Latif Erdoğan FETÖ'yü anlatıyor
Gazeteci-Yazar Latif Erdoğan Habertürk TV'de Veyis Ateş'in sorularını yanıtlıyor
Latif Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:
CANLI YAYINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZGülen'in bütün hayatını baştan sona anlattığı bir insanım ben, 96'dan 97'ye kadar da her hafta söyleşi yaptık. O dönemde anlattığı şeylerin hepsi arşivimizde mevcut fakat anlaşmamız kendisi vefat ettikten sonra bunu kitaplaştırmamız şeklindeydi. Fakat Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kurulduktan sonra Gülen toplum tarafından tanınmaya başladı. O dönemde işte Küçük Dünyam'ı yazdık. Bazı eleştiriler de aldık tabii. Ben 17-25 Aralık sürecine kadar o hüsn-ü zannımı muhafaza ettim. Fakat sonra o darbe girişimini benimsediği ortaya çıktıktan sonra bana müracaat edenlere 3 ay tövbe süresi tanıyorum dedim ama baktım ısrarla aynı yanlışa devam ediyor.
Bunun üzerinde elimdeki belgeleri tekrar gözden geçirdim. Aynı bana anlattıklarından yine çıkış yaptım ama hüsn-ü zandan dolayı okumadığımız bilgileri meğer anlatmış. Görememişiz ve dediklerini kavrayamamışız, bir de kreleri birleştirememişiz.
Hipnoz meselesi çok farklı bir konu fakat benim Gülerce'den farkım, ben kendisiyle tanıştığımda 11 yaşındaydım. O dönemde başladı bizim beraberliğimiz ve 45 sene beraber geçti. Bir de bizim İslamı ölçüler içinde kriterimiz nedir, bir insanın iyiliği kötülüğüne galipse, o insan iyi kabul edilir. Şahsi yanlışlıklarını bireysel kabul ettik. Herkeste olabileceğini düşündüğümüz sıradan olaylar olarak değerlendirdik. Ve şeytanın "Gülen" yüzü bize açıkça görünmüş oldu.
Gülen'in bir askerlik saplantısı vardır. Ben 4 ay askerlik yaptığımda beni ziyarete geldi, "yahu Latif Hoca seni asker yapmak vardı, gerçi sen de o zaman daha teğmenken ihtilal yapardın" dedi. Üçüncü sınıftayken babası köye imam tayin ediliyor, o da oraya gitmek zorunda kalıyor ve okuyamıyor. Dıştan imtihanla bitiriyor ilkokulu.
Ben mehdi olduğuna zerre kadar inanmadım. Doğrudan doğruya o konuyu anlatmamıştır ama Mehmet Tabanca denen arkadaş bu konuyu işledi. Bana da ilk hayatını yazmaya başladığımda, 100 sayfalık bir çalışma getirdi. Bir de Hüseyin Gemici ezotorik bilgileri toplamış kendince. İkisi de Gülen'in mesihlik meselesi üzerinde duruyordu. Okumadım bile. Daha sonra bu kitabı yayınlamayı düşündüğümde açıp baktım. Toplumda böyle bir kanaat oluşmuş. Gülen mehdidir değil de, mesihlik meselesi yerleşmiş.
"Her gece dua ederdim, yalvarırdım, Ya Rabbi bana Peygamber Efendimiz'i göster diye, görürdüm" derdi, en az haftada bir gördüğünü söylerdi. Rüyada Peygamber Efendimiz'i görmenin büyük bir mesele olduğu kanaatinde değilim, Mekke'de ve Medine'de görme ve hadislerdekine uygunluk şartı aranmıştır. Diğerleri bir suret görmektir. Binlerce insan o dönemde Peygamber Efendimiz ile ilgili görülen rüyaları öyle yorumladım. Rüyanın kendine göre tabiri vardır.
Sadi Efendi ile ilgili kitapta çok ağır ifadeler vardı, ben o kısmı kaldırdım ama sormadım ona da neden ayrıldığını. Daha sonra Elif Çakır konuyu açınca, aradım, bütün Erzurum biliyor hocasını jandarmaya ihbar ettiğini. Bu önemlidir, çünkü devlete adres bırakmadır, böyle bir medrese talebesinin hocasını "Atatürk'e hakaret etti" diye şikayeti. Alvarlı Efe'nin tekkesine bir gün dahi gitmemiş. İyilik gördüğü yerde hainlik yapıyor, bu onun ilk hainliği.
Tasavvuftan gelmiş geçmiş kabul ediyoruz biz onu, hepsi yalan. O zaman şekilleri, tavırları, ağlamaları, sızlamaları anlamsız bir taklit oluyor. Ama öncesinde tekkede yetişmiş bir kul, bu haller normal diyoruz.
Bir şahısla tanıştım, ismi Necip'ti. Ben dedi MİT'çiydim, ama her ay ABD'den bir çantayla maaşları ben götürüyordum, MİT'in maaşını ben dağıtıyordum, dedi. Burada biz daha sonra Mahmut Övür bir yazısında yazdı, 70'te de aynı insan, Vehbi Koç, Yaşar Tunagül ile yemek yiyor. O gün de 71'de hapishaneden çıkmış, davası sürüyor, İzmir'de Nurvu dendiği zaman herkes öcü gibi bakar. O işin lideri insan Fuat Doğu, Yaşar Tunagül ve Vehbi Koç ile yemek yiyor. Yaşar Tunagül bunu hiç olmayacak bir şekilde İzmir'e vaiz olarak gönderiyor. Şimdi bunu plansız projesiz düşünmek mümkün değil. Edirne, İzmir gibi yerler uleması olmayan yerler o dönemde. Din alimi dediğimiz kişiler yok, bunun oralarda sivrilmesi çok kolay. Mesela İstanbul'a gelseydi tanınmayan bir insan olarak kalırdı.
Bazı şeyler demek ki, o dönemde nereye kadar uzandığını kendisi biliyor, orantıyı kuruyor, bir darbe yapmak isterse nereye varabilir onu da biliyor ve ABD'ye gidiyor. Gülen'in bu konuşmasını Ali Kırca'ya kim verdi? Tayin heyeti, cemaatin en üst kurulu, Gülen'den sonraki ilk kurul. Bütün organizasyonları o kurum yapıyordu. Öğretmenlerin, müdürlerin tayini. Bu dönemde Ali Kırca "düğmeye ben bastım" diye bir de yazı yazdı ama yanlış veya doğru bazı kişilere mal edildi bu Gülen'in kasedini sızdırma meselesi, bulunamadı tabii. Daha sonra Reha Muhtar bir röportaj yaptı, Gülen yaptığının yanlış olduğunu söyleyip özür diledi. Bu özür dileme cemaat içinde çok büyük panik meydana getirdi. Hatta dağılma sürecine girdi cemaat o dönemde. O abi konumunda olanlar kaçmak istedi. Bu yapıyı baştan kurarken bu argümanlar kullanılmıyordu.
Biz o asker arkadaşlara, askeriyede görev yapan arkadaşlara o dönemde, "yahu biliyorsunuz devamlı darbeler oluyor, sizler hiç olmazsa oralarda bulunursanız ihtilal yapmazsınız, bu bile hizmettir" diyerek o insanları motive ettik. Çünkü askeriyede yaşamak zor. Akın Öztürk hariç, fotoğraftaki herkesi tanıyorum. Onlardan önceki kuşağı iyice tanıyorum.
İtirafçı kelimesini hakaret kabul ederim. İkincisi ben bu olaylar olmadan bir sene evvel, 15 sene evvel kendimi örgüt yapısından çıkarmış, 17 Aralık'tan bir sene evvel de oradan ayrılmışımdır. Benim söylediklerim tanıklıktır. İkinci mesele ben bu arkadaşları tanıyordum derken, varlıklarını bile unutmuştum. Çoğu emekli olmuştur diye düşünüyordum. Görünce dedim, general olmuşlar. Ne askeri, ne emniyet, ne yargı hizmetinde benim yarım gram değerim olmamıştır.
Toplantılarda sadece "arkadaş Genelkurmay'ın önünde bu toplantıları yapmayacaksak hiç yapmayalım" demişimdir. Ben zaten telefon kullanmam, gizli bir şey mi yapıyoruz ki, telefonları çıkarın falan. Meselenin illegal tarafında hiç bulunmadım ben. Zaten 98'den sonra hiç örgütsel faaliyette bulunmadık da. Ben doğrudan doğruya bir gazetenin yazarıydım, hep legal şeyler.
Ben imanlı insanların orduda olmasını yadırgamam. Benim yanlış bulduğum, bunların dıştan organize edilmesi. Mesleki meselelerde müdahale edilmesi.
Ben onu vilayetlerden birinde yaz tatiline gittiğimde birini getirdiler, askeriyeden dediler, iç sıkıntısından bahsetti. "Kardeşim bazen günahlardan da bir sıkıntı olur" deyince, "yok hocam" dedi "ben ancak paşanın valinin yanında içerim" falan dedi. Dondum kaldım. Bu arkadaş talebeliğinden beri hizmette yetiştiğini söylüyor, arkasından da bunu çok rahat konuşuyor. Bizim yanımızda en son konuşulan, Japonya'dan bir hap getirildi, içkinin içine atılacak, o şarap olmasını çözecek, içki halinden dönüştürüyorsa, onda bir mahzur yok.
Benim gözümde imanlı ahlaklı nesil, şarabı da ilaçla çözüyor. O günkü zihniyetle o takiyeyi mazur görebilirim. Askeriyeyle, emniyetle, yargıyla ilgili meseleler tayin heyetinden gelmezdi, ayrı bir hizmet ünitesi. Soruların sızdırıldığını hep sonra duydum. O üniversite kurslarını hazırlayan öğretmenlerle üst düzey sohbetim vardı. Haftada bir sohbet yapardım, sorduğum zaman da başarıyı, hocam ibadet neşvesi çalışıyoruz, gece gündüz çalışıyoruz. Bu kadar başarıyı hakikaten sadece çalışmayla izah etmek mümkün değil. Ama bu arkadaşların bu kadar sefalete düşebileceğini kimse tahmin etmezdi.
Fedakarlık şuuru, dava adamlığı şuuru, hep kullanılan o. Dava adamı için bunlar fedakarlık sayılmaz. Gülen ABD'ye gittikten sonra 4 ay kaldı, o dönemdeki tavırları döndükten sonra, bende rahatsızlık meydana getirdi, anti devlet düşünceler, fikirler yaygınlaşmaya başlama süreci odur. Ben içteki bozulmayı ahlaki ve İslami değerlerden kayma olarak değerlendiriyorum. Bohem bir hayat yaşamaya teşvik ediliyor insanlar. Kim ne kadar insan tanıyorsa değeri o kadar artıyor gibi kriterler girdi işin içine. Eskiden takva üzerine kuruluydu. Fakat bu yozlaşma Gülen'le ilgili değil benim zihnimde, ABD'ye gidişiyle ilgili. Bu meseleleri konuşuyoruz, "haklısın" diyor mesela. Bunlar benim zihnimde bir gerekçedir. Fakat 17-25 Aralık meselesini sahiplenmesinden sonra Gülen'in ihanet içinde olduğunu anladım.
O günlerde biz devamlı olağanüstü toplantı yapıyoruz, 28 Şubat süreci yaşanmış. Haftada bir toplanıp kendimizce strateji geliştiriyoruz, masum olduğumuza toplumu nasıl inandırırız? Verilsin bu okullar, dedim. Biz bu millet için yaptık bu okulları ama almaz devlet, dedim. Bu devletin bizi şahsiyet olarak kabul etmesi bile önemlidir. Fakat devlet istemedi zaten. O dönemde, bir gün evvel biz toplantı yaptık, gideceğini orada da söylemedi. Söylemek istediğini hissettim ama mesafeli durdum.
Çocukluğumuzda fiziksel şiddet oldu ama sıra dayağı. Mesela kampta ceza veriyor, herkese verdiği ceza, benim özel dövülmem söz konusu değil. Benim münasebetlerim daha çok bir arkadaş seviyesiydi. Hiç hayatında bana doğrudan bir emir vermemiştir.
Normalde ABD'ye gideceğini bilmem gerekir ama bana teklif edeceği şey o gün için beraber gidelim olurdu, beni soğuk görmeseydi. Ecevit'e muhabbeti olduğu kanaatinde değilim, tamamen iş gördürme ahlakı üzerine, daha önce Ecevit'e deccal dedi.
Ben Gülen meselesini, çok yönlü araştırılması gereken bir konu olarak görüyorum. Psikologlar, ilim adamları, hakikaten tahlil etmeli. Böyle bir cinsin ikincisi yok. 50-60 sene kendini gizleyebilen ikinci bir adam ben tanımıyorum ki az çok feraset sahibiyiz.
Gülen'in hafızası güçlüdür, zekası vasattır. Gülen'i bizim tarafımızdan kabul edilebilir hale getiren, dava adamı oluşudur. İslam'a hizmette samimi görmemizdir. İşin başında ne yeterli bilgiye ne birikime sahiptir, onun için Risale-i Nur'u kullanmıştır. Kendini önce bir müddet kabul ettirmiş sonra oradan kopmuştur. Çok sistemli bir şekilde bu İzmir'de gerçekleştirilmiş. Daha önceki itirazlarında da Gülen çok sistemli gitti.
Mesela şunu dedi; benim elimde olsa, Hz. Ebubekir'den önce Bediüzzaman'ı oturturum o mevkiiye. Ardından bir yazdırdığı kitapta alakam yoktur, bunu sorguladığım zaman da dediler, Rusya'ya tercüme edeceğiz zaruretten yazdık.
17 Aralık'tan sonra bunun olacağını hesap ediyordum ama daha öncesinde mümkün değil. Biz şu anda toplumu 4 senedir uyarmaya, bilgilendirmeye çalışıyoruz, kendi nefis muhasebemizi burada yapacak halimiz yok. Kendi hayatımızı riske atarak bilgi veriyoruz. 45 senenin muhasebesini yapıyoruz. Toplumun algılaması gereken husus, sorgulama yerine bilgi edinme noktası olmalı. Bu bilgiler verildiği için de teşekkür edilmesi lazım.
Şu konuşmayı 4 sene evvel yayınlayacak bi tane televizyon, şikayet edebileceğimiz bir savcı, polis gösterin, yoktu. Söylemek başka şey, zamanında söylemek başka şey. Topluma söylediklerimle devlete söylediklerim elbette farklı. Bana 2-3 sene evvel de soruldu, darbe yapabilir mi diye? Yapamaz, dedim, toplumu paniğe sokmamak için. Ama devlete "yapar" dedim.
Humeyni sevdalısı olduğunu biliyoruz. Espiri gibi Humeyni'nin Tahran'a dönüşünü hatırlatıyordu. Hayalinde böyle bir şey var demek ki. Bunu dillendiriyor.
TÜRK OKULLARI NASIL AÇILIYORDU?
Çok fedakar insanlar var. Öğretmen kadrosu baştan yetişmiş. Buradaki insanlar bazen 3-5 ay maaş alamadığı halde, ailece aynı evde kalarak, fedakarlıkta bir sembol haline getiriyordu. Bu fedakarlıkları da biz o zamanlar gözü yaşlı anlatıyorduk. Geceleri taksi şoförlüğü yapıyor, gündüz öğretmenlik yapıyordu. Bu başarıları doğrudan CIA önünü açıyordu diye yorumlamamız mümkün değildi, şimdi görüyoruz.
Bana gelip 4 sene evvel bir öğretmen arkadaş ağladı. Hocam dedi gittik yurt dışına, ama bize ilk denilen şey ABD Büyükelçiliği'ne gideceksiniz, biat yapacaksınız. Şimdi bunu 4 sene evvel anlamışım ama o zaman ayrılmışım zaten.
Latin Amerika'ya hizmet adına giden bir insanım o dönemde. Benim durumumdaki insanların her zaman, 3 sene yurt dışında hizmet mecburiyeti vardı. Mecburiyet bizi ilgilendirmiyordu, bizim ülkümüz bu, davamız bu. Kim yurt dışına gidecekse baştan ona göre ayarlanır, herkese bu şart vardı.
ABD'ye Gülen beni davet etti, o sıralarda 10 sene önce falan, telefonumun dinlendiğini bildiğim halde bir iki "Hocaefendi'yi artık Türkiye'ye getireceğim" dedim arkadaşlara. Gittim, vizem var, 10 senelik, daha 9 senesi duruyor, hiçbir problem yok, vakıftan da 3-4 arkadaş var. Havaalanına vardık, polis beni aldı sorguya çekti. Ben uçaktayken vizemi iptal ettirmişler. Tamamen iftirayla. Beni bir gün tuttular orada. Epey konuştuktan sonra, kodese attılar. Ertesi gün uçak vaktine kadar orada tuttular, dönüşte de Mustafa Yeşil'le karşılaştım. Yan yana geldik. "Bu bizim cemaatin işi" dedim, "benim meselem." Hiçbir tepkisi yok, ben geldim yine bir tepkisi yok. Bir daha benle hiç görüşmedi mesela. Aynısını Kemalettin Özdemir'e de yapmış. Bunun cemaat eliyle yapıldığını hemen anladım ama Gülen'le irtibatını sonra kurdum.
Kendi hatıralarında anlatıyor, sözde 60 ihtilalini hazmedememiş, o günkü darbe yapanlara karşı söylüyor, "bomba alıp Genelkurmay'ı başlarına geçirmek istiyorum" diye.
Bir gün oturuyorduk başbaşa, "Latif Hoca hakkını helal et seni 15 senedir dinletiyordum" dedi. "Milli Güvenlik Kurulu'nda alınan kararlar parafa gitmeden bana geliyor" diye herkese söylüyordu.
Gülen'in kendi tecrübeleriyle ilgili bendeki bilgilerde cinler var. Fakat daha sonra vazgeçtiğini de söylüyor. 2-3 defa denediğini, kendine zarar gelebileceği düşüncesiyle vazgeçtiğini söylüyor. Ama bugün vazgeçmediğini anlıyoruz. Onun yanında yetişmiş mollalardan birine "Ergenekon dosyalarını cinler getirdi" diyor. Gerekçesini bu şekilde söylüyorsa, yaptığı bir şey vardır. Bu konunun araştırılması lazım. Bu hizmette bir ünitedir. Bir arkadaşın bana bu konuyla ilgili şikayetleri de oldu. Bu arkadaşın da tanık sıfatıyla dinlenmesi lazım. Bu çalışmalarla ilgili bana şikayette bulundu ama o konuyu da bilen bir arkadaş, tanık sıfatıyla dinlenebilir.
Türkiye'den oraya muskalar gönderilmiş, "bir sürü büyü yapılıyor, beni ölümden kurtarmak için muska yapılıyor, öatıda bir çuval muska var" diye bana anlattı. Neyin aksini iddia ediyorsa, kendisi yapıyor onu. Bu sadece bedduayla falan sınırlı kalmıyor. Bana da aynı şekilde, sizle ilgili özel beddualar yaptırılıyor denildi. O çalışmalara da muhattap oluyor, kendisine karşı gelen.
Adil Öksüz'ü 25 senedir tanırım. Gülen, kademe kademe yanındakileri ekarte etmek için bir mollalık sistemi kurdu. İlahiyati bitiren insanları yanına aldı, 3-4 sene ayrıca okuttu. Fakat okutmanın gayesi onları kendisi adına bir robot haline getirmek. Bunlardan da bazılarını özel hizmetlerde kullandı. Adil de o dönemde resmi hizmetlere bakan bir arkadaş olarak biliyorum. Tabii 15 senedir takip ettiğim yok. Bu olaylarda işte bulunanlar arasında Adil Öksüz var denince şaşırdım. Hemen aradım bazı arkadaşları, zaten bu hizmete bakıyordu, Gülen'in yakalanması kadar önemlidir yakalanması dedim. Tabii onun bırakılması en somut delili bertaraf etmektir. Onu da dedim, o günkü eleştiri yazılarımda dedim, kurtarılmasaydı infaz edilirdi. Gülen ne bilirse, o da bilir. Gülen'i temsilen vardır. Şimdi Gülen'i yalvar yakar teslim almaya çalışıyoruz, eldeki Gülen'i kaçırdık. Daha sonra duyduğumuz şeyler, havacılara imam olmuş. Ama o darbe imamıydı bana göre. Büyük talihsizliktir kaçırılması. O günkü şartlarda Marmaris'te o eşkıyaları arayacağınıza Ankara'da Adil'i arayın derim ben. Eldeki polis ifadesinde "onu dışarda yakaladık" demişler, halbuki bugün görüntüleri fotoğrafları var yakalanan darbecilerle beraber.
Sivil ayağın çökertilmesi gerekirdi, darbeyi sivil ayakta organize edenler önemli. Hulusi Akar ile Gülen2i görüştürmek isteyen Adil Öksüz'dür. O darbede başka sivil bulunamadığına göre, o darbede birinci adamdır o, sadece havacı meselesi değil.
Akın Öztürk belki sonradan dahil edilmiştir, belki sempatizandı, bilmiyorum ama Akın Öztürk'ü tanımıyorum. Böyle bir başa geçme zaafı varsa kullanılmış olabilir. Damadı da aynı yerden çıktı, demek ki o kanalla, çünkü damat yapma meselesi bir sistemdir. Askeriye içindeki rütbesi düşük ama parlak insanlar, üst rütbedekilere damat yapılıyordu.
Gülen'in saçının kılı yere düşmez. Tırnakları toparlanır, önemli bir ödül olarak verilir. Maalesef bu sapıklıklar var. Ondan bereket umuyor insanlar. Peygamber Efendimiz'in Hırka-i Şerif'inin saklanmasına benzer bir olay haline getiriliyor. Yeğenler ve damatlar ayrı bir statüdür. Cemaat fertleri onlarla iyi geçinmeye çalışır. Teamül odur. Burada birinin düğününde koskoca milletvekili bir arkadaş Kemal Gülen'le fotoğraf çektirmek için yarışıyordu. Bir devlet ahlakıyla bağdaştıramadım.
Erdoğan'ı belediye başkanlığı sürecinde tanıdık. Fakat Erbakan yanında yetişmiş bir insan olarak gördüğü için aynı tavrı gösterdi. Görüşmeleri resmiydi. Kabul edilebilir şeyler teklif edildiği zaman, en fazla aleyhinde konuşulmazdı. Benim o zaman da Tayyip Bey'e muhabbetim vardı, o ayrı bir konu ama Gülen'in tavrı hep negatifti. Yine ABD'de olduğumuz bir dönemde, koridorda deli gibi dolaşmaya başladı "bitleri kanlanınca Firavun oldular" diye saydı döktü, sonra anladım Gülen2in bir teklifi hükümet tarafından kabul edilmemiş.
Ak Parti'nin 2. seçimleri kazanma döneminde yapmacık olarak yanaşıldı, hatta sızıldı, bazı insanlar aktif hizmet aldı. Üçüncü dönemde daha da arttı bu. Bir cemaatin bu kadar politize olması doğru değil, dedim.
Bilhassa Ergenekon sürecinde bunu çok açık dillendirdim, bu size dönecek, dedim. Ben eskiden beri devletçi bir insanım, yapım öyle. Bu devlet bana Risale-i Nur talebesi olduğumdan dolayı bana ceza verdi ama ben hiç mesele etmedim mesela. Fakat Gülen2in ABD'ye gitmesinden sonra ciddi anti devlet söylemler başladı.
Şimdi vefat eden bir akademisyen sohbet yapıyor, biz de dinleyiciyiz. Tamamen devlet aleyhinde. Ben durdurmak zorunda kaldım. 150-200 dinleyici var, dedim "Bu arkadaşın konuştukları kendini bağlar." Sonra arkadaş birden "Bir şey sorabilir miyim? Devlet ontolojik mi sosyolojik mi bir fenomendir" dedi. "Sosyolojik" dedim. Sosyolojik olması onun önemini azaltır mı?
"Dedem o kadar milliyetçiydi ki, bütün Ermenileri kesse hıncı bitmezdi" diye anlatıyordu. Ama kendisi Ermeni patriğine mektup yazıyordu, 1915 olaylarıyla ilgili. Altında imzası var.
Eli sopalı adam dövdüğünü biliyoruz. Nurettin Veren'i döveceği yoktu ama demek cinneti o kadar fazlalaşmış. Geçici cinnet halleri olduğunu kendisi söylüyordu. Sonra da sakinleşirdi. Demek diyazem yutuyormuş sakinleşmek için. Şizofrenlere ait ilaç da alıyormuş, onu bilmiyordum.
Davayla o kadar bütünleşmiş ki başka hiçbir şey hayaline girmiyormuş, öyle derdi. Edirne'de 1-2 kez evlenme teşebbüsü olmuş, kız istemeye birilerini göndermiş "bunun annesi babası yok mu" demişler. Kendi anlattığı o.
Halit Refiğ ve hanımıyla otururken bana sordular "Gülen niye evlenmedi" diye, "göbeğinden dizine kadar yara içinde adam nasıl evlensin" dedi. Devamlı kaşınıyor, ve derisini yüzecek kadar kaşınıyor. Bir mazeret bu olabilir. Bir de kendini Bediüzzaman'a benzetmeye çalıştığından, mesih de evlenmeyecek, noktasından bir konuşlandırma olabilir.
Teslim edilecek kanaatindeyim ve Türkiye'ye kanun olarak idam da getirilir, bu işe doğrudan teşebbüs edenler de idam edilir. Gülen de idam edilmelidir ama yaş durumunu bilmiyorum.