Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya Seyyit Hâmid Badincani kimdir?

        Öğrenciliğinde, kör Jorge Luis Borges’e dört yıl boyunca kitap okumuş, yazarlığının yanında dünyada çok dilli bir çevirmen olarak bilinen, bizde birçok kitabı çıkmış, hatta “Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir” adıyla bir kitap da yazmış olan Arjantinli velut yazar Alberto Manguel’in “Efsanevi Yaratıklar” kitabından aldığım ilhamla “Seyyit Hamid Badincani” hakkında yazacağım yazı için sağda solda eşelenirken; aniden karşıma 13 Eylül 2022 Salı günü Yeni Şafak Gazetesi’nde “Don Kişot’un yazarı Cervantes değil!” başlıklı haber çıktı.

        Şaşırdım kaldım, müthiş bir haber bu! Eğer bu haberi bir Türk gazetecisi yakaladıysa ve şu anda bütün dünyada edebiyat alemi çalkalanmıyorsa ya haber muhabirin bir şakasıydı ya da dünya edebiyat alemi bu büyük haberle çalkalanmayacak kadar meseleye duyarsızdı.

        Hemen haberin ayrıntısını okumaya başladım. İddianın sahibi yazar Ali Haydar Haksal. Dindar camianın iyi bildiği bir isim, baktım biyografisine külliyatı bir hayli fazla. Haberden öğreniyoruz; uzun yıllardan beri “Doğu Işığı” diye bir seri üzerinde çalışıyormuş üstat, serinin ilk cildi Diyanet Vakfı Yayınları arasından çıkmış, kitapta Batı kültür ve edebiyatının İslam medeniyetinden etkilenmesini anlatıyor, bu amaçla incelediği ilk eser de Miguel de Cervantes’in “Don Kişot” romanıymış…

        Muhabir “Bu romanı Cervantes’in değil de Bilge Seyyid Hamid Badincani’nin yazdığına yönelik bilgiler var kitapta. Nasıl açıklıyorsunuz bunu?” diye soruyor, üstat şu cevabı veriyor:

        “İşin püf noktası orası. Don Kişot, Batı romanının öncüsü. Dolayısıyla batılılar bu eseri çok önemser. Fakat bu eseri Müslüman kültüre ait bir eser olarak değil, Cervantes’in ironik veya mizahi dehasıyla ortaya koyduğu bir eser olarak kabul ediyorlar. Cervantes o eserde birkaç yerde Don Kişot’un Badincani’ye ait olduğunu, Endülüs’te kitaplar yakılırken onların arasından bu kitabı alıp çevirttiğini söylüyor. Bunu kurgu olarak kabul ediyorlar. Fakat Cervantes ‘Örnek Alınacak Hikayeler’ kitabının önsözünde Kastilya dilinde ilk telif eseri olduğunu yazıyor. Bahsettiği eser, Don Kişot’tan on yıl sonra yazılıyor. Bu da demek oluyor ki Don Kişot ona ait değil. En azından birinci cildini o yazmış gibi gözükmüyor. İkinci cildi ‘Örnek Alınacak Hikayeler’ kitabından bir yıl sonra yazıyor.”

        Müthiş bir iddia! Büyük keşif! Heyecanla mülakatı okumaya devam ettim.

        Muhabir bu kez, “Birinci cildiyle ikinci cildi arasında sizin bu söylediklerinizi güçlendirecek özellikler var mı?” diye soruyor, üstadın bu soruya cevabı da şu şekilde:

        “Birinci cildi Batı düşüncesinden çok İslam medeniyet birikiminin özü gibidir. Endülüs İslam uygarlığının son dönemine düşer, ki o dönemde Avrupa için Batı kültüründe rastlanmayacak özellikler taşır. Kanaatimce Cervantes’in asıl etkisi ya da emeği 2. cilttedir. O da özellikle otobiyografik özellikler taşır. Zaten Cervantes İnebahtı savaşında Müslümanlara esir düşmüş, 4 yıl Kıbrıs’ta kalmış hatta İstanbul’a kadar getirildiği rivayet ediliyor.”

        *

        Bir edebiyat meraklısı olarak bu bilgilerin çoğuna vakıfım ama Don Kişot’un gerçek yazarının Seyyit Hamit Patlıcan (Durun, hemen adamın soyadını değiştirdiğimi veya dalga geçtiğimi sanmayın, size her şeyi anlatacağım, zira “patlıcan” lafı benim değil) olduğunu bilmiyordum. Hâlâ acaba gazete, Urfa ağzıyla “bizimle eğleni mi?” diye düşündüğümden, Haksal’ı tanıyan bir dostumdan telefon numarasını aldım, işin gerçeğini bir de kulaklarımla duymak istiyordum, uzakta olduğumdan kitabına ulaşamıyorum, bir kez aradım cevap vermedi, geri de dönmedi, ben de mülakatta okuduklarımı şaka değil, üstadın samimi fikirleri olarak alıp şu İslam bilgini Seyyit Hamit Badincani hazretlerinin peşine düştüm.

        Okuyacağınız deneme bu arayışımın ürünüdür.

        *

        Ama önce “Don Kişot”tan başlayalım. Akademik hayatının önemli bir bölümünü (1971’den beri) Don Kişot’u anlamaya ve anlatmaya ayırmış, bu konuda iki kitap ve bir yığın makale yazmış, Türkçede eksiksiz olarak Roza Hakmen’in mükemmel çevrisiyle YKY’dan çıkan, tam adı “La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade DON QUIJOTE”ye oldukça ufuk açıcı bir önsöz yazmış olan Türk edebiyatının en önemli eleştirmenlerinden Prof. Jale Parla’yı kendimize rehber yaparak ilerleyelim isterseniz.

        Modern romanın babası olarak kabul edilen Don Kişot, tek cilt olarak 1605 yılında yayınlandı. Cervantes hapishanede yazmıştı onu. İşin uzmanları der ki, yazarın kafasında ikinci cilt yoktu o sırada. Ancak 1614 yılında gizemli bir yazar tarafından “Avellaneda” mahlasıyla “Don Kişot 2” diye bir kitap yayınlanınca, Cervantes tekrar dividi eline aldı, bir sene içinde romanın ikinci cildini yazdı, başka bir uyanık çıkıp üçüncü cildi yazmasın diye de kitabın sonunda kahramanı Don Kişot’u öldürdü. Kitabı bitirdikten bir sene sonra da 1616 yılında Cervantes’in kendisi öldü. O günden bugüne geçen tam 408 sene boyunca; romanda devrim yapmış, üniversitelerde ders olarak okutulmuş, tez konusu olmuş, hakkında çeşitli dünya dillerinde yüzlerce kitap yazılmış Cervantes’in eseri olarak Don Kişot yazıldığı ilk günkü gibi zamana kafa tutup tazeliğini muhafaza ederken şimdi bir Türk yazarı çıkıp bu romanın gerçek yazarının Cervantes değil, büyük İslam bilgesi Seyyit Hamit Badincani olduğunu söylüyor bize; doğrusu kayıtsız kalamazdım. Gerçi o da bu iddianın kendisine ait olmadığını, zaten bu malumatın da bir iddia olmadığını, Cervantes’in bizzat kitabında bunu itiraf ettiğini söylüyor ama benim gibi bazı pepûk’ların (pepûk Kürtçede guguk demektir) hatası Cervantes’i ciddiye almamış olmamızdır galiba. Tam 400 yıldan beri kafirin itirafını görmezlikten gelip göğsü imanla dolu Badincani Hazretlerinin kitabını imansız Cervantes’in kitabı olarak okuyup durmuşuz. Ali Haydar Haksal haklı, ne getirdiyse başına bizzat Cervantes’in kendisi getirmiş. Dili belası, diline hakim olamamış gavur. Haksal şimdi yaptığı bir analizle bizi 400 yıllık uykudan uyandırmış oluyor, minnettarız şahsına.

        *

        Romanın tarihi “Don Kişot’tan Önce” ve “Don Kişot’tan Sonra” diye ikiye ayrılır. Öncesinde yazılanlara roman demek pek mümkün değil. Bunu ilk fark eden Cervantes’tir ki, romanı bileği bükülmez şövalyelerin, saçları şelale prenseslerin yüksek katından indirip yel değirmenlerine karşı savaş açan, koyun sürüsünü düşman ordusu sanan palyaço kılıklı sıradan bir kahramanın sıradan dünyasını anlatmanın aracı yapar.

        Çok uzun bir meseledir ama eğer roman denilen sanat bugün hâlâ en etkili anlatım yoluysa ve hâlâ ilk çıktığı gün gibi rakip tanımıyorsa, bunun böyle olmasına bu sanat, çokça Cervantes ve onun ölümsüz eseri “Don Kişot”a borçludur.

        Kitap tam anlamıyla edebiyatın kırkambarıdır. Her şey var içinde. Kendisinden önce yazılmış ne kadar tür varsa hepsiyle hesaplaşır. İroni, parodi ve üstkurmaca yoluyla… Üstkurmacada yazar sık sık ironiye başvurur, yazarı kitabın kahramanı yapar, bazen de Cervantes’in muhteşem bir hınzırlıkla başardığı gibi, o sırada okumakta olduğumuz metni bile yazmakta olduğu metnin bir parçası haline getirir.

        Edebiyat tarihinin en tuhaf kitaplarından birisidir Don Kişot. 400 seneden beri Borges’ten Calvino’ya, ondan Orhan Pamuk’a kadar dünya edebiyatında etkilemediği yazar yok. Jale Parla’nın çözümlemesine göre “Okumakta olduğumuz metinde bir yığın yazar ve okur var. Çoğunlukla da bunlar hem yazar hem de okur. Önsöz’ü yazan Cervantes, onu ziyaret eden arkadaş ise iyi bir okur; hatta Cervantes’in hayal ettiği ideal okur. Öyküyü başlatan arşivde bulduğu serüveni kopyalayan bir yazar ve bu yazar ancak kopyalıyorsa, demek bir de birinci yazar var. Kopyalayan yazar aynı zamanda bir okur. Öykünün devamını pazar yerinde bulduktan sonra çevirten de bu kopyacı yazar. Fakat artık okuduğumuz öykü bize bir çevirmenden ulaşan öyküdür; bütün çeviriler aynı zamanda birer yorum oldukları için de çevirmenimiz metni hem okumakta hem de yazmaktadır. Böyle böyle kurgusal yazar Seyyid Hâmid Badincani’ye ulaştığımızda, onun da Cervantes’in yazarlık maskesi, ikizi, çiftili olduğunu anlıyoruz.”

        İşte zurnanın zırt dediği yer de burası.

        Romanın sekizinci bölümünün sonunda kılıçlar havaya kalkmışken, orada aniden donar. Macera yarıda kesilir, yazar devreye girer, Don Kişot’un sonraki maceralarıyla ilgili bir kayıt bulamadığı için durmuş ama umudunu kesmemiştir anlatıcı yazar. Bu kez ikinci yazar bu maceranın burada bittiğine inanmadığı için, bu tür merak uyandırıcı hikayelerin devamı mutlaka bir yerlerde bir arşivde, bir kütüphanede vardır diye arayışa çıkar ve hikayenin devamını bulur.

        Jale Parla, metnin kesintiye uğradığı noktada Cervantes’in “kayıp metin konvansiyonunu” kullandığını söyler. Peki nedir bu konvansiyon? Anlatıyor Hoca:

        Kayıp metinle gerçekleşen kesinti, okuru hikayenin sonunu düşünmeye davet eder; anlatı zamanından kurtarır ve metni okurun zamanına taşıyarak anlıklaştırma gerçekleştirir. O kısa kesintiyle okur, anlatının sonunu merak eder, elinde olmadan kendisi bir devam düşünür, okuduğu anlatının bir kurgu olduğunun farkına varır, yazarla neredeyse, bir an için de olsa, eşit konuma gelir. Metin bulunduğu anda okurun bu konumu bozulacak, yazar tekrar anlatıya egemen olacaktır.

        *

        Romanın dokuzuncu bölümü anlatıcının, kılıçlar havada donarak kalan hikayenin devamını nasıl bulduğunu anlatmasıyla başlar. Anlatıcı bir gün Toledo’da tuhafiyeci ve baharatçıların bulunduğu bir sokakta dolaşırken bir delikanlının bir ipek tüccarına birtakım eski defterler, kağıtlar satmaya çalıştığını görür. Anlatıcı, yazılı her şeyi okuma meraklısı olduğu için delikanlının sattığı Arap harfleriyle yazılmış o defterlerden birisini alır. Arap harflerini okuyamadığı için de o sırada oradan İspanyolca bilen bir Mağripli geçer mi diye bakınır. Böyle bir tercümanı hemen bulur. Defteri verir ona, mütercim ortasından açıp okur ve gülmeye başlar. Neyse efendim uzatmayalım, bizimki tercümanın elindeki defterin Don Kişot’un hikayesi olduğunu anlar. Defterin başını okumasını ister ondan, tercüman okuduğu Arapçayı anında İspanyolcaya çevirir ve şunları söyler: “La Mancha’lı Don Quijote’nin Hikayesi, yazarı: Arap tarihçi Seyyid Hamid Badincani.” Fazlasına gerek yok, anlatıcı defteri satın alır. Mütercimden defteri eksiksiz, hiçbir şey ekleyip çıkarmadan İspanyolcaya tercüme etmesini ister. Mütercim “yarım kantar kuru üzüm ve iki küp buğday” (tercüme teliflerin ederi hâlâ aynı) karşılığında teklifi kabul eder. Olur da elindeki hazineyi kaybeder diye tercümanı evine götürür, tercüman bir buçuk aydan biraz daha uzun bir sürede, hepsini bundan sonra okuyacağımız şekilde İspanyolcaya çevirir.

        *

        Şimdi gelelim Jale Parla’nın “Cervantes’in yazarlık maskesi, ikizi, çiftili” dediği Seyyit Hamid Badincani’nin kim olduğuna. O her şeyden önce Alberto Manguel’in “efsanevi yaratıklar”ından birisidir. Cervantes, “Don Kişot”un içinde sık sık ondan bahseder. Romanın ikinci cildinin ikinci bölümünde Sancho Panza ile Don Quijote bir yığın gülünç şeylerden bahsederken söz Don Quijote’yle ilgili yapılan asılsız dedikodulara gelir. Don Quijote Sancho’ya bu tür laflara kulak asmamasını, vakti zamanında İskender, Sezar, Herkül gibi kahramanlar için de benzer şeyler söylendiğini anlatır. Sancho, başka şeyler de var der ve anlatmaya başlar. Tanıdıkları birisinin oğlu tahsil için gittiği Salamanca’dan yeni dönmüş, Sancho da onu görmeye gitmiş, delikanlı anlatmış ona, geldiği yerde zatı alinizi anlatan bir kitap çıkmış, kitabın adı “La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote”ymiş. Üstelik kitapta kendisi de hem de Sancho ile Dulcinea da varmış. Sancho der ki:

        “Yazan tarihçi bunları nasıl öğrenmiş diye şaştım kaldım, haç çıkardım şaşkınlıktan”.

        “Emin ol Sancho” dedi Don Quijote, “hikayemizin yazarı bilge bir büyücüdür mutlaka; böylelerinden yazacakları şeylerin hiçbiri gizlenmez.”

        “Ama nasıl olur” dedi Sancho. “Bilge ve büyücüyse, delikanlının dediğine göre hikayenin yazarının adı nasıl Seyyid Hamid Patlıcan olur?”

        “Bu bir Mağripli ismi,” dedi Don Quijote.

        “Öyledir herhalde,” dedi Sancho, “çünkü duyduğuma göre, Mağriplilerin çoğu patlıcanı çok severmiş.”

        “Sen herhalde bu Seyyid’in -Seyyid Arapçada beyefendi demektir- soyadını yanlış hatırlıyorsun Sancho,” dedi Don Quijote.

        Sancho “olabilir” der ve okuduğu kitabı onlara anlatsın diye delikanlıyı almaya gider. Don Kişot sabırsızlıkla kitaba geçmiş hikayesini duyacağı öğrenciyi bekler. Böyle bir hikaye olabilir miydi? Demek bir bilge, büyü marifetiyle maceralarını matbaaya vermiş. Yazanın adında "Seyyid" olduğuna göre mutlaka Mağriplidir. Ona göre "Mağriplillerin hepsi düzenbaz, sahtekâr ve palavracı olduklarından, kendilerinden doğru herhangi bir şey beklenemezdi." Bir süre sonra Sancho'yla öğrenciyi gelir. Romanın Üçüncü Bölümü’nde buluşurlar. Öğrenci ona, Don Kişot'a hürmet gösterir ve “Yüce kahramanlıklarınızın hikâyesini yazan Seyyid Hâmid Badincani çok yaşasın; Arapçadan bizim gündelik İspanyolcamıza çevirtme zahmetine katlanan, bütün dünyaya eğlence sağlayan meraklı, daha da çok yaşasın,” deyince Don Quijote, “Yani benim hikâyemin yazıldığı ve yazanın Mağripli bir bilge olduğu, doğru mu?” diye sorar; öğrenci de, “O kadar doğru ki, bana kalırsa bugüne kadar on iki binden fazla kitap basılmıştır; olmazsa, Portekiz, Barcelona ve Valencia’ya sorulsun; buralarda basıldılar; hatta Anvers’te bile basıldığı söyleniyor; bana öyle geliyor ki, tercüme edilmediği bir ülke, bir dil olmamalı,” der. Bu lafları duyan Don Kişot "hayattayken kendini kitap halinde basıldığı ve iyi şöhreti insanların dilinde dolaştığı" için oldukça gururlanır. Öğrenci daha sonra bilge Seyyit Hamid Badincani'nin "Don Kişot" romanında yazdıklarını anlatır Don Kişot'a; Don Kişot kitapta yazılmış beğenmediği bir iki şeyi duyunca da, "Şimdi anlıyorum ki, hikayenin yazarı bir bilge değil, cahil bir gevezeymiş. El yordamıyla, düşünmeden oturup yazmış, ne çıkarsa çıksın diye," der.

        ‘Hayır,’ diye cevap verir öğrenci, ‘o kadar açık ki, zorluk çıkarabilecek hiçbir tarafı yok. Çocuklar karıştırıyor, gençler okuyor, yetişkinler anlıyor, yaşlılar alkışlıyor. Her tür insan tarafından o kadar tanınıyor, okunuyor, biliniyor ki… Tek bir senyör evi yoktur ki, sofrasında bir Don Kişot bulunmasın. Biri alıyor, biri bırakıyor, biri kapıyor öteki yalvarıyor.”

        Don Kişot, dördüncü bölümde öğrenciye Seyyit Hamid Badincani'nin kendisinden bahsettiğ kitabında, kitabın ikinci cildini de yazıp yazmayacağıyla ilgili bir bilgi verip vermediğini sorar. Öğrenci, bilge Seyyit Hamid Badincani'nin bunu müjdelediğini ama ikinci kısmının kayıp olduğunu ve kimde olduğunu bilmediğini söyler.

        Şimdi kim yazar, kim okur, kim Don Kişot, kim Seyyit Hamid Badincani bir bilen varsa beri gelsin?

        *

        (Tam burada “patlıcana” dair bir parantezi açmanın sırası. Romanda “Badincani”nin geçtiği ilk sayfada (s.93) bir dipnot var, şöyle. “Badincani: Patlıcan renginde… Toledo’luların patlıcanı çok sevdikleri söylenirdi.” Ansiklopediler patlıcan hakkında şu bilgileri verir. Patlıcan ilk defa MÖ 5. yüzyılda Hindistan’da yetiştirilmiş. Önce Afrika’ya, sonra Doğu Akdeniz’e, ondan sonra da Avrupa’ya götürülmüş. 16. yüzyılda onu Avrupa’ya götürenler de İspanyollarmış. Başta süs bitkisi muamelesi yapılmış bu her yemeği muhteşem olan sebzenin sonradan kıymeti anlaşılmış. Türkçedeki “patlıcan” kelimesi Arapçadaki “badincan”dan geliyor, demek “Seyyit Hamid” de hepimiz gibi “patlıcan” hastası ki kendine “Badincani”soyadını seçmiş. Vay Cervantes vay, sen ne hınzır şakacıymışsın sen!)

        *

        Anlatıcının Toledo’nun baharat kokan bir sokağında bulduğu Arap tarihçi Seyyit Hamit Badincani’nin yazdığı el yazması “La Mancha’lı Don Quijote’nin Hikayesi” Cervantes’in verdiği bilgiye göre Aljamiado dilinde yazılmış. Alberto Mangul’e göre bu dil, İspanya’daki Arap dönmeler tarafından kullanılan bir Romans dilidir. İspanyol Yahudilerinin Kuzey Afrika’da sürgünde oldukları sırada kullandıkları Ladino dili gibi Aljamiado da Arapça ile Kastilya dilinin karışımından oluşmuş. (Bizim Siirt Arapçası gibi galiba!) Kısa sürede de Arap İspanya’sında serpilmiş, süslü bir dildir. 1609’da yani “Don Kişot” romanı yayınlandıktan dört sene sonra, Endülüs topraklarında İslam’ı gizlice yaşayarak varoluş mücadelesi veren Moriskolar İber Yarımadası’ndan sürülünce Almijiado dili de aniden yok olmuş.

        *

        Cervantes, işlemediği bir suçtan dolayı hapishanededir. Orada yaşlı bir şövalyenin hikayesini yazmaya başlar. Belki de haksız mahkumiyet nedeniyle kendisinden daha gülünç ve daha cesur bir adam hayal eder. Yapılan haksızlıklara, her türlü zorbalığa başkaldıran, azimli bir adam… Dünyanın yapmacık geleneklerine uymayı reddeden, bunun yerine kendi seçtiği ahlak kuralları dışında hiçbir kurala uymayan bir adam. Toplumun ikiyüzlülüğünün karşısına, mutlak özgürlüğün hakikatini, kendi ahlak yasalarını seçebilmenin hakikatini koyan ve bunları ikiyüzlülüklerini ret edenlerin yüzüne çarpan bir kahraman; işte Don Kişot böyle doğar.

        Romanın sekizinci bölümüne geldiğinde kendine daha geniş bir özgürlük alanı yaratmaya karar verir Cervantes. Bundan sonra yazacakları şeylerin sorumluluğunu omuzlarına yükleyecek bir yazar fikri gelir aklına, o yazara akla hayale sığmayacak şeyler yazdırabilir, böylece yazdıklarının sorumluluğunu başkasına yükleyerek hem kendine hem de okura geniş bir alan açar. İşte Seyyit Haimd Badincani denilen hayali yazar da böyle ortaya çıkar.

        Romanı yazarken hapishanede olduğu içi kalkıp Toledo çarşısına gidip olur da birisi yarım bıraktığı hikayenin devamını daha önce yazmıştır diye sahaflarda kitap aramaya gidemeyeceğine göre, en iyisi Seyyit Hamid Badincani adını verdiği hayali yazarı o baharat kokan sokaklardan alıp hapishanenin rutubetli hücresine, yanına getirmek… Yaptığı sadece budur Cervantes’in.

        Burada esas soru şu ki Manguel de sorar; Cervantes kendisini beş yıl esir tutan, bir zamanlar gelip topraklarını işgal ederek orada kendi medeniyetlerini kuran, İspanyolların pek haz etmediği bir Müslümanı neden kitabının yazarı yapar?

        Manguel’e göre Cervantes nasıl parçalı, dağınık bir hikaye anlatıyorsa, o hikayenin devamını da ancak o sırada bu ruh haline sahip bir topluluğun içinden çıkan bir yazar yerine getirebilirdi. Şöyle der Manguel:

        “Don Quijote’nin yazarı, anlatılmaz olanı anlatmak için, otoportresi olarak sürgün edileni; dışlanmış olduğu için, onu dışarıda bırakan toplumun içinde neler olduğunu en iyi algılayanı seçer.” Kitabın çeviri olması da sebepsiz değil, zira on beşinci ve on altıncı yüzyılların İspanya’sında bir kitabın çevrilmiş olması ona özel bir entelektüel saygınlık kazandırıyor, kıymetli kılıyordu.

        *

        Bizde öteden beri "Don Kişot" romanı, yel değirmenlerine karşı savaşan, hatta dilimize yerleşmiş olan “Don Kişotluk yapan” çılgın, komik bir insanın maceralarını anlatan bir çocuk romanı olarak okundu. Çocuklar için bir sürü özetlenmiş nüshası var piyasada, ben çocukken bunlardan birisini okumuştum mesela. Oysa yukarıda, öğrencinin Don Kişot'a söylendiği gibi, bu romanı hem çocuklar hem gençler hem yetişkinler hem de ihtiyarlar okuyor. Öğrenci çok uzak görüşlü biri olacak ki bu durum tam dört yüz yıldan beri hiç değişmedi. Kitabı farklı yaşlarda dört kez okumak gerekir derler. Çocuklar saçma bulur, gençken okurken çok güler, orta yaşlardakiler onda mantığın sesine duyar, ihtiyarlar ise kitabı okuduktan sonra düşüne düşüne filozof olur.

        *

        Cervantes kitabın babası değil üvey babası olduğunu söyler, o hikâyenin yaratıcısı değil alıcısıdır, asıl yazar o değil Seyyit Hamid Badincani’dir! Yine de meseleye vakıf zeki okurlar, onun ne kadar büyük bir yalancı olduğunu bildiklerinden yüzyıllar boyunca ona inanmadılar. Ama 2020’li yıllarda bir Türk yazarı çıkıp “hayır, o bir yalancı değil, kitapta itiraf ediyor, romanı o yazmadı,” dedi. Yine de bir hatırlatma yapalım o yazara:

        Büyük romancılar, dünyanın en büyük yalancılarıdır, uydurdukları yalanları gerçek diye bize yutturmak için akla hayale gelmeyecek yollar arar ve bulurlar. Cervantes şimdi mezarından kalksa, “ne cezvelenip duruyorsun, adam haklı, kitabı ben yazmadım ki,” deyip beni azarlar, ama tekrar mezara girerken hafifçe gülümseyerek bir göz de kırpar bana ha!