: Kutbüddîn-i Şîrâzî, Müşkilâtü’t-tefâsîr (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 149); İbnü’l-Ahnef diye tanınan Ahmed b. Ebû Bekir el-Cibillî, el-Bustân fî iʿrâbi müşkilâti’l-Ḳurʾân (el-Fihrisü’ş-şâmil: Maḫṭûṭâtü’t-tefsîr ve ʿulûmih, I, 360); Takıyyüddin İbn Teymiyye, Tefsîru âyâtin eşkelet ʿalâ kes̱îrîn mine’n-nâs (Riyad 1417/1996) ve Ecvibe ʿalâ esʾile veredet ileyhi fî baʿżı feżâʾili sûreteyi’l-Fatiḥa ve’l-İḫlâṣ ve baʿżı âyâtin müşkile (Brockelmann, II, 120); İbrâhim b. Emrullah, İḳāmetü’l-burhân ʿalâ mesâʾili teẕkireti’l-iḫvân li-müşkilâti aḥkâmi’l-Ḳurʾân (aynı müellife ait 104 beyitlik bir urcûzenin şerhidir, bk. el-Fihrisü’ş-şâmil: Maḫṭûṭâtü’t-tefsîr ve ʿulûmih, II, 730); Kāsım b. Muhammed es-San‘ânî el-Kibsî, Tefsîrü’ş-şâḳ fi’l-Ḳurʾân (Ecvibetü mesâʾili’ş-şâḳ fi’l-Ḳurʾân; M. Hasan Bikâî, VI, 2314); Muhammed b. Kāsım el-Bakarî, Urcûze fî baʿżı müşkilâti’l-Ḳurʾân ve şerḥi Fetḥi’l-Kebîri’l-müteʿâl bi-şerḥi müzhibeti’l-işkâl ʿan baʿżı kelimâti ẕi’l-celâl (a.g.e., II, 697); Muhammed el-Efrânî, Urcûzetü müşkilâti’l-Ḳurʾân ve şerḥi İḳāmetü’l-berâhîn ʿalâ mesâʾili teẕkireti’l-iḫvân (a.g.e., II, 718); Ali b. Ömer el-Mîhî el-Mukrî, Hidâyetü’ṣ-ṣıbyân li-fehmi baʿżı müşkili’l-Ḳurʾân (Îżâḥu’l-meknûn, II, 720; Ali Şevvâh İshak, IV, 206); Muhammed Emîn el-Ömerî, Tîcânü’t-tibyân fî müşkilâti’l-Ḳurʾân (Ziriklî, VI, 267; Ali Şevvâh İshak, IV, 198; M. Hasan Bikâî, VII, 2948); Osman b. Dâvûd er-Rûmî, Tefsîrü’l-müşkilât ve kâşifü’l-aġluṭât (uġlûṭât) (Îżâḥu’l-meknûn, I, 310; M. Hasan Bikâî, VII, 2732); Ca‘fer el-Esterâbâdî, Ḥallü meşâkili’l-Ḳurʾân (Îżâḥu’l-meknûn, I, 417; Ali Şevvâh İshak, IV, 211); Muhammed el-Behî, Tefsîrü’l-âyâti’l-mûhimmeti li’n-naḳṣ fî ḥaḳḳı’l-enbiyâʾ (M. Hasan Bikâî, V, 1764); Muhammed b. Mehdî et-Tebrîzî Tefsîrü’l-kelimâti’l-müşkileti’l-Ḳurʾâniyye (a.g.e., VII, 2703); Ahmed b. Ali Ekber el-Merâgī, Tefsîru müşkilâti’l-Ḳurʾân (Kehhâle, I, 319; M. Hasan Bikâî, VII, 2732).
Müşkilü’l-Kur’ân alanında son dönemde yapılan bazı çalışmalar da şöylece sıralanabilir: Muhammed Takıyyüddin el-Kâşânî, Îżâḥu’l-müşkilât (Ali Şevvâh İshak, IV, 195); Muhammed Abduh, Müşkilâtü’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm ve tefsîrü sûreti’l-Fâtiḥa (Mısır 1323; Beyrut, ts.); el-Hâc Yûsuf Şeâr, Tefsîr-i Âyât-i Müşkile (Tebriz 1339 [1960]); Seyyid Dâvûd es-Sâvî, Baʿżu’t-teʾvîl li-baʿżı müşkilâti âyi’t-tenzîl (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye [Fuâd] 1/106 [20548B], bk. el-Fihrisü’ş-şâmil: Maḫṭûṭâtü’t-tefsîr ve ʿulûmih, II, 828); Râşid Abdullah el-Ferhân, Tefsîru müşkili’l-Ḳurʾân (Libya 1400; Küveyt 1983; Trablus 1406/1985); Keşmîrî, Müşkilâtü’l-Ḳurʾân (Delhi 1938; Mültan, ts., eserin neşreden Muhammed Yûsuf Benûrî başına Yetîmetü’l-beyân li-müşkilâti’l-Ḳurʾân adıyla bir risâle de eklemiştir [s. 1-84]; kitap bu ekle birlikte Mecmûʿatü Resâʾili’l-Keşmîrî [Karaçi 1416/1996] içinde 4. cilt olarak da yayımlanmıştır).
Kur’an’da ihtilâf ve tenâkuz bulunduğu yönündeki iddialar, Batı’da ilk olarak Abdülmesîh b. İshak el-Kindî’ye (III./IX. yüzyıl [?]) nisbet edilen Risâle adlı eserde görülmektedir (William Muir tarafından The Apology of al Kindy [London 1882] adıyla İngilizce’ye çevrilerek neşredilmiştir). Diğer bir çalışma da bir hıristiyan mühtedisine nisbet edilen Contrarietas Alpholica (trc. Mark of Toledo, Paris / Bibliothèque Nationale, Lat., nr. 3394) adlı eserdir (Daniel, s. 22). Ortaçağ boyunca yürütülen İslâm karşıtı polemiğin birinci dereceden kaynaklarını teşkil eden bu iki eserde Kur’an’da ihtilâf ve tenâkuz bulunduğu yönünde bazı iddialar geliştirilmeye çalışılmıştır. 1141-1143 yılları arasında gerçekleştirilen ve ilk Latince Kur’an tercümesi olan Robert of Ketton ve Hermannus Dalmata tercümesinin (Basilea/Bale 1543) kenarında da yer yer bu tür iddialar zikredilmiştir. Fakat Riccoldo da Monte di Croce (ö. 1320) ve San Pedro Pascuad’a kadar Latin yazarları arasında bu konuyu tam olarak kimse ele almamıştır (a.g.e., s. 84). Çeşitli iddialar sıralayan San Pedro müşkil âyetleri Kur’an’ın Allah kelâmı olmadığına en büyük delil saymıştır (a.g.e., s. 86). Ondan sonra Fitzralph da Kur’an’ın birçok konuda kendi kendisiyle çeliştiğini ileri sürerek, “Eğer Allah bize zaman verirse bu husus daha açık bir şekilde ortaya konulacaktır” demiştir (a.g.e., s. 85). Bir Dominiken papazı olan Riccoldo İslâm’ı eleştirmek amacıyla kaleme aldığı ve İslâm’a yönelik Ortaçağ hıristiyan polemiğini temsil eden Contra Legem Saracenorum adlı eserinde bu tür iddiaları daha fazla örnekle delillendirmeye çalışmıştır (Bobzin, s. 164-166). Genellikle dinî faktörlerin yönlendirdiği Ortaçağ şarkiyatçılarının İslâm karşıtı iddialarını teyit sadedinde getirdikleri örneklerde daha çok şahsî tercihlerin ve dinî geleneklerin etkili olduğu ifade edilmektedir (Daniel, s. 85).
Benzer iddiaları daha sonra Peter de Pennis devam ettirmiştir. Aynı türden iddialar XIX. yüzyılda Karl Gottlieb Pfander ve Hartwig Hirschfeld, yakın dönemlerde ise R. Levy, J. Gardner, G. E. von Grunebaum, A. S. Tritton, J. Wansbrough gibi şarkiyatçılar tarafından değişik konularla bağlantılı biçimde ileri sürülmüştür. Daha çok akademik ve bilimsel anlayışın hâkim olduğu son dönem şarkiyatçılarından Tritton bâtıl ilâhlar, G. E. von Grunebaum insan hürriyeti, Gardner kıble, Levy insanın yaratılışı ve Wansbrough âhiret hayatıyla ilgili olarak Kur’an’ın açıklamalarında çelişkiler bulunduğunu ileri sürmüştür (Mohammad Khalifa, s. 88). Şarkiyatçıların objektiflikten uzak iddialarına İslâm dünyasından çeşitli bilim adamları ve araştırmacılar cevap vermiştir (meselâ bk. Rahmetullah el-Hindî, III, 888-890; Mohammad Khalifa, s. 86-92; Abdülcelîl Şelebî, s. 143, 155-158, 161-165; Abdülazîm İbrâhim, s. 21-25; The Holy Quran, s. 75-103).
KAYNAK