Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllardır yazıyorum ama sakalım olmadığı için tam olarak derdimi anlatamıyorum. Türkiye, her ne kadar 2007 sonrası bu tuzaktan kurtulmaya başlasa bile yukarıda tarif ettiğim girdap hâlâ tam olarak yıkılmış değil ve Türkiye bu düzen içinde kendi öz sermayesinin bir kısmını kaybediyor.

        Ben bu yapıya yani yukarıdaki denklem içinde en büyük zararı gören yapıya Anadolu-Trakya Sermayesi diyorum.

        Peki nedir tam olarak anlatmaya çalıştığım? Her detayı yeniden tanımlayarak başlayalım...

        İstanbul surları içinde yerleşik olmayan, haklarını çok net olarak bilmeyen, yapılan bütün global anlaşmalarda araya sıkışan, İstanbul sermayesi dediğimiz grupla çıkarları örtüşmeyen ve sonuçta hiçbir şekilde kendini koruyamayan her Türk vatandaşı Anadolu-Trakya sermayedarı olarak tanımlanabilir. Sanmayın ki bu sistem bugün böyle çalışıyor. Son 200 yıldır çark aynı şekilde dönüyor! Osmanlı’nın imzaladığı 1839 Baltalimanı Anlaşması, yukarıda tarif ettiğim sermaye sınıfının yani bizim olanın ilk tasfiye edilişi.

        Sevgili dostlar, bugünün “piyasa devleti”ne doğru ilerleyen Türkiye’sinde, şirketlerin İstanbul sermayesinin yaptığı satışlarla “Avrupa-Amerika odaklı sermayenin” daha doğrusu “küresel sermayenin” eline geçtiğini düşünürsek, soruyu şu şekilde sormak daha doğru olacaktır: Anadolu-Trakya sermayesi olarak tanımladığımız bu grup, 2001 sonrası ortaya çıkan “yeni dünya düzenine”, kuralsız ve korumasız yaşanan AB sürecine ve en önemlisi küreselleşme dinamiklerine uyum sağlayabildi mi? Daha doğrusu kendini koruyabildi mi?

        Bu noktada başlığı tekrarlayarak soruyu yeniden soralım: Yüksek faiz, yabancı payı yüksek bankacılık sektörü, düşük kur ve ucuza gelen ithal mallar arasında sıkışan Türk sermayedarı kendini koruyabiliyor mu?

        İnanın koruyamadığı cevabını vermek çok zor değil! AB ve “küreselleşme” gibi kavramlarla yaratılan ve son 10 yılın Türkiye’sine özellikle 2007 yılına kadar hâkim olan ticari yapı, sermaye yoksunu olan ve aynı gümrük birliği içinde serbest dolaşamayan Anadolu kaplanları için inanılmaz bir haksız rekabet ortamını zorluyor. Sıkıştırıyor, maddi imkânlarını elinden alıyor, zorluyor, yok ediyor...

        Peki Anadolu ve Trakya sermayesi dışındakiler için durum farklı mı ? Özellikle Türkiye’de artık yerleşik düzen denebilecek yapı yukarıdaki denklemden nasıl etkileniyor?

        Avrupa’da “dolaşma sorunu olmayan” büyük sanayi-ticaret çevreleri ve küresel sermaye, Gümrük Birliği’nin yarattığı her türlü kusuru, bankacılık sektörünün “bizim olana” kredi vermemesi gerçeğini ve en önemlisi arkasına aldığı küresel şartları Anadolu sermayesine karşı kullanıyor. Peki ilk defa mı yapıyor? Hayır! Son 200 yıl içinde fırsat bulduğu her zaman yaptı! Nasıl mı? Bugün uyguladığımız Gümrük Birliği denilen kavramın özü, Osmanlı’nın çöküş sürecinde imzaladığı “Baltalimanı Ticaret Anlaşması”yla aynıdır. O zamanın İngiltere’si gitti, yerine AB geldi. Bugün tablo da çok farklı değil; yönetime dahil olamazsın, Ankaraİstanbul çizgisinde imzalanan anlaşmalara yorum dahi yapamazsın, zayıf sanayi ve bankacılık sisteminle kredi dahi üretemediğin KOBİ’lerini teslim edersin, bankacılık sistemin KOBİ’lere kredi üretmez, KOBİ’leri oluşturanlar serbest dolaşamadığı için, içinde bulunduğu sistemin diğer bileşenleri ile rekabet edemez.

        Sevgili dostlarım, bu noktada ana tezden yola çıkarak gelelim sonuçlara...

        1-Anadolu-Trakya sermayesi gözünü açmaz ve Avrupa Birliği, küresel sermaye gibi etkilerle Ankaraİstanbul-Brüksel hattında atılan imzaların rüzgârına kendini bırakmaya devam ederse, kendi haklarını bilmediği ve koruyamadığı bir yapı içinde birilerinin çalışanı olmaktan kendini asla kurtaramayacak!

        2-Sorun sadece “küreselleşmeye karşı” ezilmek de değil! 40 yıllık AB algılaması ve içine iyi niyetlerle düştüğümüz Gümrük Birliği, geldiğimiz noktada küresel etkenlerle de birleşince, ülkemizin belkemiği olan orta ve küçük ölçekli sermayemize zarar vermeye, daha açıkçası onları dönüştürmeye başladı.

        3-Yukarıdaki gerçeklere düşük kur etkisini ve üretmek yerine ithal etmenin daha ucuz olduğu gerçeğini ekleyin.

        4-Daha da yetmez ise “yabancı payı çok yüksek bankacılık sektörü” gerçeğimizi de katın ve acı bilançoya ulaşın!

        Son söz: Türkiye, 2007 sonrası her ne kadar kendini küresel yerleşik düzenden kurtarmaya başlasa da, yol alması gereken hâlâ çok detay var! Türk Sermayesi (AnadoluTrakya Kaplanları) bir an önce ayağa kalkmalı ve en azından Ankara Anlaşması ve 1973 Katma Protokolü’nden doğan haklarını kullanarak ve siyasi otoriteden “yabancı bankacılık sektörünün” kredi üretememe sorununa çözüm bulmasını da isteyerek, kendi kaderini eline almalı! Türk sermayesi eriyor! Açalım gözümüzü! Emperyal olalım derken, evdeki ekmek de gitmesin!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar