Abdülhakim Arvasi'nin hatırının "yok sayılması" istendi
Abdülhakim Arvasi'nin torunu, dedesinin mezar yerinin "korunması gereken kültür varlığı" olarak tescil edilmesine ilişkin kararın kaldırılmasını istedi. Habertürk'ten Yasemin Güneri'nin haberi..
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarının ve Cumhuriyet’in ilk 20 senesinin tanınmış ve geniş kesimlerince hala itibar ve büyük hürmet gören 1933 yılında İlahiyat Fakültesi’nde Ordinaryüs Profesör olarak da görev yapan Van ili Başkale ilçesi doğumlu Seyyid Abdülhakim Arvasi Üçışık’ın torunu Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık, dedesinin mezarının bazı cemaatlerin rant kaynağı haline gelmesinden duydukları rahatsızlık nedeniyle soluğu mahkemede aldı.
Ankara’nın en sık ziyaret edilen mezar yerleri arasında bulunan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da ziyaret ettiği Bağlum’daki Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin kabrinin taşınması ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında alınan “korunması gereken kültür” tescil kararının iptali talebiyle Arvasi’nin torunu Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık Ankara 17. İdare Mahkemesi’ne dava açtı.
Üçışık, dava dilekçesinde, “Merhum Dedem Abdülhakim Arvasi Üçışık mezarının yapısal durum, yapım tekniği ve biçim bakımından bir özellik göstermediği gibi, yöresel yaşam biçimini yansıtmış bir şekilde yaptırıldığı söylenemeyecektir. 1940'larda yapılan; sanat, tarihi, estetik vb. açılardan özgün bir değer içermeyen, yapısal durum, malzeme, yapı tekniği bakımından bir özellik göstermeyen alelade bir mezardır” dedi.
“ÇIKAR GRUPLARI TARAFINDAN MEZARLIK RANT ALANI YAPILDI”
Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin mezar yeri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında 2018 yılında “Korunması gerekli taşınmaz kültür” olarak tescil edildi. Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin torunu Üçışık, kararın iptalini istedi.
Üçışık, dedesinin çocuklarının, torunlarının tamamına yakının, yeğenlerinin ve dostlarının hayatını kaybettikten sonra ortaya çıkan “çıkar grupları” tarafından mezarlığı “rant” alanı olarak kullandığını ve bu durumdan rahatsız olduğunu yineleyerek dava dilekçesinde şu ifadeleri kullandı: “Çıkar gruplarının en baskını, elinde tuttuğu gazete ve TV ile ‘Abdülhakim Efendi’nin yerine biz geçtik’ yalanı ile uzun süredir halkı aldatmakta ve rant temin etmekte olan Bülent Gençer ve onun bağlı olduğu ‘İhlas Cemaati’dir. Kamu malı görünümlü çıkarcıların ‘vakıf paravanası’ arkasında menfaat sağlamalarına asla izin vermemek gerekirken, dedemin kabri bu vakıf paravanası arasındaki çıkar grubunun kazanç sağlama ve yalan bilgi yayma aracı haline getirilmiştir (yalan bilgi, reisleri Hüseyin İlmi Işık’ın Büyükbabamın yerine geçtiği gerçek dışı propagandası). Bu durumu belirten ve Merhumun kendi hal tercümesinden faydalanarak tarafımdan hazırlanan ve uygun görülen plaket Mezarlıklar Müdürlüğü’nce gizlice koparılmış, bunun yerine mezarlık müdürünce uygun görülen, görüşümüz alınmadan ve bilgi verilmeden, soyadı Üçışık olan merhumun soyadını yazmaksızın muvafakatımız alınmadan yerleştirilmiştir. Daha önce tarafımdan yerleştirilen plaket 6 defa gizlice kopartılmış olup, halihazırda bir nüshası dahi asılı bulunmamaktadır.”
ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’Nİ SUÇLADI
Üçışık, açtığı davada mezarlıklar müdürlüğünün bağlı bulunduğu Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni de suçlayarak, “Büyükbabamı tanıtıcı (Soyadı Üçışık’ı da içinde bulunduran) bir yazının tarafımdan kabre derç edilmesine müsaade edilmemektedir. Bağlum’da yıllardır süregelen bu hukuka aykırılık silsilesi dahilinde mütecaviz Bülent Gençer Vakfı ve onlara göz yuman Ankara Büyüktşehir Belediyesi’nin yaptıkları müteaddit kereler idari başvuru, dava ve suç duyurusuna konu edilmiştir” dedi.
“BELEDİYE, MAHKEME KARARINA UYMADI”
Büyükbabası Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin mezar yerinin rant kaynağı yapılmasına açtığı davalarla itiraz eden ve hukuki mücadelesine devam eden Prof. Dr. Üçışık, daha önce de Ankara 2. İdare Mahkemesi’ne başvurarak mezarlık çevresinin kapatılmasına karar verilmesini talep etmişti. Mahkeme, talebi kabul ederek mezarlık çevresinin kapatılmasına hükmetmişti. Ancak, mahkeme kararına rağmen Ankara Büyükşehir Belediyesi kararı uygulamadı. Bunun üzerine kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunan Prof. Dr. Üçışık, aynı zamanda 1 TL'lik sembolik tazminat davası da açtı.
“KÜLTÜR VARLIĞI OLMAKTAN ÇIKARTILSIN”
Mezar yerine dair Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında verilen “Korunması gerekli taşınmaz kültür” kararının iptali talebiyle açılan davaya ilişkin Ankara 17. İdare Mahkemesi “iptal” kararı verdi. İdare Mahkemesi, tek yapı niteliğindeki bir taşınmazın korunmasının gerekli olduğuna karar verilebilmesi için sanat, mimari, tarihi, estetik, mahalli, dekoratif, simgesel, belgesel, işlevsel, maddi, hatıra, izlenim, özgünlük, teklik, nadirlik, homojenlik, onarılabilirlik kıstasları bakımından değerinin bulunması ve yanı sıra yapısal durum, malzeme, yapım teknolojisi, biçim bakımından da özellik arz etmesi gerektiğine dikkat çekti. Mahkeme, “Mezarlığın tek başına 'hatıra ve izlenim' değerinin bulunduğu tespitinin yeterli olmadığı, koruma kararına konu tek yapı niteliğinde tescil edilen taşınmazın (mezarın) ise, sanat tarihi ve mimari bakımından taşınmaz kültür varlığı özelliği göstermediği, ayrıca ilgili Yönetmeliğin 4/1-c maddesi uyarınca, tek yapılar yönünden gerekli şartları da taşımadığı” gerekçesiyle Prof. Dr. Üçışık’ın talebini kabul etti.
BÖLGE İDARE MAHKEMESİ’NDEN “KORUNMASI GEREKEN DEĞER” KARARI
Kararı, Kültür ve Turizm Bakanlığı istinafa taşıdı. Davanın istinaf incelemesini Ankara Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi yaptı. Daire, İdare Mahkemesi’nin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesine hükmetti.
6. İdari Dava Dairesi, Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin mezar yerine ilişkin verilen “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı” kararının isabetli olduğuna atıfta bulanarak, gerekçeli kararında şu ifadeleri kullandı: “Kavramsal kapsamı ve içeriği sürekli genişleyen kültürel miras, geçmişten miras alınan, kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen her türlü eserler ile bir ülkenin, bir toplumun ortak zenginliği olarak gelecek kuşaklar için sahip çıkılması ve korunması gerektiğine inanılan değerler bütününü oluşturur. Diğer taraftan, geçmişten bugüne ulaşabilmiş, insanların sahiplik bağı içinde olmaksızın sürekli değişim halinde olan değerlerinin, inançlarının, bilgilerinin ve geleceklerinin bir yansıması olarak belirlenen somut ve somut olmayan tüm varlıklardır. Kapsamı hayli geniş bir kavram olan kültürel mirasın, somut ve somut olmayan iki görünümü vardır. Kültürel miras daha ayrıntılı bir bakış açısıyla da, taşınır, taşınmaz, somut, somut olmayan ve doğal miras olarak da sınıflandırılabilir.
Tarihi mekanlar, anıtlar, sitler ve bilimsel-teknolojik eserlerin yanı sıra, mimarileri, uyumlulukları veya arazi üzerindeki yerleri nedeniyle tarih, sanat veya bilim açısından benzersiz ve istisnai evrensel değere sahip, ayrı veya birleşik yapı topluluklarının yanı sıra dini yapılar, mezarlıklar ve türbelerde kültürel miras kavramının kapsamında yer alır. Korumanın evrensel gerekliliği bağlamında, mimari miras da kültürel mirasın en önemli bileşenleri arasındadır.”
Mimari miras, insanlığın ortak malı olan ve günümüze ulaşmış özgün nitelikleriyle gelecek kuşaklara aktarılması gereken, farklı ölçek ve nitelikteki tarihsel değer, süreklilik değeri, anı değeri, mitolojik değer, estetik ve sanatsal değer, teknik ve teknolojik değer, özgünlük değeri, enderlik değeri, teklik değeri, grup değeri, ekonomik değer, kullanım değeri, geleneksel değer, eğitim değeri, sosyal değer ve çok katmanlılık değeri içeren, bütünleşik koruma ilke ve esaslarına göre korunması gereken yapı ve yapı gruplarıdır. Bir yapı kendi mimari niteliğiyle, maddi zenginlikleriyle her zaman öne çıkabilir. Ancak, modern koruma anlayışında; korunması, bakım ve onarımı gerekenler, salt olağanüstü mimari, sanat ya da tarihi önem taşıyan şahaser yapılar değildir. Yapının kendi mimari özelliği ve öneminin de ötesinde toplum tarafından oluşturulan ve bu yapıya atfedilen ve yüklenen kimi değerler nedeniyle de daha sade ve mütevazi yapılar da, yerleşik mimari kriter ve sınırlar aşılarak bu kapsamda yer alabilmektedir.”
BİM, “HATIR”LATTI...
Daire, bugüne kadar modern mimarlık ürünlerinin korunmasına yönelik yapılan girişimlerde özellikle hatıra ve izlenim gibi değerlerin de etkili olduğunu vurgulayarak, “Bu değerler, dini içerik ve inanç unsurlarının öne çıktığı mezar ve türbe gibi yapılarda daha da belirginleşir.” dedi.
Daire, İdare Mahkemesi’nin verdiği kararın kaldırılmasına dair verdiği kararda şunları ifade etti: "Kentlerle bireyler arasındaki karşılıklı ilişki ve iletişimin yapısı, kentsel görünümlerin ve ögelerin algılanış şekli, bu ögelerin anımsanması, kentsel etki noktalarının veya alanlarının bıraktığı iz kişiden kişiye değişir. Tasarlanışı, düzenleniş şekli, görünümü ve yapıların mimarlık açısından öne çıkan özellikleriyle bir öğenin kişilerde bıraktığı izlenimi, bireyin kentsel bölge veya çevreyi anlatıp, betimler ve tanımlarken kullanıldığı araçları genel olarak ifade eden kent imgesi- kent imaji, doğası gereği sübjektif ve bireyseldir.
Kimlik ve imge kelimeleri arasında kavramsal açılardan örtüşmeler bulunmasına karşılık, aralarında bazı farklılıklarda yer alır. Temel farklılık, imgenin kişisel, kimlik kavramının ise daha kolektif bir değerlendirmeye dayalı olmasıdır. Bir kentin sahip olduğu kültürel ve doğal değerler geleceğe aktarılarak korunması gerekli kimlik ögelerini oluşturur.
Bazı bölgeler, meydanlar, parklar, yol ağızları veya yapılarla birlikte geçmişimize ait bir saygı ve bağlılığın ifadesi olan mezarlıklarımız, burada defnedilmiş önemli kişilerin bulunduğu mezarlarımız ve türbelerimiz de kentte yaşayan insanların kesişme, buluşma, kaynaşma ve dağılma noktalarını oluştururlar. Toplumsal olarak paylaşılan bu noktalar, kentsel yaşam örgüsünün ortak merkezleri olma kimliğiyle, kentsel mekanla kentsel yaşama katılma alanları olarak nitelendirilirler.
Toplumların kolektif kentsel belleğinin oluşması ve korunmasında belirtilen bu mekanlar bir araç olarak öne çıkabilir. Hafıza, bir yapı gibi somut ve fiziksel bir alana, bir öğeye eklemlenebilir, mekansal bir bileşenle de ortaya çıkabilir.
Kırsal ve kentsel yerleşimler, arkeolojik sitler gibi tek yapılarda, bu alanların kullanım gereklerini içeren soyut ve somut miras değerleri, kültürlerin hafızasını oluşturmaktadırlar. Yok olmaları durumunda da yerlerinin doldurulması güç hatta imkansızdır. Hem oluşumu ve hem de süreç içinde üstlerine eklemlenen kimi değer unsurları onların zamandan bağımsız olarak geçmişten geleceğe varlığının devamını zorunlu kılar.”
“KUTSAL MEKANA UĞRAMA ARZISI ÇERÇEVESİNDE ZİYARET OLGUSU OLUŞTU”
“Ülkemizde toplumun dini, sosyal hayatının önemli bir bölümünü, kutsal bir mekana uğrama arzusu çerçevesinde gelişen ziyaret olgusu oluşturur. Halk dindarlığının sergilendiği mekanlardan en önde geleni geçmişimize ait bir saygı ve bağlılığın ifadesi olan ve bölgenin sosyal ve kültürel yaşantısı ve gelişimi açısından belge niteliği de taşıyan mezarlıklarımızdır.
Mezarlıklarımız ayrıca hürmet, sevgi ve vefa duygularının sergilendiği, geçmişin yeniden canlandırılarak anlamlandırıldığı bellek mekanlarıdır. Bu alanlarda önemli ve saygın şahsiyetlerin hatıralarını ebedileştirmek amacıyla inşa edilen türbeler de yer alır. Mezarlara bir anlamda farklı nitelik ve ölçülerde ev sahipliği yapan, burada yatan kişinin izlerini, derin ve güçlü hatıralarını ebedileştirmek, anmak ve gün yüzüne çıkarmak amacıyla inşa edilen türbeler, mimari ve estetik kaygılardan hareketle, fiziksel yapısı ve formu itibariyle gösterişli ve ihtişamlı nitelikte olabildiği gibi, daha sade, basit ve mütevazi görünümlü de olabilir. Günümüzde İslam büyüklerinin üstü açık mezarlarına da onlara hürmeten türbe denildiği de görülmektedir. Ancak bir temel nokta hepsinde ortaktır. Bu da, ölen kişiye duyulan saygının ve verilen değerin, bu mekana yüklenen anıların bir araç yoluyla somutlaştırılması arzusudur.”
ÖLEN KİŞİYE DUYULAN SAYGI VE MANEVİ UNSURLAR DA KÜLTÜREL DEĞER SAYILDI
Bu bakımdan, mezar ve türbe gibi yapılarda sanat, mimari veya estetik özelliklerinden ziyade ölen kişiye duyulan saygı ve kişiye atfedilen değer gibi manevi ve duygusal ögeler ön plana çıktığından, kendi mimari özelliği ve öneminin de ötesinde toplum tarafından oluşturulan ve yapıya atfedilen ve yüklenen kimi değerler nedeniyle daha sade ve mütevazi nitelikteki mezar ve türbe benzeri yapıların da yerleşik mimari kriter ve sınırlar aşılarak, hatıra ve izlenim gibi kriterler yönünden belirgin önem ve özellik arz etmesi halinde korunması, bakımı ve onarımı ile gelecek kuşaklara aktarılması açısından korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmesi hususunda davalı idarenin takdir yetkisinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Diğer taraftan, mezar ve türbe gibi yapıların taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olup olmadığının sorgulanması sürecinde, hatıra ve izlenim değerlerinin toplumsal karşılıkları ortaya konulmadan yapılacak her değerlendirmenin soyut düzlemde kalma tehlikesi vardır.
Bu yapıların tescil edilebilmesi için hatıra ve izlenim değerlerinin öznel algılamalar arasındaki asgari müştereğinin belli bir düzeyin üstünde olması, bu olgunun somut bir takım veri ve unsurlarla da belirginleştirilmesi, desteklenmesi de gerekir.
Buna göre, bir yapının hatıra ve izlenim gibi değer unsurlarına istinaden tescilinin yapılabilmesi için yapıya atfedilen hatıra ve izlenim değerleri bütününün kolektif olması, toplumsal karşılıklarının bulunması, bu değerlerin kabul edilebilir nitelikte bulunması ve bu değerler üzerinde yaygın bir uzlaşmanın sağlanmış olması gereklidir.
Diğer yandan, bu değerlerin toplumsal nitelikte karşılıklarının aranması, 2863 sayılı Kanunda tek yapı özelindeki tescil süreçlerinde de gözetilmesi gerekli bir kural olmalıdır. Belirtilen koruma kurulu kararlarıyla; türbe ve mezarın anıtsal, somut ve fiziksel niteliği üzerinden değil, bu mezarda yatan şahsın toplum içinde kabul gördüğü, toplum hafızasında bir anı değerine sahip olduğu, kimliği üzerinden izlenim değerinin oluştuğu hususlarıyla birlikte ilmi ve dini kişiliği gerekçe gösterilerek hatıra ve anısına dayalı olarak, hatıra ve izlenim değeri nedeniyle tescil edildiği, manevi şahsiyeti itibarıyla hatırasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacının güdüldüğü görülmektedir.”
“HATIRA” VE “İZLENİM DEĞERİ”NİN KÜLTÜRE KATKISI VAR
Dava konusu kararlar, mezarda yatan kişinin kimliğine bağlı olarak hatıra ve izlenim değerinin varlığı üzerinden verildiğinden, buraya defnedilmiş kişinin kimliğinden, toplumdaki yeri, uyandırdığı etki, toplumun kendisine atfettiği ve mezarı çevreleyen yapıdan kaynaklı olmadığı açık olan anısal bağlantılar, izlenimler, değer yargıları ve mekana yüklenen anlam göz ardı edilerek uyuşmazlıkta sadece mimari ve yapı odaklı parametreler gözetilerek, kitlesel bir yapı analiziyle, mezarı çevreleyen ve sonradan inşa edilen yapı tek başına temel bir unsur olarak ele alınıp irdelenmek suretiyle, sanat tarihi kavramıyla sınırlı ve maddi kültür varlığı ekseninde yapılacak her yorumunun eksik ve uygun bir değerlendirme yöntemi olmayacağı açıktır. Olayda; İdare Mahkemesince resen seçilen 2 sanat tarihçisi ve 1 mimar olmak üzere 3 kişilik bilirkişi heyeti eşliğinde mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak dava konusu işlemlerin iptaline karar verilmiş ise de; bilirkişi raporunda dava konusu mezar ve türbenin hatıra ve izlenim değerinin bulunup bulunmadığının irdelenmediği gibi bilirkişilerin alanları itibarıyla da bu konuların uzmanları olmadıkları görülmekte olup, yukarıda yapılan açıklamalar ve olayın özelliği dikkate alınmadan salt yerleşik mimari kriter ve sınırlar gözetilerek düzenlenen bilirkişi raporu, karara esas alınabilir nitelikte bulunmamıştır.”
MEZARIN ‘HATIRA’ VE ‘İZLENİM’ DEĞERİ VAR
Daire, dava konusu yapıların korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olup olmadığı konusunda da değerlendirmede bulanarak, “mezar ve türbe gibi yapıların hatıra ve izlenim gibi değerler yönünden belirgin önem ve özellik arz etmesi halinde tescili mümkün olduğundan, uyuşmazlığın bu kriterler yönünden irdelenmesi gerekmektedir” dedi.
Literatüre göre, kişinin içinde yaşadığı çevreye ait izlenimleri, bir yapının niçin ve hangi özelliklerinden dolayı insanları etkilediği izlenim değerini oluşturur. Bu değer yapının kendisiyle ilgili olabildiği gibi çevresiyle de ilgili olabileceğine dikkat çeken Daire, “Ancak farklı kişi ve grupların aynı yapıya ilişkin izlenimleri ayrışabilir. Dolayısıyla izlenim değeri sübjektiftir. Hatıra değeri ise; doğrudan yapıyla ilgilidir. Kullananların yapıya verdikleri değer, onlar için taşıdığı anlam, o yörenin tarihindeki bir olayla ilişkisi, günümüze taşıdığı anılar, bu değerin ölçütlerini oluşturur” değerlendirmesinde bulundu.
“HALKIN SEVGİSİNİ KAZANMIŞ KİŞİLERA AİT MEZARLAR ÇEVRESİYLE BÜTÜNLEŞİR”
Daire, kararına Arvasi’nin özgeçmişini de ekleyerek Mustafa Kemal Atatürk ve Bakanlar Kurulu imzası ile vaizlik görevinin uzatıldığına da dikkat çektiği gerekçeli kararına şöyle devam etti: “Halkın sevgisini kazanmış ve saygı duyulan kişilere ait mezar ve türbeler çevresiyle bütünleşen, çevreyi kendisiyle tanımlanır ve anılır bir konuma taşıyabilen odak noktalarıdır. Günümüzde bazı mekanların ve semtlerin, cadde ve sokakların türbe yapısı içinde mezarı bulunan kişinin ismi ile anıldığı, belirtilen yerlere, okul ve park gibi bazı kamusal alanlara da isimlerinin verildiği görülmektedir. Arvasi ailesi ve Abdülhakim Arvasi Üçışık ile ilgili akademik ve dini kaynakların incelenmesinden; Arvasilerin, 1258 yılında Hülagu'nun Bağdat'ı istilası sonrası kuzeye doğru göç etmek zorunda kalan, anne tarafından Abdulkadir-i Geylani'ye akraba olan ve son yerleştikleri Arvas köyüne nispetle Sâdât-ı Arvâsî olarak bilinen bir aile olduğu, ailenin, nesep olarak "seyyit" olduğunun kabul edildiği, 1930 yılında yaş haddinden emekli olacakken yapılan teklif ile Mustafa Kemal Atatürk ve Bakanlar Kurulunun imzası ile vaizlik görevinin bir yıl daha uzatıldığı, 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu neticesinde ‘Üçışık’ soyadını aldığı, 27 Kasım 1943 tarihinde Ankara'da vefat ettiği ve buraya defnedildiği görülmektedir.
Abdülhakim Arvasi'nin, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyete geçiş sürecini bütün yönleriyle yaşamış alim ve ariflerden biri olduğu, Birinci Dünya Savaşı'na katılması ve gösterdiği başarılar nedeniyle dönemin padişahı tarafından taltif edildiği, Cumhuriyetten önce Süleymaniye Medresesinde tasavvuf hocalığı sonra da Vefa Lisesinde din dersleri muallimliği yaptığı, İstanbul'un en önemli camilerinde yıllarca vaizlik yaptığı, vaizlik görevinin yaş haddi dolmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk ve Bakanlar Kurulunun imzasıyla uzatıldığı, ömrünü ilim tahsili ve tedrisi, irşat ve vaazla geçirdiği, hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde Devletine yaptığı hizmetleri nedeniyle döneminin dini alimleri arasında öne çıktığı ve örnek bir kişilik olduğu anlaşılmaktadır.
“ARVASİ MEZARLIĞI ANKARA İÇİN ÖNEMLİ BİR DEĞER”
“Ayrıca günümüzde, dava konusu mezarın yurt içinden ve yurt dışından her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edildiği ve çevresinde bulunan okul, cadde ve sokaklara ilgilinin isminin verildiği (Abdülhakim Arvasi Ortaokulu, Abdülhakim Arvasi Parkı, Abdülhakim Arvasi Caddesi, Arvasi Sokak gibi...) görülmekte olup, Abdülhakim Arvasi ve mezarının Ankara ili için önemli bir değer olduğu noktasında tereddüt bulunmamaktadır.
Bu durumda; Abdülhakim Arvasi Üçışık'ın halkın sevgisini kazanmış ve saygı duyulan bir zat olduğu; hayatı, ilmi ve dini çalışmaları, fikirleri, yaptığı hizmetler, örnek kişiliği gibi özellikleriyle toplumda önemli bir yerinin ve etkisinin bulunduğu dolayısıyla toplum hafızasında bir anı değerine sahip olduğu, kimliği üzerinden hatıra ve izlenim değerinin oluştuğu ve bu değerlerin varlığı konusunda toplumda yaygın bir uzlaşının olduğu sonucuna varılmış olup, ilgilinin ilmi ve dini kişiliği gerekçe gösterilerek hatıra ve anısına dayalı olarak, hatıra ve izlenim değeri bulunduğundan ve bu değerlerin gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğinden bahisle mezarının sonradan yapılan yapılarla birlikte tescil edilmesi hususunda davalı idarenin takdir yetkisinin bulunduğunun kabulü gerektiği ve bu yetkinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun kullanıldığı anlaşıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık görülmemiştir.”
"RANT İDDİASIYLA DAVANIN KONUSUNUN İLGİSİ YOK"
Daire, gerekçeli kararında Arvasi’nin torununun açtığı davada iddia ettiği ‘rant’ konusuyla davanın içeriğinin bir ilgisi olmadığını da hatırlatarak, “Davacı tarafından müdahil vakıf ve 3 No'lu protokol kapısı ile ilgili bazı iddialarda bulunulmuş ise de; bu iddialar tescil konulu bakılan dava ile ilgili değildir.” dedi.