Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İçinizde akrabalarım var biliyorum. Çocukluk arkadaşlarım; üniversite yıllarımın yoksul, kavruk, çelimsiz, bakışları delici, dal gibi delikanlıları, saz gibi kızları... Köylülerim var içinizde; hayalleri karşıki dağı aşmayan, köyünde kalsa on sekizinde evlenip beli bükülecek yoksul civanları... Beraber bir şiiri uykusuz bir geceye katık ettiklerim var içinizde... Bir yolüstü lokantasında beraber yemek yediğim, şehirlerarası otobüslerde yorgun düşmüş, yollarda çocukluklarını yitirmiş düş gezginleri...

        Onları tanıyorum, hepsini... Karşılaşmasak da, hararetli bir fikri tartışmaya durmadıysak da, hayata bakışlarını biliyorum. Yürüyüşleri aklımdadır hepsinin, oturup kalkmaları, bir sevgili karşısında bükülen boyunları, mahcubiyetleri, çocukça duruşları...

        *

        Yaşadığım şehirden gittiler çoğu, okuduğum üniversiteden, gittiğim kahvelerden, film seyrettiğim sinema salonundan, oyun oynadığım bahçelerden... Yaşadığım köyden gittiler çoğu, akrabalarımdı, hısımlarım...

        Dağ tutmuştu hepsini... Deniz görmeden düşünü kurmuşlardı engin deryaların. Bir maviliğe tutsak olmuşlardı, esir düşmüşlerdi kanatıcı bir umudun yoluna... Yollarını şaşırmışlardı, kimisinin kanına bir çift kara göz girmişti; kimisi felsefeye kanmıştı, kimisi aile baskısından kaçmıştı, kimisi gördüğü işkenceden; kimisinin düşlerinde barut esmeri bir delikanlının sokulgan bakışları vardı. Aşkını dillendirmek, o sevdayı engin dağlara anlatmak üzere sırtladılar çantalarını; kimisi bir kalem-defter koydu o çantaya, plastik bir tarak, arkasında bir artist resmi bulunan bir ayna belki de... Bir kayanın siperliğinde kimisi sürme çekti gözlerine, yanı başında sevdalandığı, ama aşkını hiçbir zaman dillendirmediği delikanlının gözüne daha bir şirin görünsün diye. Kimisi daha sıkı sarıldı mavzerine, kimisi şiire sığındı zifiri karanlıkta, radyodan duyulan cızırtılı bir şarkıya kimisi de...

        *

        Zaman kanatıcıydı, günler ışık hızında... Çocuk olarak çıktıkları dağlarda, çocuk olarak öldüler. Geri kalanlar da, dağlarla birlikte yaşlandılar. Bir dağı gördüler, bir de kaybolan gençliklerini. Dağların kadına benzediğini biliyorlardı, onları dinlemesini bilenlere sırlarını açtıklarını da... Ondandır, sırlarını dağlara açtılar. Onları koruyacağına emindiler dağların, gençliklerini muhafaza edeceklerine; mevsimlerle birlikte ömürlerinden mevsimlerin de çalındığının farkında değildiler.

        Umut toplamaya gitmişlerdi oysa, heybelerine koyacaklarını getirip dağıtacaklardı köylere, şehirlere. O umut büyüyecek, serpilecek ovalarda, vadiler yeni bir gelecekle yeşillenecekti.

        Onun için akranlarını vurdular. Beraber okul yıllarını paylaştıkları kardeşlerine sıktılar uğursuz kurşunları. Her kurşunun yeni bir gelecek olduğunu sanıyorlardı. Geleceği namlulara teslim ettiler. Öldürdükleri kadar öldüler, azaldıkça çoğaldılar.

        Ölen de öldüren de kardeşti. Aynı dağın otuydular, aynı kökün pancarı... Aynı kelimelerle fısıldıyorlardı aşklarını, aynı dilin kelimeleriyle varıyorlardı bir şairin mısraındaki cevhere.

        *

        Hepinizi tanıyorum.

        Ütopyanızı paylaşmadım hiçbir zaman. Fikriniz uzaktı bana. Hiçbir eyleminize sevinmedim; öldürdüğünüz zaman da, öldüğünüz zaman da üzüldüm sadece.

        N’olur daha fazla ölmeyin artık! N’olur daha fazla öldürtmeyin kendinizi! “Bir ölür, bin doğarız” demeyin, ölenin boşluğunu hiçbir şey doldurmaz inanın, olsa olsa sizin yerinize ölmek üzere başka biri geçecek o kadar.

        Üzgünüm ama peşine düştüğünüz romans soldu, yok artık. Sizi yönetenler “muhayyel Kürdistan” ı çoktan gömdüler o koyaklara, dağlara...

        *

        Kırın o tüfekleri. Artık kullanılamaz hale gelmiş tüfek namlularınızı baston yapın, destek yapın yorgun bedenlerinize, yürüyüşe çıkın. Birer karanfil takın o namlulara, hepsini atın o yarlardan aşağı, gelin!

        Kulak verin hepimizin sesine! Koşul öne sürmeyin, tek koşul yaşamak olsun inatla hâlâ direnen ölüme!

        “Bundan sonraki hayat nasıl bir hayat olacak?” sorusunu sormayın sakın! Siz yine de kırın o tüfekleri; “Yaşasın hayat” sloganlarıyla çıkın uzun bir yürüyüşe, yarım kalmış bile olsa bir hayat, yaşamaya değer inanın buna!

        Silahları bırakın, hayatı savunalım hep birlikte!

        Not: Bu yazıyı, 5 yıl süren ateşkes döneminden sonra 1 Haziran 2004 tarihinde PKK ateşkesi bozup tekrar silaha sarılınca yazdım ve 5 Haziran 2004 günü bir günlük gazetede yayınlandı. Aradan 11 yıl geçti. Şimdi, PKK’nın “devrimci halk savaşını” tekrar başlatmasıyla yeni bir çatışmalı döneme girdik. Yeni bir yazı yazma gereği duymadım. Söyleyeceklerim 11 yıl boyunca hiç değişmedi çünkü... Silahları bırakmaktan başka yol yok artık!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar