Habertürk
Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Türk futbolunun alttan çöküşü

Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın geçen hafta yaptığı önemli açıklamalardan bir tanesi altyapılara yönelikti. Eğitimsizliğe, özellikle, eğitimcinin hem sayı hem de kalite olarak eksikliğine ve ilaveten altyapı tesislerinin yetersizliğine vurgu yaparak; “Bu kafayla, bu yapıyla Türkiye’de futbolcu ancak şansla çıkar.” dedi. Açıklamanın devamında Fenerbahçe’nin altyapıya her sene 5 trilyon harcandığı, ve her şeyin yapıldığı da eklenerek Türkiye Futbol Federasyonu’nun bir sistem getirmesi gerektiği belirtildi.

Aziz Yıldırım pek çok açıdan haklı. Öncelikle, Türkiye’de kulüpler kamu yararına dernek statüsünde ve asli görevlerinden biri faaliyet gösterdiği branşlarda sporcu yetiştirmek. Futbol da buna dahil. Fenerbahçe’nin altyapılara katardığı belirtilen 5 milyon TL, ülkedeki çoğu kulübün standartlarının üzerinde. Peki yeterli mi ?

53 ülkeden 214 üyeye sahip Avrupa Kulüpler Birliği (ECA), şampiyon olmuş 5 Türk kulübünün de yer aldığı 96 ekip ile bir akademi raporu hazırladı ve 2012 yazında bunu yayımladı. Raporda 20 kulüpler özelinde detaylı vaka çalışmaları da mevcut. İdeal bir referans kaynak olarak alınabilir.

ECA, hazırladığı raporda altyapı akademilerine ayrılması gereken finansal kaynak anlamında değerlendirmeyi iki eşik üzerinden yapmış. Biri toplam yatırım, diğeri de akademiye ayrılan kaynağın gelire oranı. Toplam yatırım için belirlenen eşik 3 milyon € olurken, akademiye ayrılan bütçenin toplam gelire oranı olarak da % 6 seçilmiş.

"Genç oyuncuların nasıl yetiştirileceğine dair tüm fikirlerin kaynağı Ajax" Huw Jennings - Fulham Akademi Direktörü

ECA araştırmasında 96 kulüpten % 30’unun isim belirtilmeden söz konusu 3 milyon € kıstasını karşıladığı, % 6 oranını tutturanların ise yarıya yarıya olduğu görülüyor.

2012’den biraz günümüze gelinip aynı standartlar masaya konulduğunda ilginç göstergeler var. Örneğin Fenerbahçe kulübü 2014-2015 sezonunda KAP’a bildirdiği son finansal tablolara göre 317.6 milyon TL tutarında gelir üretmiş. Yaklaşık 95 m. €. Altyapıya aktarılan 5 milyon TL kaynak yaklaşık 1.5 milyon €’ya denk geliyor ve bu kalem toplam gelir içinde % 1.57 yer tutuyor.

Yani Aziz Yıldırım’ın söylediği her şeyin yapıldığı ifadesi ECA standartları ölçüsünde yeterli değil. Ülkenin finansal açıdan en iyi yönetilen ve sportif açıdan da lokomotif kulüplerinden biri için durum buysa aşağıdakilerin geneli için tabloyu düşünmek dahi tüyler ürpertici.

Öte yanda; Ajax, Sporting, Shakhtar Donetsk, Basel gibi kulüplerin hem liglerinde hem de Avrupa’da rekabet gücünü kaybetmezken, bir yandan da oyuncu yetiştirebildiği ve bunları kaynağa çevirebildiği görülüyor. Dinamo Zagreb ve Standard Liege liglerinde belirli bir standartta kalsa da Avrupa ölçeğinde bir nebze düşük profilli kulüpler, fakat oyuncu yetiştirip satmakta eksikleri yok fazlaları var.

Standard Liege’in son 7 senede futbolcu satışlarından kasasına koyduğu para 101 m. €. Fellaini’yi 21 milyon’a satmaları en flaş işleri ama yetiştirdikleri yahut parlattıkları Witsel, Defour, Mangala, Batshuayi, Benteke gibi oyuncuları Liege’in paraya dönüştürmesinden çok, asıl önemli olan bu isimlerin gittikleri yerde seviye atlayıp çok daha fazlasını yeni kulüplerine kazandırması. Liege de bunun farkında ve bu itibarları sayesinde genç yetenekler için cazibe merkezi, Avrupa kulüpleri için de referans olabiliyorlar. Türkiye'den yetişenlerde ise Emre Belözoğlu, Arda Turan, Nihat Kahveci, Tuncay Şanlı ve Gökdeniz Karadeniz dışında değil böyle bir kendini geliştirme hikâyesi yazılamıyor. Bu isimler dışında Avrupa'da kendini kabul ettirerek kalabilen ve kariyeri 100 maçın üzerine çıkan futbolcumuz yok. Standard Liege gibi geçen sezon gelir hanesine 24 milyon € yazan, yayından 3 m. € kazanan bir kulübün altyapıya kendinden 5-6 misli fazla kazanan Fenerbahçe ve Galatasaray kadar yatırması hâliyle gıpta edilecek bir anlayış. Özellikle de Anadolu kulüpleri açısından.

Dinamo Zagreb ise sadece Hırvatistan milli takımının değil artık Avrupa futbolunun da can damarlarından biri olmaya devam ediyor. Biscan, Olic, Krajncar ile 2000’li yıllarında başında her sezon bir oyuncuyu Avrupa’nın büyük liglerine gönderme gelenekleri hiç kontak kapatmadı. Son 8 sezonda Modric, Eduardo, Corluka, Lovren, Mandzukic, Badelj, Kovacic, Vrsaljko, Jedvaj, Borozovic ve Halilovic gibi futbolcuların satışından yaklaşık 120 m. € kazandılar. Bu futbolcuların pek çoğu tıpkı Liege örneğinde olduğu gibi gittikleri kulüplerde değerlerini katlayarak daha üst düzey ekiplere transferler yaparak Dinamo Zagreb’e maddi manevi kazandırmaya devam etti. Üstelik Dinamo Zagreb kulübü Liege’in yarısı kadar kazanıyor ve bu gelirlerinin sadece % 5’i ticari. Bilançolarında yayın geliri hanesi yok, gelen bağışlar ve üyelik aidatlarından daha fazla kazanıyorlar.



Altyapı konusunda en gözde markalardan biri olan Ajax ise raporun hazırlandığı sezon yıllık 69.47 m. € gelir üretirken, meşhur akademisi De Toekomst’a her sene bu tutarın % 8.6’sine tekabül eden 6 milyon € ayırmakta tereddüt etmiyor. Bu tutar 8.7 milyon €’luk yayın gelirinin 3’te 2’sinden fazla. 50 milyon € gelir sınırını yeni yeni tırmalamaya başlayan Basel de alt yapısına 3 milyondan fazla operasyonel bütçe ayırıyor. 2.2 milyon €’luk yayın gelirinin neredeyse yarım misli. Yetmiyor, 2 sene önce 20 milyon € harcayıp akademiyi yeniliyor. Son 4 sezonda 80 milyon €’nun üzerindeki futbolcu satışlarıyla hem gelişemeye hem de başarılı olmaya devam ediyor.

Cristiano Ronaldo, Figo, Nani başta pek çok yıldızın yetiştiği Sporting Lizbon’un akademi fonu 5 milyon €. Brezilyalı bir futbolcuya 25 milyon € ödeyebilecek gücü olan, Akhmedov’un oligark sermayesine ve imkânlarına sahip Shakhtar Donetsk dahi kurumsallaşırken ilk iş olarak Kirsha tesislerini eşi benzeri görülmemiş bir kaliteye getirdi. Bu kulüpler UEFA sıralamasında Türk takımlarının üzerinde.

Avrupa’nın en savurgan kulüplerinden biri olarak bilinen Inter dahi her sene 6 milyon €’yu özkaynak düzenine tahsis ederek, 24 milyon €’ya sattığı Balotelli ile bunun 4 mislini çoktan çıkardı. Kesmezse La Masia için her sezon 20-25 milyon € arası harcayan Barcelona var. Eskisi kadar üretken değiller, A takıma fazla oyuncu çıkaramıyorlar, süperstar transferler yapmaktan geri durmuyorlar ama altyapı yatırımına devam ediyorlar.

Almanya ise kendi harikalar diyarında bir tür ütopyayı yaşıyor. İki profesyonel ligde top koşturan, en büyüğü Bayern Münih’ten, bahisseverler dışında adını sanını bilenin nadir çıkacağı Eintracht Braunschweig’a, 36 profesyonel kulübün son 13 sezonda akademilerine yaptığı toplam yatırım 939.8 milyon €. Kulüp başına senelik ortalaması 2 milyon € civarına denk geliyor.

2002-03 sezonundan bu yana Almanya’da bir kulübün profesyonel lisans alabilmesi için akademi açma şartı var. 2007-08 sezonundan itibaren de 300 farklı kategoride, bağımsız denetim kurumları tarafından düzenli olarak denetlenip lisanslanıyorlar. Almanya bunun farkını hem kulüpler hem de milli takımlar bazında iliklerine dek hissediyor. Örneğin, 2014’te Dünya Şampiyonu olan 23 kişilik kadrodan Klose ve Weidenfeller dışındakilerin hepsi akademi ürünüydü. Aynı takımdan 6 oyuncu 2009’da 21 yaş altı takımla Avrupa şampiyonu da olmuştu. Lig genelinde akademiden yetişenler % 57 orana sahip ve son 5 sezonda Bundesliga kulüpleri 3.942 milyar € vergi ödedi. Elbette iki paragraflık bu özeti yazdırmak için yıllarca uğraştılar, bedel ödediler. Kolay olmadı.

Misal, Bosman kuralı yürürlüğe girmeden önce son sezon, Bundesliga'da ter döken 470 oyuncunun 118'i, yani % 25'i yabancıydı. Serbestlikle birlikte 6 sınırı kondu ve 12 Alman futbolcu zorunluluğu getirildi. Yine de 2000 yılında ligin % 35'inin yabancılarca işgal edilmesine engel olamadılar. 2001'de Energie Cottbus sahaya 11 Alman olmayan oyuncuyla çıktığında kral çıplaktı. Tam anlamıyla ne oluyoruz demeye başladılar.
2002'de AB dışı oyuncu sınırı 6'dan 3'e indirildi. Kulüplere, çok sıkı kalite koşulları olan sertifikasyona tabi akademi kurma zorunluluğu getirilerek, amatör statüdeki bu takımlara kadrosunda maksimum 3 tane 23 yaş üstü bulundurma hakkı tanındı ve AB dışı oyuncu transferi de yasaklandı.

Bundesliga'daki yabancı istilası buna rağmen durmadı. 2004'te yabancı oranı % 51'e yükseldi. Euro 2004 finallerinde Almanya tarihinde ilk kez üstüste iki kez gruplardan çıkamayarak medyada kullanılabilecek ne kadar klişe başlık varsa hepsini idare etmek zorunda kaldılar.. Zira yetenek merkezleri ve altyapı akademileri çalışıp üretmeye başlasa da üst yapıda yolları tıkanıyordu. Yayıncı kuruluş batmasa bu devran böyle dönecekti. Yayıncı batınca parasız kalan kulüpler yabancıları büyük oranda tasfiye edip akademilerine yöneldi. Almanya’nın dönüşümü Theo Zwanziger gibi planlı ve yetkin adamların yanı sıra bir nevi tesadüfle başladı dense yeridir.

"Almanya'da 6-8 senelik bir planlama yapılıyor ve genç bir oyuncunun alt yapıdan profesyonelliğe gidişine kadar her şey kontrol altında tutuluyor. Türkiye'de ise yöneticiler 6-7 ayda bir sıkılıp başka bir plan uygulayalım diyorlar. ”
Michael Skibbe/Eskişehirspor Teknik Direktörü


Türkiye’de bilhassa Anadolu kulüpleri için Digiturk neyse, Almanya orta ve alt sıra takımları için de Kirsch Grup oydu ama Türkiye’de TTK gereğince bağımsız denetim kuruluşlarının "batık" diye görüşü belirttiği kulüplerin çoğu sanki hiçbir şey yokmuş gibi dalgaya karşı kürek çekmeye devam ediyor.



Hele de Anadolu kulüplerinin finansal tabloları halka açık olmadığı için hiçbir fikrimiz yok ama değirmeni taşıma suyla çevirdikleri saklanmayacak kadar bariz. Oysa ne Dinamo Zagreb’in ne de Standard Liege’in yolundan gidiyorlar.

2008-09 sezonunda, yurt dışında yetişmiş Türk oyuncular hariç kulüpler kadrolarında toplam 144 yabancı bulundururken, 2013-14 sezonunda bu sayı 226 oldu. Sınırın sıkılaştırıldığı 2014-15 sezonunda sayı 196’ya düşerken, bu sezonki serbestlikle 207 oldu ve artmaya devam etmesi işten bile değil.

CIES’in yaptığı araştırmada, Süper Lig % 8.9 oranla 31 Avrupa ligi arasında 2013-14 sezonunda altyapıdan yetişen futbolcuların en az oynatıldığı lig konumunda. Bir zamanlar ülkenin en iyi alt yapılarından birine sahip olan Gaziantepspor tek bir akademi öğrencisine dahi şans vermemiş. Kadrolarında neredeyse her 4 oyuncudan 1 tanesi altyapıdan olan Gençlerbirliği ve Bursaspor ise altyapı konusundaki başarıları bilinen ve istatistiksel olarak tescillenmiş kulüpler.

% 9.7 orana sahip İtalya ile birlikte bu kategoride % 10 barajının altındaki tek ligiz. 2008-09 sezonunda 6+1 olan yabancı sınırı arttıkça altyapıların kullanımı da düşmüş. Geçtiğimiz sezonun istatistikleri henüz açıklanmamakla birlikte, şike soruşturmasıyla baş gösteren ekonomik kriz ve 6+2+2 kuralının 6+2 olarak revize edildiği sezonla birlikte artış kaydedilen tek sezon olma ihtimali yüksek. Aşağıdaki haritada geçen sezon Süper Lig kulüplerinin kadrolarında bulundurdukları ülke dışından gelen (yurtdışında yetişmiş Türkler dahil) oyuncuların oranı görülebilir.



Oyuncular elbette kendi kendine yetişmiyor. Yapılması gerekenler var. Olmazsa olmazları ise saha ve antrenör.

"1, 2, 3 sahayla olmaz." diyen Başkan haklı ama Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın ayrı ayrı yerleşkelerde 3 adet, Galatasaray’da 4 saha varken, Avrupa’da yukarıda adı geçen takımların en az 5-6 sahası olması da kendi eksiklikleri. 17 sahaya sahip Arsenal, 12 sahası olan RC Lens’ın La Gaillette tesisleri düşünüldüğünde bu ülkenin mahalledeki arsaları dahi alınıp AVM yapılan çocukları için hüzünlenmemek mümkün değil.

Ümit veren örnekler ise Vakıfköy Tesisleri’nde altyapı öğrencilerine 6 doğal 1 suni çim saha imkânı sağlayan Bursaspor; ve iki ayrı tesiste 11 çim sahası olan, yapımı devam eden Torbalı yerleşkesiyle birlikte bu sayıyı 15’e çıkarıp 2 de özel antrenman sahasıyla toplamda 17 sahayı çocuklarına sunmaya hazırlanan Altınordu kulüpleri. Gençlerbirliği de bu ikili arasına dahil edilip rol model alınabilir. Pekala diğer Türk kulüpleri de aynı standartları sağlamaya muktedir ama yapılmıyor.



Yapılan araştırmalarda altyapı başarılarında tesisin katkısı % 8 olarak belirtiliyor. Bütçe ve futbolcu seçme kriterleri % 9. En önemli faktörler arasında % 18 ile yönetim vizyonu, oyuncuların üst yapıya nasıl geçeceklerine dair bir yol belirlenip belirlenmediği ve yine aynı oranda personel kalitesi başı çekiyor.

Yetenek ne kadar çok olursa olsun yetiştirecek eğitmen yoksa istikrarlı bir sistem kurmak çok zor. Maddi kaynak ve saha konusunda yeterli olmayan kulüplerin eğitimci konusunda özel bir gündeme sahip olduğunu söylemek zor. Bütün yük idealist, hevesli antrenörler ve TFF’nin üzerinde.

UEFA’nın Mart 2013 rakamlarına göre 77 milyon nüfuslu Türkiye’de UEFA Pro Lisans sahibi teknik direktör sayısı sadece 22’ydi. A lisansı sahibi 44 ve B lisansı sahibi ise 352 antrenör vardı. Toplam UEFA lisanslı teknik direktör 414’te kalmıştı.

Son iki senede bu konuda ciddi aşama kaydedildiği görülüyor. Sadece Pro lisanslı antrenör sayısı 424’e yükselip, önceki toplamı geçerken UEFA A lisansına sahip 1607 ve B lisansına sahip 3124 teknik adamımız var.

Yine de Euro 2016 elemelerinde rakibimiz olan, yaklaşık 11 milyon nüfuslu Çek Cumhuriyeti’ndeyse 686.257 kayıtlı futbolcu ve UEFA lisansına sahip 3534 teknik direktör; keza 17 milyon nüfuslu ve 4741 UEFA onaylı antrenöre sahip Hollanda’da 1.2 milyon lisanslı futbolcu var. Türkiye’de futbol oynama oranı düşük.

Her ne kadar TFF son 2 senede iyi iş çıkarsa da, Türkiye’nin daha fazla çalıştırıcıya, yetiştiriciye ihtiyacı gerçek. Eğitim kalitesini UEFA standardında tutarak atılması gereken ilk adım kursiyer ücretlerinin düşürülmesi olmalı. TFF üzerinden UEFA Pro lisansı almak isteyen bir BESYO mezununun, amatör lisanslı eski futbolcunun hesabında en az 35.000 TL bulundurması gerekiyor. Güncellemek için de 7.500 TL. A lisansı için 5900 TL lisans + 1250 TL yenileme, B lisansı kapsamındaysa 4500 TL lisans + 750 TL yenileme ücreti ödenmesi lazım.


Oysa Avrupa’nın en iyi altyapı organizasyonlarından birine sahip İspanya’daki bir antrenör sadece 1200 € yani yaklaşık 4000 TL ödeyerek UEFA pro lisans alabiliyor. A ve B lisansları için ücretler sırasıyla 1100€ ve 1000€. Üstelik Türkiye’de alacağı eğitimin alt sınırına UEFA’nın belirlediği 360 saate ek bir süre konmazken, İspanya’da 875 saat kursa katılmak zorunda. İspanya’nın son 15 yılda Avrupa şampiyonalarına hükmetmesinde ve altyapıdan oyuncu kullanımında Fransa ile birlikte başı çekmesinde antrenör zenginliğini katkısı büyük. İspanya’nın Pro lisanslı 2140, A lisanslı 12.720 ve B lisanslı 9.135 olmak üzere 23.995 kayıtlı teknik direktörü var. İtalya da benzer standartlarda.

Almanya ise A ve B lisansları için 800 € ve 650 € arası kurs ücreti alırken, Pro lisansta 9.000 €’ya çıkıyor. Teori + pratik ve staj toplam 1400 saati bulan bir eğitim söz konusu. Kaliteler eşit dahi olsa, Almanya’da pro lisans ücreti Türkiye’den az. Kısacası alım gücü Türkiye’den çok daha yüksek, ekonomisi daha güçlü olan ülkelere ait büyük liglerden UEFA lisanslı antrenör diploması almak Türkiye’ye göre daha makul. Eğitim kalitesi daha yüksek ve süresi daha uzun. Bu durumun görece kalitesiz ligimizi tribünden ya da evde televizyondan izlemek için Avrupa’dan fazla bilet/kombine bedeli ve dijital platform abonelik ücreti ödememizden bir farkı yok.

Antrenör anlamında istisna yok mu ? Var elbette. İngiltere’de B lisans almak için 2.450£, A için 5.820£ ve Pro lisans için de 7.595£ gözden çıkarılmak zorunda. Bu sebeple de İngiltere’deki UEFA belgeli antrenör sayısı diğer büyük liglere göre az ve oyuncu yetiştirmekteki başarısızlıklarını liglerine çektikleri kaliteyle örtmeye çalışıyorlar. FA’in gelecek planlarında ise bu bedelleri düşürüp, 2017 yılında A lisanslı teknik adam sayısını 10.000 civarına taşımak var.

TFF’nin de benzer bir hedef koyup, deklare ederek özendirmesi lazım. Özellikle Fransa’daki Clairefontaine’de yapıldığı gibi amatör organizasyonlar için hibe ve teşvik verilmeli. Yoksa bu bedellerle ve hiçbir destek ya da oryantasyon görmeden belirli bir süre oynamış/çalışmış olmak vb. şartlarla Türkiye’den, ayakkabı satıcılığı yaparken saha kenarına geçip futbol tarihini değiştiren Arrigo Sacchi ya da hiç profesyonel olamayıp en üst düzeyde çalışmış Jose Mourinho ve Andre Villas Boas gibi yeteneği olan teknik direktör adaylarının filizlenmesi imkânsız.

Sokakları metropolün rantı için yıkılmakta olan, toprak sahalarına AVM dikilmiş, mahalle maçlarının tuşlu cep telefonları gibi tarihe karışmakta olduğu, bir dönem ligde üç büyüklere kafa tutan İstanbul’daki yıldız fabrikası semt takımlarının yok olmaya yüz tuttuğu, maça gitmesinin önüne Passolig gibi engeller çıkarılan, doğduğu ülkeden idolleştirecek oyuncusunun nesli tükenmekte olan, okulda yarış atı gibi sınava koşulan çocukların sadece futbola değil herhangi bir açık hava sporuna olan ilgisini pratiğe çevirmesi sıradışı ihtimaller dahilinde. 

Arda Turan, Nihat Kahveci, Tuncay Şanlı, Gökdeniz Karadeniz gibi Türkiye'den yetişerek Avrupa'da kariyer yapabilenler ise hoş birer tesadüf gibi. Belki bir gün Clairefontaine misali seri üretime geçebiliriz.