Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni seçim hükümeti Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanır açıklanmaz, Twitter’daki kullanıcı sayısı 1 milyon 800 bin civarında, takip ettikleri ise “sıfır” olan ve birbirinden feylesofik twitler atmakla meşhur MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hükümete karşı ilk tepkisini şu sözlerle dile getirdi:

        “AKP/PKK gayri meşru birlikteliği hükümet nikâhıyla ilan edildi. Türk tarihi bu karanlık günleri yazdığında anlama özürlüleri ne yapacak?”

        “Anlama özürlüler” derken kimi kasdediyor bilmiyorum, ama belli ki gidişattan hiçbir şey “anlamamış” olan Devlet Bahçeli, sırf bu lafı söylemek için üç aydan beri kıvrandı didindi, işi yokuşa sürdü, lafı eveledi geveledi, ne koalisyona, ne seçim hükümetine, ne de azınlık hükümetine yanaşmayacağını ilan etti.

        Bahçeli yukarıda aktardığım sözlerini belli ki günler öncesinden kurgulamıştı. AK Parti’nin hiçbir önerisini kabul etmeyecek, ille de AK Parti’yi HDP ile bir ortaklığa zorlayacak, sonra Twitter’a girecek, daha sonra da seçim meydanına çıkıp o hiç değişmeyen, tekdüze sesiyle bağırıp, “İşte görüyorsunuz, koalisyon kuruyorlar işte, ben demiştim, ben demiştim, onlara değil bana oy verin” diyecekti.

        Ancak evdeki hesabı çarşıya uymadı. O güzelim, güçlü argümanı asıl içeriğinden bir hayli anlam kaybederek Tuğrul Türkeş’in iri cüssesine çarptı ve kendisine; kaybedilmiş bir yığın oy, ülkücü camiada çizilmiş bir karizma, parti içinde güçlü bir yığın muhalif ses olarak geri döndü.

        Tuğrul Türkeş’in bugün değilse yarın mutlaka kendisine bir “madik” atacağını biliyor ve o günü hep kaygı içinde bekliyordu, ama o günün bugün olduğunu hesaplamamıştı belli. Bütün gecesini televizyon başında, eski Yeşilçam filmlerini ve her bölümü yeni bir heyecana kapı açan birbirinden ilgi çekici dizileri seyrederek geçiren her huysuz ihtiyar gibi önüne gelen önerileri elinin tersiyle iten, bütün siyasi varlığını bugün tekrar başlamış olan çatışmaların şiddeti üzerine kurup bunun getireceği oyu hesaplayan bir liderin gidebileceği en son yer, parti içinde Tuğrul Türkeş gibi birisinin çıkıp “Mağrurlanma başkurdum, senden büyük başbuğ oğlu var” diyeceği yere kadarmış işte.

        Devlet Bahçeli’nin yeni hükümet karşısındaki tavrı ne kadar siyasi öngörüden yoksunsa, EMEP Genel Başkanı HDP’li Levent Tüzel’inki de ondan geri kalmıyor bir bakıma. Tüzel de kendisine önerilen bakanlığı, mensubu olarak parlamentoya girdiği partisi HDP’nin “cevaz” vermesine rağmen, “Kurulacak hükümet bir savaş hükümeti olacak” diyerek reddetmesi, hem hükümete bakan vermek için oldukça hevesli görünen partisini zor durumda bıraktı, hem de kabine üyeliğini kabul eden diğer iki arkadaşını ağır bir töhmetin altına soktu.

        Bu da Türk sosyalist solcularının Kürt meselesinin barış yoluyla halli karşısında öteden beri takındıkları tavra mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Türk sosyalist solu içindeki en rijit, en radikal, en uzlaşmaya uzak, en maceracı grubunun liderini getirip kendi legal partilerine eşbaşkan yapan Kürtlerin, Tüzel’in tavrından çıkaracakları çok ders olmalı.

        Türk solcuları, Kürtlerin “kurtuluşunu” hep Kürtlerden daha çok önemser göründüler. Her defasında Kürt politikacılar barış dedikçe, ilk “fırçayı” hep “müttefikleri” Türk solcularından yediler. Her defasında, “Ne barışı, daha devrim yapacaktık” deyip onları yeniden çatışmaya zorladılar.

        Aklın kendilerinde, gücün Kürt’te olduğuna inanan, kendi akılları Kürt’ün gücüyle birleştiğinde “sosyalist devrimin” kaçınılmaz olduğunu sanan, kendi mahallerinde seçime girerlerse muhtar bile seçilemeyecek olan marjinal Türk solcuları, Kürtlerin “yakasından” düşmedikçe ne Kürt’ün başı rahat bir yastık yüzü görecek, ne de bu ülkeye gerçek bir barış gelecek; en son Levent Tüzel’in tavrı bunu bir kez daha bize gösterdi.

        Bu memleketin milliyetçisi Devlet Bahçeli ile sosyalist solcusu Levent Tüzel’in hem dili hem de tavrı ne yazık ki barışa hizmet etmiyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar